8 Mayıs 2025 Perşembe

SA11414/KY77-NAİFK35: Bir Taziye, Bir Ceket

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Ceket halen bende ama giymeye korkuyorum!"

Sabah kahvaltı sonrası dışarıya çıkmak için hazırlığımı yaptığımda gardırobun önünde çok uzun süre bekleyeceğimi düşünmezdim. Bugün önemliydi; Gideceğim yer önemliydi, kıyafetimin de önemli olması gerekirdi, ama benim önemli bir kıyafetim pek olmadı. Kıyafete önem verenlerden hiç olmadım, ama şimdi felsefe yapmanın zamanı değildi, güzel bir ceket giyinme zamanıydı. Öyle yaptım.

Bir taziye ziyareti için İstanbul’un lüks semtinde, İstanbul’un kaymak tabakasının yaşadığı yerde ve yine İstanbul’un zenginlerinden birisinin taziyesine gitmem gerekiyordu. Hani zengin sınıftan değilim. Ben emekli sınıfındanım ama sağdan soldan, kenardan köşeden yandan yünden tanıdığım kaymak tabaka da vardır. Muhabbetimiz yıldan yıla da olsa var bir selamımız sabahımız; kesmek olmaz…

Hele hele iş taziye olunca hiç kesilmez. Ben de kesmedim ve karar verdim, önceki gün vefat eden kodamanın çocuklarına bir taziye ziyaretinde bulunayım. Bulunayım, bulunayım da şimdi kıyafetimizle orada mahcup olmak da var.

Gardırobun önünde oyalanmam eşimin de dikkatini çekti, sebebini sordu, nedenini anlattım. Anında benim için büyük sorun olan seçme ve seçilme hakkımı elimden alarak, askıdan aldığı ilk ceketi sırtıma geçirdi, beni bir yükten kurtardı, omuzuma bir yük yükledi.

Fena bir ceket değildi, siyah, şık, rahat ama elbette ucuzdu. Parasını soracak halleri yok ya, tertemiz ceket. Hem parıl parıl hem pırıl pırıl ceket, ne olacak?

Taziye, iş adamı dostumun ofisindeydi. Ofis dediğime bakmayın, plazanın hepsi onun, bir katın tamamı da ofisti. Koca bir salon, mutfağı var, özel görüşme alanı, banyosu, toplantı salonu dinleneceği odalar.. koca bir katın tamamı kendi kullanımına, dinlenmesine, çalışmasına ayrılmıştı. İşte bugün de zenginliğinin sponsoru olan kıymetli babasına taziye yeri olmuştu.

Plazaya geldiğimde kapıda ’hoop hemşerim’ diyen bir görevliye derdimi anlatana, ne için geldiğimi ikna edene kadar akla karayı yan yana koydum, sonra ikisinden birisini seçme hakkını ona verdim.

Salona girdiğimde, dostumdan başka tanıdığım olmadığını görüp, başsağlığı dileyerek bir kenara oturdum. Oda çok sıcaktı. Hem tanımadığın insanlar arasında bulunma sıkıntısı hem odanın sıcaklığı hem de statü farkı nedeniyle afakanlar basmasıyla bir anda bunaldım. Daha yeni gelmiştim, çıkmam da hoş olmazdı. Ben de ‘ben çıkamıyorsam, ceket sen çık’ dedim ve ceketimi bir kenara asarak, boynumu da içine çekerek köşeme sindim.

Memlekette ne kadar çok zengin varsa oradaydı. Ölen ölmüş giden gitmişti ama mevzu yatırımdı, iş dünyasıydı, vergilerdi, artan maliyetler, eklenen zamlar, ülke ekonomisi, global dünyanın başındaki sorun, falan filan. Efektif, mefektif diye diye anladığım anlamadığım bir sürü para pul işinin konuşulmasını dinledim durdum.

Dostum bir ara, “Naif bey de yazardır” diyerek beni muhabbete ortak etmek istedi ama bende ortak olacak ne göz var ne de sermaye! Zaten beni muhabbete ortak edecek bir kitle de yoktu. Aramızdaki statü farkı, daha ilk gözlemde kendini ele veriyordu.

Bu arada gelenler oluyor, gidenler oluyor, çaylar, çorbalar, kurabiyeler, tatlılar, içecekler, yiyecekler eksilmiyor. “Fakirin karnı bayramda ağrırmış” derler ya, ben de o gün üstünüze afiyet biraz rahatsızım. Hiçbir şeye elimi, dilimi ve ağzımı sürmedim. Kös kös oturdum, ceketi çıkardığım halde buram buram terledim.

