8 Nisan 2023 Cumartesi

SA10113/SD2717: Sıkıntı (Roman); 5. Bölüm-Dağ 7

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

‘Ben insanların birbirini çok iyi anladığını düşünüyorum, bak!’ dedi heyecanla. ‘Ama çoğu anlamamış gibi davranmayı seçiyor bence!’

Odaklanmıştı ve vazgeçmeyecekti, ‘Seni Allah sevsin, bence bu her şeye değer inatçı Keçi!’ dedim gülümseyerek ve konuyu yine kendimden uzaklaştırdım. ‘Ben iyi olan herkesi, her şeyi severim, ancak bu iyinin tanımını sadece Allah yaparsa!’

‘Allah!’ dedi İD ve sustu, gözünü yoldan ayırmıyordu.

Susamıştım. İD’nin aldığı yol nevalesinden küçük bir şişe su aldım. İD’ye susayıp susamadığını sordum, o da susadığını söyleyince kapağını açarak şişeyi ona uzattım.

‘Çok incesin!’ dedi suyu içerken. ‘Hep böyle ince kal!’

İD’nin de benim gibi çok su içtiğini biliyordum. Şişeyi bitirince bana uzattı, ben de boş şişeyi poşete koydum ve kendime de bir şişe aldım. ‘Teşekkür ederim!’ dedim. ‘Gittikçe kalınlaşan dünyada incelik güzel bir özellik ve bence bunu yaymalıyız!’

Büyük bir kavşakta I-95’ten I-395 Express Lanes’a geçiyorduk, biraz sonra Pentagon’un solumuzda kalacağı bölgeden geçerek 14. Cadde Köprüsü üzerinden Potomac Nehrini aşacak ve Kuzey Washington’a girecektik.

Saat 11:00’a geliyordu, yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğumuz kalmıştı.

‘Bugün dönecek misiniz Türkiye’ye?’ diye sordu İD sonraki ânları planladığını hissettirmemeye çalışarak.

Ona baktım, gözlerimi yoldan ayırarak. Omuzlarına dökülen sarı saçlarını sağ eliyle geriye doğru ittirmişti o anda. Dulles Havalimanı’ndan bu akşam 22:45’te kalkacaktı uçağımız; İstanbul’a ertesi gün 31 Temmuz 2019, çarşamba günü 15:45’te varacaktık. Uçuş süresi yaklaşık olarak on saatti.

‘Uçuş için biletler alınmış durumda ve planlamalarımız bu yönde!’ diyerek cevapladım sorusunu. ‘Cevval’in mesajı gelene kadar zamanımız var; mesaj geldiğinde de elçiliğe geçeceğim. Sen ne yapacaksın?’

‘Bilmiyorum!’ dedi İD hüzünlü bir yalnızlıkla. ‘Muhtemelen ben de bugün ABD’den ayrılabilirim ya da belki de California’ya geçebilirim!’

‘Ne kadar zıtsın kendi içinde!’ dedim fısıltıya sarınan bir sesle. ‘Neden net değilsin?’

Güldü, ‘Çok netim aslında, ama şimdi zihnim çok dağınık’ dedi sıcak bir yakınlıkla. ‘Senin çok sert olan netliğin karşındaki insanların kafasının içini dağıtıyor, farkında değil misin?’

Hiç böyle değerlendirmemiştim karşımdaki insanları. Herkesin analitik birçok süreç sonunda zihnindeki çıktıları cümlelere, çözümlere ya da planlara dönüştürdüğünü düşünüyordum. Bu eğer netlik ise bence herkes net olmalıydı, çünkü belirsizliklerle gidilecek hiçbir yol yoktu, olamazdı.

‘Netlik nasıl çok sert oluyor, anlamadım?’ dedim şaşırarak.

Yine güldü, ‘Aşırı mantıklısın, hiç duygusal bakmıyorsun, ondan…’ dedi.

‘Anlamıyorum!’ dedim. ‘Bu ayrımı nasıl yapıyorsun, ben mantık-duygu çatışması olduğunu düşünmüyorum insanın zihninde. İnsan zihni bir bütündür ve bütün olarak işler, herhangi bir şeyi ayrım yapmadan alır ve işlem yapar!’

‘İşte sen böylesin!’ dedi kıkırdayarak. ‘Yine aynısını yapıyorsun!’

‘Bak!’ dedim. ‘İnsanların birbirlerini aşırı mantıklı veya aşırı duygusal gibi sınıflandırıcı ve dışlayıcı eleştirilerle suçladıklarını duyduğumda şaşırıyorum. Ve merak ediyorum; bu suçlamada eleştiri okları ‘aşırı’ ek sıfatına mı yapılmakta, yoksa mantıklı, duygusal sıfatlarına mı? Eğer eleştiriler ‘aşırı’ ek sıfatına yönelikse ve bu ‘aşırılık’ suç ise; insanlar ‘aşırı olmayan’ mantıklılığı veya duygusallığı eleştirerek birbirlerini suçlamıyorlar, demek gerekecek. Yani; bir insan mantıklı iken, diğer bir insan duygusal olabilir ve bu durum eleştirilmez; bu durumdan suç üretilmez/üretilemez, öyle mi?’

‘Tamam, hadi bunu tartışalım!’ dedi İD. ‘Ama bilmeni isterim ‘aşırı mantıklı’ olmak suç değil!’

