30 Mayıs 2016 Pazartesi

SA2969/KY1-CÇ266: Kumpas/ Roman - Bölüm I-7

"Bu hekat ölümü, ölümleri kutlayan değil yaşamayı ve yaşatmayı seçenlerin hekatıdır. Bu hekat bir dirilişin sessiz çağıltısıdır."


Bölüm Bir
-7-

Tatil günümdeydim. Tatil günleri oldukça uzun yürüyüşler yapardım. Yine böyle uzun bir yürüyüşün ardından her zamanki kır kahvesine girmiş, âdetim üzere olan dört bardak çayı içip ücretini ödemiş, çıkmıştım. Hava kararmıştı. Yarı aydınlık yarı karanlık. “Bugün biraz fazla yürümüşüm demek ki.” dedim kendi kendime.

Peşim sıra biri daha çıkmış gibi gelmişti kafeden. Umursamamıştım. Hem niye umursayacaktım ki. “Sanırım havanın durumundan böyle.” diye kendimi rahatlatmaya çalıştım. Umursamadığıma inandırma gereksinimi duyuyordum kendimi. Zihninin derinliklerinde yalnız ve ürkmüş biri olarak gece vakti bir mezarlıktan geçen birinin kendine kendi sesini yoldaş kılmasına benzer bir biçimde ıslık çalmak gibi bir şeydi bu adeta. Adımlarımı hızlandırdım.

Tuhaf, hava serin olmasına karşın terliyordum da. Korkudandı elbet. Bunun farkındaydım. Bir ürperti, nedenini bilmediğim bir ürkünçlük gelip yer etmişti içime. Her zamanki yoldan eve dönüyordum işte. Bu yolu seçmemin nedeni yolun tenha oluşuydu. Şimdi ise sanki bu tenhalık içimi ürpertiyordu.

Başımı sağa sola salladım. “Ne ödleksin lan Servet!” diye geçirdim içimden. Kendime güldüm. Yürüyüş tempom bozulmuştu. Arkamdan ayak sesleri geldiğini duyar gibi olup başımı çevirdim. Kimse yoktu. Bir kedi çöp tenekesinden fırlamıştı. Boynunda ışıldayan bir tasma vardı. Siyah beyaz bir kedi ve boynunda ışıldayan bir tasma, bir ev kedisi olduğu aşikârdı. Evden mi kaçmıştı, izin mi verilmişti bilemezdim. Bilemezdim çünkü evcil herhangi bir hayvanım yoktu, hem evcil hayvanların kendilerinin hem de sahiplerinin alışkanlıkları hakkında en ufacık bir bilgim yoktu elbet. Benim ayak sesimden ürküp fırlamış olmalı! Hızlı yürüyüşüm kendime bile komik geliyordu şimdi. Utandım. Yavaşladım. İlk dönüş sapağından saptım.

Servet birkaç adım yürümüştü ki sırtında metalik sivri bir cismin varlığını duyumsadı tehdit yüklü kısık bir sesle birlikte. Sesi mi önce duydu, cismi mi önce sezdi karar verememişti. 

“Sakın o tarafa bakma!” 

Hangi tarafa? Tehditkâr ses kurbanın hangi tarafa bakacağını biliyor olmalıydı. Bu sapağı ne zaman dönse daha döner dönmez çıkmaz bir sokağa dönen ve sonunda devasa duvarı olan sokağa gayr-i ihtiyari bakar, öyle yoluna devam ederdi Servet. Tam başını çevirip sokağa bakacağı zaman tehditkâr sesi ve sırtına dayanan metalik cismi o anda duyumsamıştı.

“Sırtımda beliren kişi davranışlarımı biliyor!” demek, diye geçirdim içinden. “Acaba beni izliyor muydu? Nereden biliyordu ne tarafa bakacağımı?” 

Kendimi zor tutuyordum. Dizlerim titriyordu. Korktuğumun bilinmesini istemesem de öylesine belirgindi ki, yürümeye güç yetiremez olmuştum.

“Ahmak! Düpedüz ahmak bu!” diyordum kendi kendime.

“Sakın o tarafa bakma!” diyen ses denilenin tersini yapmayı emreden merak kökenli itkiden habersiz olmalıydı. Şimdi o tarafa bakma alışkanlığı olmasa da müthiş bir istek duyacağını biliyordu Servet. İnsan meraklarına her zaman yenilirdi. Merak insanın kapısını çaldığında sezgileri yapmamasını söylese de insan tersini yapar, tersini yapmaya can atar, istemediği halde tehlikenin, tehlikelerin kucağına atılırdı.

Kendi kendisiyle mücadele ediyordu söylenen tarafa bakmamak için. Fakat başına hâkim olamıyordu. Ne kadar zorlasa da..

