6 Haziran 2016 Pazartesi

SA3002/KY1-CÇ270: Kumpas/ Roman - Bölüm I-8

"Bu hekat ölümü, ölümleri kutlayan değil yaşamayı ve yaşatmayı seçenlerin hekatıdır. Bu hekat bir dirilişin sessiz çağıltısıdır."


Bölüm Bir
-8-


Güvenlik Teşkilatında istihbaratta çalışıyordu Kenan Durdu. Daha somut kanıtlarla geleceğini söylemişti. Karşıdan karşıya geçerken direksiyon hâkimiyetini kaybeden gri bir otomobilin altında kalmıştı. O anda ölmüştü. Şaşkındım. "Birlikte karşıya geçmeye kalksaydık birbirimizi kurtarabilirdik!" diye düşünsem de bunun imkânsız olduğunu görüyordum. Ve ne yazık ki, anlattığı şeyleri kanıtlayacak somut deliller bana ulaşamayacaktı.

Şoföre bakmıştım. Şoför ya iyi bir aktördü ya da gerçekten şaşkınlıktan bayılmak üzereydi. Zorlukla ayakta duruyor bir taraftan da “Ambulans! Biri ambulans çağırsın!” diye bağırıyordu. Yanına koşmuştum. Benimle birlikte birçok kişi olay mahalline üşüşmüştük. Devasa bir araba kuyruğu oluşmuştu. 


Ambulans geldi arkadaşımın parçalanmış cesedini ceset torbasına koyup sedyeyle ambulansa yerleştirip çekip gitti. Polis de gelmişti. Görgü tanıklarını dinliyorlardı. Tanıklık etmekten çekindim bir an. Usulca uzaklaştım. Bir otomobile atlayıp evin adresini verdim.

Sokağın başında otomobilden indim. Oturduğum binanın önünde ekip arabaları vardı. Benim için geldiklerine dair en ufacık bir kuşkum bile yoktu. Niçin kuşkulanacaktım ki? Kim bilsin kime ne için gelmişlerdi? Belki de hemen her gün kavga eden karı koca üst komşum için gelmişlerdi. 

Umursamadım. Bina girişinden içeri adımımı attım. Polisler her yerdeydi. Şaşkın şaşkın bana bakıyorlardı. Hayalet görmüş gibiydiler. Hemen iki kişi kollarımdan kavrayıp asansöre soktular. Beşinci kata, oturduğum daireye çıktık. Evin kapısı kırılmıştı. Evde bir koşturmacadır gidiyordu. 

Koluma giren polisler beni salona götürüp tekli koltuğa oturttular. Evin içinde arama yapan polisler de arada bir kafalarını çevirip çevirip bana bakıyorlardı. Amirleri olan biraz kilolu kısa-tıknaz boylu biri telsizden habire bilgi veriyordu. 

“Zanlı yakalandı!” 

Telsiz cızırtısı. “Anlaşıldı 0044.” Telsiz kapandı. Gülerek yanıma geldi amir.

“İyi cesaret ha Servet Bey.. gazeteci olduğunuz için mi böyle rahatsınız? Biz çoktan sizin yurt dışına tatile gittiğinizi düşünüyorduk” dedi alay ederek. Arkadaşımın ölümüyle zaten dumura uğramıştım. Şimdi de bu olay. Olayın ne olduğunu bile bilmiyordum. Boğazım kurumuştu.

“Hayırdır komiserim? Ne oldu?” diyebildim güçlükle.

Ekip amiri kısa boylu tıknaz adam iyice yanıma yaklaştı. Telsiz tuttuğu elini kaldırdı vuracakmış gibi yaptı. Başımı eğdim.

“Tüh Allahsız sapık herif!” dedi tükürerek. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Adeta iğreniyordu benden. Bir polis elinde laptopumla yanımıza geldi.

“Amirim şifrelenmiş açamıyoruz!” dedi. 

“Şifresi ne lan bunun!” diye bana uzattı amir. Laptopumda şifre mi vardı? Ne zamandan beri?

“Şifre mi?” diye bir ses çıktı mı ağzımdan emin değildim.

“Şifre ya.. ha vermesen de sorun değil yiğidim, hallederiz?” gülüyordu. Şifre olmadığını biliyordum. Şifrelemediğimi biliyorum. Hiç gerek duymamıştım şifreye. Hatta sinirimi bile bozuyordu “kullanıcı adı, şifre” yazan pencere çıkınca. Kaldırmıştım. Şimdi ise makine şifreliydi öyle mi? Bir şeyler tersti. Evet, ellerinde tuttukları dizüstü benimdi orası tamamdı, ama şifre işi yanlıştı. Kendi kendine geri gelecek değildi ya şifre. 

“Söyleyecek misin pis sapık?”

Bu ses tonu beni yıllar öncesine götürmüştü. Üniversitede öğrenciydim. Tek başıma kalıyordum. Bir göz odası olan, tuvaleti dışarıda bir ev kiralamıştım. Altı adet rafı olan iki kitaplığım bir masam bir de hem yatak hem oturma gurubu görevi yapan çek yatım vardı. İkinci yılımdı. Öyle aktif bir öğrenci değildim. Ama gelen gidenim çok olurdu. Hem de hemen her siyasi gruptan.. 

Yalnız benim evimde siyaset konuşulmazdı. Felsefi tartışmalar bir de sanat üzerine bir şeyler geveleyip dururduk. Gündelik siyasetle ilişkin konuşmalar beni açmazdı. Arkadaşlarım da bunu bilirdi. 

Bir perşembe günü gece yarısına doğru polis baskını oldu. Kılık kıyafetlerinden ötürü eylem yapan arkadaşlara destek olmak için yanlarında durmuştum gündüz, öğlen saatlerinde. Fazla ses getiren bir eylem değildi. Öylesine bir protesto işte. Herhangi bir taşkınlık olmamıştı. 

Rektörlük binasının önünde beş on kadar örtülü bayan ve onlara destek olmak için toplanmış birkaç erkek ve aile üyeleri. Bağırmak, sağa sola bir şeyler fırlatmak gibi ses getirici eylemlerden uzak sıradan bir eylemdi. Örtülü bayanlardan biri bildiri okudu. Alkışladık. Sonra da sessiz sedasız ayrıldık bina önünden. 

Güvenlik görevlileri de bizi izliyordu. Yanımıza gelip uyarmak ihtiyacı bile duymamışlardı. Gerek yoktu ki. Ne rektör ne başkası sesimizi duymadı, ne için gelip ortalığı velveleye versinler ki? Arbede olsa belki herkes duyar, ses getiren bir eylem olurdu, bu da istenen bir şey değil elbet. Ve fakat işte gündüz yapılan eylem için sessiz kalan güvenlik birimi gece ziyaretçim olmuştu.  

Elbette sadece beni ziyaret etmiş değillerdi. Eyleme katılan herkesi toplamışlardı. Sabaha kadar nezarette tutulmuştuk. Yasadışı dinci bir terör yapılanması içinde olduğumuz söyleniyordu. İddia buydu. Kanıt olarak yasal birtakım kitaplar gösteriliyordu. 

Bende de bir Cuma namazı çıkışında çerçiden aldığım bir tespih kanıtlar arasında bulunuyordu. Bilmem hangi ülkenin tespihiymiş. Meğer tespihlerin bile bir kimliği varmış onu da şimdi öğreniyordum. Tespih biçimi sizin hangi örgütten olduğunuzu ele veriyordu. Dayakla birlikte ifade alınıyordu. 

Beni sorguya çekenlerden biri, “Ulan sizin yüzünüzden cumaya geç kalacağım.. hadi itiraf et de cumaya yetişeyim pis sapık!” diye haykırmıştı el tabanıyla çeneme bir yumruk indirerek. Neyi itiraf edeceğimi bilmiyordum. Herhangi bir örgüte üye olmadığımı benden daha iyi biliyordu emniyet. Evet, bundan adım gibi eminim ki biliyorlardı. Bir daha böyle bir eyleme girmememiz için gözdağı veriyorlardı. Hiç birimizin herhangi bir örgütle ilgisi yoktu. Dersten atılan başörtülü bir arkadaşa destek olmanın dışında başka bir şey yoktu. Ama kuşkusuz gözdağı gerekliydi.

“Bak pislik herif sabrımı taşırma!” şifreli dizüstü için cumaya geç mi kalsın şimdi?

Attım. Kullanıcı adı “goleysteam1” dedim, şifre de “pzt1055”.  Bu kullanıcı ad tehditler savuran bir e-maili gönderen sahte isimdi ve şifre de e-mailin geldiği ilk gün ve saatti. Niye böyle bir şey yaptığımı doğrusu bilmiyordum. Ama laptop açıldı. Gözlerime inanamıyordum. Hayır, böyle bir şey olamazdı. Olmamalıydı. Ama olmuştu işte.

Benim şaşkınlığım karşısında amir pis pis gülüyordu.

“Hepsi bu kadar!” dedi derin bir iç çekerek. 

Soruşturma ve mahkeme çabucak tamamlanmıştı, müebbet hapis cezası almıştım. Patronum Ramiz küçük dilini yutmuş gibiydi. Bir kere gelebildi ziyaretime. Konuşmadık dersek yalan olmaz. O da inanmıştı. Sadece şaşkındı. Onun şaşkınlığı benim böyle bir şey yaparken nasıl olmuştu da bunu fark edememiş olmasına yönelikti. Ondan başka doğru dürüst bir arkadaşım olmadığından başka ziyaretçi gelmedi. Neyse ki ailem yoktu. Ben çok küçükken annem ve babam ölmüştü. Dedemle ninem büyütmüşlerdi beni. Yüzüme bakınca utanacak kimsenin olmayışı içimi ferahlatmıyor dersem yalan olmaz. 

Ama ya Kenan? Şimdi şimdi anlıyorum ki eğer bu komplo ile beni içeri almasaydılar muhakkak Kenan’ın ölümünü araştırırdım. En azından bana sözünü ettiği örgütün tabutunu çakacak bilgi ve belgelerin peşine düşerdim. Evet, bunu muhakkak yapardım. Ve örgüt bunun yolunu kesecek güzel bir hamle yapmıştı. 

Öyle bir hamle ki, bırakın çevremdeki insanları, kendimi bile kendimden kuşkuya düşürmüştü. Hangi yüzle hangi kapıyı çalabilirim artık? Masum olduğum ortaya çıksa bile suçlandığım şeyden ötürü toplum bana hiç acımayacak, bunu biliyorum. Eh ne de olsa “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” gibi müthiş bir toplumsal ölçütümüz var. İftira için en güzel yol. Müfterilerin önünü açan engin bir buluş. 

“Fukarayı döveceğine elbisesini yırt” gibi.. birini ortadan kaldırmak mı istiyorsun.. itibarını dağıt. İtibarını yerle bir et. Bırak artık kim ne yapmaya çalışırsa çalışsın. Yaşayan bir ölüden farkı kalmaz. 

İşte Umur Tılsım, işte Serdar Akkuş, işte ben ve kim bilir daha niceleri. Kim bilsin nice itibarı yerle bir edilmiş kişiler ölse de kurtulamamıştır. Ya diriler? Ne eşlerinin, ne ana babalarının, ne çocuklarının ne dostlarının yüzüne bakamaz olmuştur. Ölüm bile kurtuluş değildir, tersine belki, o da çok düşük bir olasılıkla belki yaşamak kurtuluşunu sağlayabilir, hani olur a itibarını geri kazanır. İşte ben eğer bu zindanda, tek kişilik hücremde gün sayıyorsam, gardiyanların, karşılaştığım mapusların hakaretlerine, aşağılamalarına dayanabiliyorsam hep o umut yüzünden. 

Peki ya ülkem?






<< Önceki                                                    Sonraki>>



Cemal Çalık, 06.06.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Kumpas, Roman 

Seçkin Deniz Twitter Akışı