16 Ağustos 2015 Pazar

SA1654/ÇY8-D4: O Gelecek...

"Çok geç olmadan aileler yeniden sevsinler birbirlerini, yeniden kenetlensinler diye..."


Hazırlanmalıyım, o gelecek. Zihnim berrak, yüzüm güleç, ruhum canlı, ellerim maharetli olmalı. En güzel yemekleri yapmalıyım. Her yer pırıl pırıl olmalı. En içten, en güzel sözleri söylemeliyim. Süslenmeliyim, güzel giyinmeliyim. Eski yaşanmışlıklara sünger çekmeliyim.. 

İnsan, tutunduğu dalı kırmamalı, sahip çıkmalı.. Mel'un şeytan hep vesvese saçıyor zaten, kimsede suç yok.. Tek suçlu Şeytan. Ben aslında öyle demek istememiştim, o aslında öyle yapmak istememişti, onlar aslında bizi düşünmüştü. Euzubillahimineşşeytanirracim...

Nasıl rahatlıyorum Şeytan'ı hatırlayınca... Çünkü ben masumum. En büyük kötülüğü buymuş zaten mel'un Şeytan'ın. Ailelerin arasını açmak. Yok Şeytan Efendi, öyle yağma yok. Bu kez avucunu yalayacaksın. 

Sana ikide bir dans ettiresim var pis Şeytan, çocukluğumdaki gibi. Islık çalıp seni çağırırdım, koşardın sen. Sonra Euzu çekerdim, kaçardın; dans ettirirdik sana kardeşlerimle. Bugün sen sadece dans edebilirsin, fitne tohumlarını al ve kaybol git, Euzubillahimineşşeydanirracim.. 

Hımm.. Enfes kokuyor yaprak sarması. Yanına cacık, kayseri mantısı, zeytinyağlı taze fasulye. Ohh.. Üstüne de kaymaklı revani. Şu masayı da düzenledim mi, tamamdır. Kapı çalmak üzere. Ooo.. Saat de epey olmuş. Hay Allah gecikti mi ne? Nerede kaldı? En son nasıl da çenemi tutamamıştım, "Canın cehenneme" demiştim, "Ohaa" demiştim, ne kadar saygısızdım. Şu dilimi tutamıyorum.

Affet Allah'ım, bir daha bir daha bir daha yapmayacağım. Bak Allah'ım, sen de görüyorsun onun gönlünü almak için nasıl çabaladığımı.Yaprak sarması bile sardım. Bununla birlikte üçü geçti, üç yılda üç kez kendi ellerimle yaprak sardım. Daha ne olsun! 

Ahh benim ne iyi eşim var, melek melek, kanatsız melek o, ahh kıymetini  bilemedim. Adamcağıza günde üç öğün kahvaltı hazırlasam niye böyle demez, ağzı var, dili yok. Artık daha güzel yemekler yapacağım. Hele bir gelsin.. hele bir.. Çoraplarına kızmayacağım, pantolonun bir paçası niye içinde, gömleğini niye askıya asmadın, diye olay çıkarmayacağım; bundan böyle buluttan nem kapmayacağım. Eminim o da bana çiçeklerle gelecek. Bu uzun ayrılıktan sonra ilk kez çiçeklerle gelecek, biliyorum. Altmış gündür ayrıyız. Onu çok özledim, çok. 

Niye böyle yapıyorum. Hep Şeytan'dan, hep Şeytan'dan işte. Gözünün üstünde kaşın var dese, alınıp bozuluyorum. Yok memlekette nişandı, düğündü, annemi özledimdi, babamı göreceğimdi, diye diye kaç kere gittim. Kaç günler ayrı yaşadık. Hep izin verdi. Ne iyi adam! Bir kere de o gitsin ama, di mi? 

Çok koydu bana çok, bu ayrılık. Dile kolay. Tam altmış gün. Sahi neden gitmişti ki? Aman ne önemi var ki? Hep bu melun Şeytan'ın yüzünden. Artık her şey başka olacak. Şu yemeklerin kokusunu alınca, bendeki güzelliği görünce, sımsıkı, sımsıkı, daha sıkı hasretle ve aşkla birbirimize sarılınca her şey bambaşka, çok başka olacak. 

Ahh, içimden şarkılar mırıldanmak geliyor. "Çok şükür, bin şükür seni bana verene".. lay lay lay... 

Saat kaç oldu, nerede kaldı, hay aksi Şeytan! 

(İçsesim: "Şişşt... aklıma kötü şeyler getirme!" diyor.)

Şu tatlıyı da servis tabağına alıp masaya götüreyim. "Çok şükür, bin şükür, seni bana vereneeee..."

Ahh.. Zil çaldı. Geldiii, yaşasın, geldi işteee..

(İçsesim: "Yine de mercekten bakayım, n’olur n’olmaz." diyor.)

Hay Allah! Arkası dönük iki adam. Şu eşarbımı hızlıca bağlayayım önce.

Kapıyı açıyorum, iki adam yüzlerini dönüyorlar, kimlik gösteriyorlar, polislermiş.

"Hanımefendi, eşiniz...eşiniz..."

Duymuyorum artık, gözlerim kararıyor...



Dilâgâh, 17.08.2015, Sonsuz Ark, Çırak Yazar  


Seçkin Deniz Twitter Akışı