4 Eylül 2022 Pazar

SA9820/SD2517: Sıkıntı (Roman); 3. Bölüm-Cennet 46

     Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Şimdi o gün yeniden gelmişti ve bunu çok iyi biliyorlardı, erkeği erkekle, kadını da kadınla ‘evlendirmek’ gibi bir sapkınlıkla bütün dinlerden intikamlarını almış iken, zaferlerinin zirvesinde iken üstelik… Çünkü hep böyle olmuştu; hep tanrısal güçlerinin son noktasına ulaştıklarını düşündüklerinde yerin dibini boylamışlardı."

Cennet Yazarı’nın anlattığına göre, masadaki Amerikalılar, 1930'larda Washingon’a akın eden yoksul New Deal liberallerinin mirasçıları olan ‘Asknotlar’dı; onlara ‘New Class- Yeni Sınıf”, ‘kalıcı Washington’ ve Türkiye’de ürettikleri ve Başkan Trump aracılığı ile ismini kendilerine yansıttıkları biçimiyle, ‘derin devlet’ diyorlardı, Osmanlı son döneminde İstanbul’da, Cumhuriyet döneminde Ankara’da teşekkül ettirilen İttihat-Terakki türü komitacılardı, Masonik sistemin koruyucuları olarak hemen hepsi yoksullardan devşirilmişti.

ABD’deki yeni sınıf savaşı dünyanın hemen her yerinde özellikle Türkiye’de, paralel olarak ortaya çıkan sınıf savaşlarına benzeyen, hatta eş olan bir savaştı. ‘Asknotlar’a karşı ‘Bobolar’ ortaya çıkmıştı. ‘Bobolar’ ya da ‘Creative Class-Yaratıcı Sınıf’ olarak tanımlanan ve geleneksel Amerikan sınıf yapısını altüst eden, bilim adamları, mühendisler, mimarlar, finansörler, avukatlar, profesörler, doktorlar, yöneticiler ve benzer mesleklere sahip eğitimli kişilerden oluşan sınıfın sistemin temellerini oluşturan ‘Asknotlar’a karşı açtığı savaş korkunç Amerikan gücünü sarsmış ve ortadan ikiye ayırmıştı.

‘Bekçi’, Samirîlerin bütün devletleri böyle ikiye ayırdığını ve yıktığını, sonrasında da kendilerinin aynı şekilde yıkıldığını anlatıyordu verdiği notlarda. Türkiye’de, Avrupa’da gözlerimle şahit olmuştum buna, şimdi de Amerika’da oluyordu aynısı; çürüyor ve ikiye ayrılıyorlardı alttan gelen yeni sürgünlerin etkisiyle. Allah’ın kanunları işliyordu, insan Şeytan’a sonsuza dek esir ve mahkûm olmuyordu, her nesil kendi yolunu çiziyordu ve Şeytan her seferinde yeni baştan başlıyordu.

Salonun duvarlarında, soldan sağa dizilmiş, 13 koloniyi birleştiren, İngiltere’ye karşı bağımsızlık savaşı verilmesini sağlayan ve kurulacak olan Amerika Birleşik Devletleri’nin hükûmet çerçevesini oluşturan ABD’nin ‘Kurucu Babaları’nın resimleri vardı, yedi kişiydiler: John Adams, Benjamin Franklin, Alexander Hamilton, John Jay, Thomas Jefferson, James Madison ve George Washington. Bunlardan dördü başkanlık da yapmıştı: George Washington, John Adams, Thomas Jefferson ve James Madison.

Bunlar bir tür panteon tanrıları gibi görülüyordu, masonların zaferlerini simgeleyen sembolik binalarında ve Washington’un derin koridorlarında.

ABD’nin Güney Dakota eyaletinde, Kızılderililerin dedelerinin ruhunun yaşadığına inandıkları Rushmore Dağı'nın Black Hills (Siyah Tepeler) denilen kayalıklarında, 1927-1941 yılları arasında, 18-20 metrelik kabartma heykelleri dikilen dört başkandan ikisi farklıydı: George Washington, Thomas Jefferson, Theodore Roosevelt ve Abraham Lincoln.

Yirminci yüzyıla kuruculardan iki başkanın adı taşınmıştı, ama dörtlü, yedili set kurgusu devam ediyordu. Aklıma nedense hep Antik Mısır, Antik Yunan ve Antik Roma geliyordu Samirîlerin bu anıt hastalığındaki komik kibri görünce. Hepsini tepetaklak gömüyordu Allah yerin dibine; arkeoloji denen bilimi bu yüzden icat etmişlerdi masonlar, atalarının kalıntılarını yerin diplerinden çıkarmaya çalışıyorlardı ve Allah’a baş kaldırıyorlardı tekrar, güçlendiklerini ilan ederek; yeniden tepetaklak yerin dibine sokulacakları günün geleceğini düşünmeden.

Şimdi o gün yeniden gelmişti ve bunu çok iyi biliyorlardı, erkeği erkekle, kadını da kadınla ‘evlendirmek’ gibi bir sapkınlıkla bütün dinlerden intikamlarını almış iken, zaferlerinin zirvesinde iken üstelik… Çünkü hep böyle olmuştu; hep tanrısal güçlerinin son noktasına ulaştıklarını düşündüklerinde yerin dibini boylamışlardı.

Saat dokuzu on geçe toplantı salonuna ancak giriş yapabildi, Amerikan ekibinin ellili yaşlarında pembe tombul suratlı, kumral saçları önden dökülmüş, mavi gözlerini geniş çerçeveli gözlük camlarının arkasına saklayan heyecanlı erkek lideri. Onun peşinden nefes nefese koşturan ve asistanı olduğu açıkça görülen, gözlüklü, kızıl saçlı, yeşil gözlü, lacivert, göğsünde dört iri düğmeli mini etek- ceket takımıyla, otuzlu yaşlarındaki panik kadın iki eliyle sıkı sıkıya tuttuğu birkaç dosyayı düşürmemeye çalışıyordu.

Gülmek istedim bir an; sağımda oturan Cevval ters ters bana baktı, gülümsemekle yetindim. Amerikalıları böyle görmek keyif vericiydi. Salon o kadar sessizdi ki, en küçük bir nefes alış-verişi bile duyuluyordu; herkes koşturarak içeri giren erkeğe ve kadına bakıyordu gayr-i ihtiyarî.

‘I am sory, very sory…sory!’ diyordu aralıksız bir şekilde adam. Yerine, Cevval’in tam karşısına oturduğunda da derin bir nefes aldı, sonra su şişesine uzandı ve birkaç yudum su içti, başını hafifçe birkaç kez yukarı aşağı sallayarak, kendisine soran gözlerle bakan asistanına toplantı salonunun dışına çıkmasını işaret etti. 


<< Önceki                      Sonraki>>


[03.09.2022, (3/92 (316))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 04.09.2022, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

   

Seçkin Deniz Twitter Akışı