“Sakın!” daha güçlüydü buyruk. Daha öfkeli. Daha tehditkâr.

“Bu ses.. ben bu sesi tanıyorum.. bu ses..” sırtında derin bir acı hissetti. Metal artık cildinin içinde gibiydi. Yutkundu. Sırtına dayanan bir bıçak olmalıydı. Sivri uçlu bir bıçak ya da şiş. Bu kesindi.

Sıradan biri olmuş olmasına içerliyordu Servet. “Sıradan bir gazeteciyim işte. Ne dövüş sanatlarından haberim var, ne fiziksel aldatma yöntemlerine dair bir bilgim. Herhangi bir film ya da kitap kahramanı ne kadar kolay kurtulurdu bu durumdan kimbilir. Ya bayılıyormuş gibi numara yapıp usulca aşağı kayar ve saldırganın bir anlık gafletinden yararlanarak silahı elinden alır etkisiz hale getirirdi yahut çok hızlı bir biçimde saldırgana dönerken bir eliyle de saldırganın elinde tuttuğu silah her ne ise onu kişinin elinden alırdı falan. Oysa ben sıradandan bile öteydim. Hiçbir beden dersine katılmadan beden derslerini geçmiş biri. Ne halt edecektim?”

Semra dayanamamıştı;

“Dede yine aynını yapıyorsun?” dedi.

“Neyin aynını yapıyorum?” diye yanıtladı Dede.

“Anlatı! Şimdi burada Servet başından geçenleri anlatırken birden bir başkası yani sen işin içine giriyorsun. Hem de tümce tümce. Hani paragraf olsa bu kadar tuhaf olmayacak. Hayır valla kendimi veremiyorum.” 

Sustu Semra. Diğer dinleyicileri süzdü. “Dede inan senden korktukları için bir şey söylemiyor diğerleri.”

“Belki de haklısın” dedi Ay Dede gülerek. “Senin kadar cesurunu yeryüzü görmedi daha!”

“Ah ha..” diye güldü Semra.“Bak sen.. canın kavga istiyor sanırım ihtiyar!” Dedesinin dizine hafif bir yumruk vurdu. Baba Ferhat, anne Seher tam olaya müdahale edecekleri sırada Ay Dede işaretle durdurdu onları. Ve torununu çekip sarıldı.

“Dedesini döver mi yoksa? Bu ay parçası?” dedi ve yanağından öptü. Torununun. Erkek torun on altı yaşına karşın kıskanır gibi olmuştu. Hayır düpedüz kıskanmıştı ve kız kardeşini dedesinin dizinden çekmeye çalıştı:

“Mızıkçılık yapıyor bu.. şımartmayın ya!” diye çıkıştı. Dede, “Tamam arkadaşlar.. durun da bitirelim şu hekatı” deyip ortalığı yumuşattı ve sürdürdü anlatmasını:

“Arkamdan ulumaya benzer kahkahalar yükselmişti. Sırtıma dayanan sivri şey de çoktan kaybolmuştu. Bu kez öfkeden ne yapacağımı bilemez haldeydim. Geri dönmeliydim. Ama yapamıyordum işte. Lanet olasıca. Kenan’dı bu. Dizlerim üstüne çökmeye ramak kalmıştı. Kısa dönem askerlik yaparken tanışmıştım Kenan’la. Şakacı, kalender, dürüst bir çocuktu. O olmasa o kısa dönem askerlik bile bana yıllar gibi gelirdi. Kenan başka biriydi. Her defasında bizleri güldürecek, yorgunluğumuzu, üzüntülerimizi, özlemlerimizi giderecek bir şeyler bulurdu. “Sen benim için tarihi bir fırsatsın!” demiştim kışlada bunaldığım zamanlarda. Bu söz çok hoşuna gitmişti. Ama bazen öyle eşek şakaları yapardı ki.. şimdi de o eşek şakalarından birini yıllar sonra karşılaştığımızda yapıyordu. Benim dönemediğimi görünce kendisi karşıma geçti."

“Tertip ya.. kalp krizi geçirmiyorsun ya?” dedi yapmacık bir merakla. Sonra yeniden o meşhur kahkahasını savurdu. Sarıldık. Ben hala titriyordum.


“La Servet hiç değişmemişsin.. ne bön bön bakıyorsun.. açım la.. hadi karnımı doyuracak bir yere götür beni!” demiş, kolumdan tutup sürükleye sürükleye götürmüştü beni.



<< Önceki                                                    Sonraki>>



Cemal Çalık, 30.05.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Kumpas, Roman 

Seçkin Deniz Twitter Akışı