Fırsatını bulduğum ilk anda da ceketimi koluma alarak kapıya yöneldim. Tam kapıdan çıkıyordum ki, dostum öğle sonu Mevlit olacağını ya gitmememi ya da sonra geri dönmemi rica etti. ‘Bu semtte bir işim var, hazır gelmişken işimi görüp geleyim’ diye mosmor bir yalan söyledim. Dışarıda ceketimi giyinerek, bir süre yakın caddelerde takıldım. Zenginler nasıl yaşıyormuş, sosyete ne yiyor ne içiyormuş diye pel pel bakayım, salına salına gezeyim dedim.

Öğle sonu yeniden dostumun ofisinin olduğu plazanın kapısında sabah bana ‘hoop hemşerim’ diyen görevli, ‘buyurun efendim, şöyle buyurun’ demekle kalmadı, beni asansöre kadar geçirdi, 20’inci katın düğmesine basmayı da ihmal etmeyerek, yerlere kadar eğilip, kapının kapanmasını bekledi.

Şaşırdım ama şaşırmamış gibi yaptım.

Ofise girdiğimde dostum etrafındaki misafirleriyle hararetli bir tartışmadaydı. Nasıl olduysa beni gördü, yerinden fırladığı gibi gelip elimi sıkarak ‘hoş geldin’ dedi ve elimi bırakmadan beni de oturduğu yere götürdü. Oradaki misafirlerin hepsi birden ayağa kalktı, tek tek tokalaştı. Halimi, hatırımı sordular. Muhabbete beni dahil etmek için sürekli uğraştılar ama nafile.

Onlar nerede ne yatırım yapacağını, bu yıl hangi ülkelerde tatile gideceklerini, yeni yatırımlarının hangi ülkede olacağını, yeni ürünlerini, yeni reklam kampanyalarını anlatıyorlar. Ben muhabbete hangi köşeden katılayım, emekli maaşımdan mı, kitabımdan elde edemediğim telif hakkımdan mı, yazı başı aldığım ücretten mi, neden bahsedecektim ki, ‘hımm’, ‘evet’, ‘aynen’, ‘çok iyi olur’, ‘ala’, ‘mükemmel’, ‘fevkalade’, ‘ne iyi’, ‘müthiş’, ‘demeee’ demekten başka bir muhabbetim olmadı.

Akşam üstü, Mevlid-i Şerif bittikten sonra eve gittim. Daha kapıdan girer girmez eşim, “Bu ceketi nereden aldın?” diye ceketimin sağını solunu mıncıkladı, içine baktı, kumaşını kontrol etti. “Sabah kendi elinle giydirdin ya” dedim. Bu o değilmiş, çıkarıp bakınca gerçekten de benim böyle bir ceketim olmadığını anladım. Bu ceket benim değildi ama peki kimindi, sırtımda ne işi vardı?

Aman canım, o da ceket, bu da ceket. O da siyah, bu da siyah ne farkı var? Herhâlde taziyede birisi benim ceketi yanlışlıkla aldı ya da ben birinin ceketini yanlışlıkla aldım. Pek önemsemedim. Demek ikimizin de bedeni aynıymış. Olmazsa dostuma telefon eder, ceketini soran olursa bende olduğunu, benim ceketi getirmesini onun ceketini de getireceğimi söylemeyi düşündüm.

O ara kapı çaldı, açtım oğlum geldi, geldi ama biz hanımla elimizde çekiştire çekiştire ceketin muhabbetini yapmayı da sürdürüyoruz. Birden oğlum “vayyyy baba’ diyerek ceketi elimden çekti. “Baba çok güzel, hayırlı olsun da. Kusura bakma sen bu kadar pahalı ceketi nasıl aldın, yoksa piyangodan para çıktı da bana mı söylemiyorsun” demez mi?

Neyse sonunda öğrenim. Benim ceketin fiyatıyla bu ceketin fiyatı arasında yaklaşık yüz kat bir fiyat farkı varmış. Taziyeye ikinci gidişimdeki plazanın dış kapısından başlayan ilgi ve alakanın esas sebebi de toplu taşımayla geldiğimde milletin bana garip garip bakışı da içindeki ben değil, benim dışımdaki ceketeymiş.

Merhum Nasreddin Hocanın ‘ye kürküm ye’ hikayesi aklıma geldi. Yine hocanın ‘yedirecek bir kürkü’ vardı, ben yanlışlıkla aldığım ceketin itibarını kısa süreli de olsa görmüştüm. Hemen dostumu aradım, söyledim. “Kafana takma Naif bey” dedi, “Kim unutmuşsa onda o ceketten istemediğin kadar vardır. Emeklilerin hangi ceketi giydiğini o da öğrenmiş olur, fena mı?” dedi, gülerek kapattı.

Ceket halen bende ama giymeye korkuyorum!


Naif Karabatak, 08.05.2025, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Maarif-i Vekâyi', Mizah




Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

Seçkin Deniz Twitter Akışı