Zihnim yine kendi çalışma biçimine dönmüştü:

‘Gerçekten ilginç bir durum!’ dedim. ‘Fakat büyük bir sorun daha çıkıyor ortaya; bir insan sadece ‘aşırı olmayan’ mantıkla veya sadece ‘aşırı olmayan’ duygusallıkla davranış formlarını düzenliyor olabilir mi? Önümüze ek bir sıkıntı daha çıkacak; ‘aşırı’lığın görelilik açılarına göre sınırlarını da belirleyemeyeceğini fark edeceksin!’

‘Hımm!’ diye mırıldandı İD. ‘Beni teknik terimlerle sıkıştırmaya çalışıyorsun!’

‘Hayır!’ dedim. ‘Düşünelim ve bir soru daha soralım, belki asıl sorunu saptayabiliriz. Eleştirilerin ‘aşırı’ ek sıfatından daha çok bu teknik ayrıma yöneltilmiş olmasın? Galiba birimiz mantıklı, diğerimiz duygusal olmaktan kaynaklanan etkilerle, ötekini ‘aşırı’ buluyoruz. Aksi halde sınırlarını belirleyemediğimiz ‘aşırı’lığı ‘günah keçisi’ olarak kullanmazdın. Bana göre senin ve senin gibi düşünenlerin sorunu bu: siz bir insanın sadece duygusal veya sadece mantıklı olabileceğini zannediyorsunuz. Bu zandan hareket ederek, doğrudan mantıklı veya duygusal olmakla suçlayamayacağınız ötekini ‘aşırı’lıkla suçluyor, sorunu daha da karmaşıklaştırıyorsunuz. Buna da ‘aşırı duygusallık’ mı dememiz lazım?’

‘Ben ‘aşırı duygusal’ değilim ya!’ diye itiraz etti İD.

Tanışmalıydık artık. ‘Sana bu konuda yardım etmek istediğimi söylersem, bana kızar mısın?’ diye sordum. ‘Biliyorum; sizler, yani böyle düşünenler sorunlarınıza müdahale edilmesinden hoşlanmıyorsunuz. Ayrıca; çözüm önerilerimi kendime saklamam gerekiyor da olabilir. Fakat anlatmamda bir sakınca yok değil mi? Belki bir işe yarar söylediklerim. Sorunlardan aldığın hazzı azaltacak da olsam, olası çözümlerden alabileceğin hazların olduğunu da gösterebilirim sana. Ne dersin? Her durumda karar senin zaten; kaybedecek neyin var ki?’

‘Tamam ya!’ dedi yine kıkırdayarak. ‘Seni dinliyorum ve kaybedecek hiçbir şeyim yok!’

‘Sıkıldığın zaman söyle, anlatmayı hemen bırakırım!’ dedim yüzüme soğuk bir tebessüm yerleştirerek. ‘Duvarla konuşuyorum zannetmeyeyim yine!’

‘Tamam, tamam Bay Çok Bilmiş!’ dedi İD. ‘Sen devam et!’

Gözlerimi tekrar yola diktim, ‘Aslında insanlar tüm duygu ve düşüncelerini birbirinden ayrı/ayrık ve bağımsız sanarak hata yapıyorlar!’ dedim. ‘Bu bir konumlama hatası ve bu hata giderildiğinde, ilgili eleştiriler ve bu eleştirilerden üreyen suçlamalar anlamsız kalacak. İnsanların bu türden sorunları ortadan kalkınca herkes birbirini kolaylıkla anlayabilecek. Zaten insanların en büyük sorunu da birbirlerini anlayamamaları ya da mantık dışı nedenlerle ‘anladıkları halde anlamamış gibi davranmaları’, yani ikiyüzlülük!’

‘Ben insanların birbirini çok iyi anladığını düşünüyorum, bak!’ dedi heyecanla. ‘Ama çoğu anlamamış gibi davranmayı seçiyor bence!’

Kaldığım yerden devam ettim, ‘Duyguların her türü, sen farklı ad/tanım blokları oluştursan da tastamam düşüncelerden ibarettir. Sade bir anlatımla; duygular aynı zamanda düşüncelerdir, diyebiliriz. Ya da duygular düşüncelerin alt kümeleridir. Bu alt kümeler, korku, ümit, öfke, kin, heyecan, kıskançlık, hırs, sevgi, sevinç, özlem, gibi kategorik benlik baskılarından aşırı bir şekilde etkilenen düşünceleri içeriyorlar!’ dedim.

‘Nasıl yani?’ dedi ilgiyle. ‘Duygu da aslında düşünce midir yani?’

‘Evet’ dedim. ‘Açıklamamızı koyulaştıralım mı? Duygular, benlik baskılarından etkilenen düşüncelerdir, diyelim. Dinî terminolojiyi kullanarak şöyle de söyleyebiliriz; nefs, cin, şeytan ve diğer insanların veya canlıların, doğa olaylarının baskılarından/kışkırtmalarından (benlik baskıları) etkilenen düşüncelere duygu denir. Nasıl? Açıklayıcı oldu mu?’

‘Harika ya!’ diyerek küçük bir çığlık attı İD. ‘Böyle şeyleri ilk defa duyuyorum!’

‘İlk defa ben böyle bir sorgulama yapıyor olabilirim de ondan!’ dedim sakince.

‘Kendini beğenmiş!’ dedi sağ eliyle sol omuzuma dokunarak. 


<< Önceki                      Sonraki>>


[04.04.2023, (5/15 (439))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 08.04.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı