27 Ağustos 2015 Perşembe

SA1673/KY28-ATA45: Türkiye’de Korkutucu Gelişmeler (2)

“Johnson Mektubu, kendi güvenliğimiz için NATO’ya bel bağlamanın ne kadar tehlikeli olacağını bize göstermiştir” 
Bülent Ecevit, 1966


Doğu Akdeniz bölgesinde, NATO’nun güney kanadını oluşturan Türkiye ve Yunanistan arasında bir savaş çıkması olasılığından büyük endişe duyan ABD, bölgede çıkacak bir savaşı kendi stratejik çıkarlarına zarar vereceğini düşünerek devreye girer ve dönemin ABD başkanı Lyndon B. Johnson, Türkiye başbakanı İsmet İnönü’ye, 5 Haziran 1964 tarihinde kaba bir üslupla yazılmış, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek amacını içeren bir mektup, daha doğrusu bir ültimatom, (kesin uyarı) gönderir.

Bu kesin uyarı mektubu özetle, “Benim sana verdiğim silahlarla Kıbrıs’a çıkarma yapamazsın” diyordur.

Bu olaydan sonra İsmet İnönü’nün söylediği (iddia edilen) ünlü “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de onun içinde yerini alır” sözü Türk dış politikasında ve askeri yapılanmasında yeni bir dönemi başlatır. Siyasi ve Askeri yöneticiler, Türkiye’nin Yenidünya politikası ile ilgili ve Türk Ordusu’nun silahlanması konusunda önemli değişiklikler yaparlar.

Bu değişikliği ilk olarak su yüzüne çıkaran Bülent Ecevit’tir ve 1966 yılında yazdığı bir makalesinde “Johnson Mektubu, kendi güvenliğimiz için NATO’ya bel bağlamanın ne kadar tehlikeli olacağını bize göstermiştir” cümlesini kullanarak Türkiye’nin yeni stratejisini ortaya koyar.

Bu mektuptan sonra olası bir çıkarma için yüzde yüz Türk mühendislerinin tasarımını yaptığı her tür silahın ve aracın üretilmesi kararı alınır. 15 Kasım 1967 tarihinde Rumların Geçitkale ve Boğaziçi köylerine saldırılarından sonra ortaya çıkan Kıbrıs krizinden sonra da Türkiye, çıkartma yapılabilecek yerlerin ayrıntılı haritalarını çıkarmaktan su derinliğini tespite kadar yoğun bir hazırlığa girişir, 100 adet çıkartma gemisi yapımına başlar, yurtdışından 15 bin adet paraşüt ve 6 helikopter alınır ve özel timlerin yetiştirilmesine başlanır.

1970’li yıllarda TSK’ın öncülük ettiği “Türkiye’nin milli bir savaş endüstrisi kurması zorunluluğu” kampanyası ve 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosu, Türk silah sanayisinin kurulmasının temellerini oluşturur.

Türk Uçak Sanayii Anonim Ortaklığı (TUSAŞ), 28 Haziran 1973 tarihinde Türkiye’nin savunma sanayiinde dışa bağımlılığını azaltmak amacıyla Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bünyesinde kurulur ve faaliyetlerine başlar.

Aradan geçen 10 yıldan sonra da Türk Hava Kuvvetleri’nin savaş uçağı ihtiyacının karşılanmasına yönelik olarak F-16 uçaklarının kullanılması kararı ile birlikte;  F-16 uçağının üretimi, uçak üzerindeki sistemlerin entegrasyonu ve uçuş testlerini yaparak Hava Kuvvetlerimize teslim etmek üzere TUSAŞ tarafından 1984 yılında TUSAŞ Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TAI), Türk-ABD ortak yatırım şirketi olarak Lockheed-Martin şirketi ile birlikte 25 yıllığına kurulur. Artık F-16’lar Türkiye’de montaj usulü ile üretilmeye başlanır.

Gelişmeler o denli hızlı ve sağlıklıdır ki, daha 25 yıllık süreç tamamlanmadan istenilen hedefe ulaşılır ve 2005 yılında TAI’nin yabancı hisseleri Türk hissedarlar tarafından satın alınarak şirket yeniden yapılandırılır. İkinci aşamada TAI ve TUSAŞ birleşerek, TUSAŞ (Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş.) çatısı altında faaliyetlerini genişletir. Çok başarılı olan TUSAŞ, Türkiye’de havacılık ve uzay sanayi sistemlerinin geliştirilmesi, modernizasyonu, üretimi, sistem entegrasyonu ve yaşam döngüsü destek süreçlerinde Türkiye’nin teknoloji merkezi konumuna yükselir kısa bir zaman içinde.

Son aşama ise F-16’ların yazılımlarının Türkiye’de yapılması ve bu uçaklara başarı ile uygulanması, Türk Hava Kuvvetlerine bağlı bu uçakları adeta “tespit edilemez” hale getirir ve sanki de bir hayalet olarak bölgeye girerek, radarlarda görülemeden ve tespit edilemeden son yılların en başarılı imha operasyonuna imza atmalarına yol açar…



Ata Atun, 27.08.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, KKTC Stratejileri

Seçkin Deniz Twitter Akışı