8 Haziran 2018 Cuma

SA6275/KY48-SY57: Bir Yazarın İnsani Çabaları...

"Okuyunca, kaderin bir cilvesi sonucu o yıllarda genç olmuş olmanın dışında, hiçbir numarası olmayan bu talihsize "68"li''ye üzüldüm." 


16 Nisan 2000, Pazar

Ertuğrul Özkök''ün her "insani" yazısını büyük bir dikkatle okurum. Şu politika mühendisliği yapmadığı, yaşamın direkt kendisiyle ilgili mevzulardaki yazılarını. Hani şu sokak, anı, içlenme türünden olanlarını. Neden okuyorsun, mazohist misin, diye çıkışmayınız hemen. Merak ettiğim bir şey var; sırf beni dürten o merakı tatmin etmek için okuyorum.

Sayın genel yayın yönetmeninin bu tür yazılarını, özellikle Mesut Yılmaz''a telefonda bir ihale için fırça atarken yakalandıktan sonra, iyicene özel bir dikkat çerçevesi içinde tedkîk ediyorum.

Geçen yine yazdı, eksik olmasın.

Bu yazı, sürekli politika yazanların ve güç ilişkilerini anlaya anlaya kendilerini kaybetmiş yazarların, kaybettikleri şeyi bir gün - her nasılsa - bulmaya çalışırlarken içine düştükleri acemiliğin vahim bir örneğiydi, aynı zamanda.

Doğum günüydü sayın genel yayın yönetmenin; o vesileyle yazıyordu.

Yazı, bende nedense smokinden arındırılmış, yalın ve çıplak bir insanilik uyandırmadı da; smokinin altından sırıtan kirli bir iç çamaşırı duygusu uyandırdı.

İçlenmeye çalışan ve bu yolda tabir yerindeyse "amatör" ve ödünç alınmış bir duygusallık sergileyen, kırık dökük mantık çizgileriyle ve derme çatma bir Türkçe''yle kotarılmaya çalışılan, "bazen de kravatın ve smokinin gündemini terketmek ve insani taraflarımızı gündeme getirmek gerekir" edasında bir yazıydı. Fecaatin tam kendisiydi. Hani başarılı bir lise öğrencisinin de bir kompozisyon dersinde, zil çalana kadar çırpıp hazırlayabileceği cinsten bir şey. Neyse.

Düşündüm. İnsanı insana bu denli uzaklaştıran şey, insana gitmenin icat edilmiş en önemli yollarından birisi, yani yazı yüzündendi belki de. Belki de yazı, sadece bir fenomendi. Nasıl yaşarsak öyle duyardık; nasıl duyarsak öyle yazardık; bu kaçınılmazdı.

Kompozisyonun, sayın genel yayın yönetmeni tarafından yazının başında ve sonunda tekrar tekrar vurgulanan ana fikri enteresan; "Doğar doğmaz alınan ilk nefes, insanın içinde kalırmış; ölünce çıkarmış ancak o nefes" diyor ünlü varoluşçu genel yayın yönetmeni, "insan bu ilk nefesi ömrü boyunca taşırmış."

Buraya kadar maddi bir hata yok; ancak daha sonraki cümlenin feciliğine bakın: "Belki de dini bir hurafedir bu, bilmiyorum." Buyur burdan yak! Şu kafa karışıklığına bakın bir, şu yalpalayan mantığa!

Bir de, ikide bir 68''den filan açıyor ve nasıl bir hippi olduğunu, Katmandu Yolları''na düşmek isteyip de nasıl başaramadığını anlatıyor. Hani insanın; "ne kadar insani bir başarısızlık Yarabbim!" duyguları kabarmıyor değil.. Okuyunca, kaderin bir cilvesi sonucu o yıllarda genç olmuş olmanın dışında, hiçbir numarası olmayan bu talihsize "68"li''ye üzüldüm. 

Gerçek bir 68''li gelse Frisco''dan ve şu adamcağızın ipliğini pazarda defe koyup çalsa, diye de dua ve niyazda bile bulundum...


Selahattin Yusuf, 09.06.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Yolda
Selahattin Yusuf Yazıları



Sonsuz Ark'ın Notu: Selahattin Yusuf Beyefendi'nin 2006'den geriye doğru yayınladığımız yazılarının büyük bir kısmını Şimdiki Zamanın İzinde adlı kitabında bulabilirsiniz.




Sonsuz Ark'ın Notu: Selahattin Yusuf  Beyefendi'ye, 'tamamen hür, tamamen geniş nefesler alarak' yazdığı yazıları bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz... Seçkin Deniz, 15.04.2016



İlk yayınlandığı yer: Yeni Şafak




Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı