11 Mayıs 2014 Pazar

SA673/ÇY3-BŞ7: Barclays "Küresel Banka" Modelini Gerçekten Kaybetti mi?

“Ülkelerin artık global finans savaşları ile ilhak edildiği aşikar. Ülkelerin yaşadığı finansal krizler de bazen uygulanan bir ceza hükmünde hatta.”


Küresel finans savaşında Barclays'ın bu sektörde ne kadar stratejik bir konumda olduğunu idrak etmemiz, olayları analiz etmemizi daha da kolaylaştıracak. Barclays,  Londra merkezli Avrupa, Kuzey Amerika, Ortadoğu, Latin Amerika, Avustralya, Asya ve Afrika'da bulunan altmışa yakın ülkede üç asırdır banka ve finans sektöründe faaliyet gösteren, dünyanın önde gelenleri listesine girmiş finans grubu ve şirketidir.

Grubun Barclays Bankası’nın İngiltere’nin en büyük bankaları arasında olduğunu, konumundan ziyade nerdeyse tüm iş alanlarında da faaliyet gösterdiğini belirtmek gerekiyor. Barclays, tüm küresel pazarlama varlık sınıfları (Faiz oranları, hisse senedi, döviz, altın,vb) arasında kantitatif (nicel) modellerin araştırılması, geliştirilmesi ve uygulamasından da sorumludur. Ayrıca fiyatlandırma ve risk yönetimi konularında çözümler bulan; Londra, Paris, Singapur, Hong Kong, Tokyo, New York' ta global şirketlerine hibrid ürünler üreten işletmelerin tutarlılıklarını sağlayan bir şirkettir.

Son yıllarda araştırmalar sonucunda, kamuoyunda, haberlerde, yayınlanan makalelerde ve hatta siyasette irdelenen, sık sık dile getirilen "Faiz Lobisi"nden kastedilen lobinin İngiliz finans devleri olduğu ve bu devlerin arkasında bulunan (kendi gündemimizden aşina olduğumuz gibi )"seçilmişlik sanrısı" yaşayan "elit/seçilmiş" aileler isimleriyle vurgulanmıştı.


İşte içinde Barclays'ın ilk sıralarda bulunduğu finans devleri:

Barclays plc, Capital Group Companies Inc, FMR Corporation, AXA, State Street Corporation, JP Morgan Chase & Co, Legal & General Group plc, Vanguard Group Inc, UBS AG, Merrill Lynch & Co Inc, Wellington Management Co LLP, Deutsche Bank AG, Franklin Resources Inc, Credit Suisse Group, Walton Enterprises LLC, Bank of New York Mellon Corp, Natixis, Goldman Sachs Group Inc, T Rowe Price Group Inc, Legg Mason Inc, Morgan Stanley, Mitsubishi UFJ Financial Group Inc, Northern Trust Corporation, Société Generale, Bank of America Corporation...

Ünlü İngiliz Bankası Barclays, kamuoyunda adını 2008/2009 yıllarında yaşanan, kredi krizi olarak başlayıp tüm dünyayı etkileyen küresel finans krizi sonrasında yaşanan spekülatif olaylar çerçevesinde duyurdu. 

Mortgage kredilerinin yapısının bozulması, faiz yapısının uyumsuzlaşması, konut fiyatlarındaki balon artışlar, menkul kıymetlerin fonlanmasında yaşanan sıkışıklık, kredi türev piyasalarının genişlemesi ve kredi derecelendirme sürecindeki bilinçli oluşturulmuş sorunlar sebebiyle meydana gelen kriz ABD'de başlayarak hemen hemen her ülkeyi etkisi altına aldı.

Hatta FED’in eski Başkanı Alan Greenspan, "Bu 50 yılda, hatta muhtemelen yüzyılda bir yaşanabilecek olay. ABD’nin bir ekonomik durgunluğa girmeden kurtulma ihtimali yüzde 50’nin altında, krizin daha da devam etmesini bekliyorum" açıklamasıyla sonraki yıllarda dünya piyasasını bekleyen zor günleri işaret etmişti.

Buz dağının görünen kısmında krizin en büyük etkileri 38 bankayı ve şirketleri iflasa sürükleyen ABD bankalarında ve şirketlerinde görülmüştü. ABD’de George Bush yönetimi, zor durumdaki şirketleri iflastan kurtarmak için Kongre’ye 700 milyar dolarlık bir paket önerdi.

O yıllarda Bush yönetimi taslak bir plan ile iki yıl içinde, herhangi bir mali kuruluşun ödenemeyen borçlarının devralınması için hükümete geniş yetki verilmesini öngören, 1929 yılında yaşanan Büyük Buhran’dan bu yana olan en büyük mali kurtarma planı hazırlamıştı . Elbette krizin ABD’ye toplam maliyeti öngörülenden yüksek bir rakama, yaklaşık 1.8 trilyon dolara ulaştı. Yani, 2008 finansal krizindeki kurtarmalar yine kısır döngü içinde dev şirketlere fayda sağladı.

2008 küresel krizi süresince tüm finansal veriler bozulurken, Libor oranlarının düşük kalması bazı gazetecileri ve akademisyenleri harekete geçirdi. 29 Mart 2008 tarihinde Wall Street Journal gazetesinde yayımlanan bir makalede finansal piyasalardaki genel eğilimin aksine Libor oranlarının çok düşük olduğu ileri sürüldü.

Araştırmacılar Rosa Abrantes-Metz, Michael Kraten, Albert Metz ve Gim Seow gazetedeki haber çerçevesinde Libor’daki gelişmeleri iktisadi açıdan analiz etti ve akademik bir makale yayımladı. Makalede, açık bir manipülasyon olduğu iddiası somut olarak delillendirilemese de, bankaların borç verme faizleri konusundaki tahminlerinde bir takım anormallikler bulunduğu net olarak gözler önüne serildi.

Açılan soruşturmalar sonrası 2012 Yılında Barclays başta olmak üzere bazı dev bankaların beş yıldır bir danışıklı dövüş halinde uluslararası piyasalarda borçlanma maliyetlerini belirleyen Londra Bankalar Arası Faiz Haddi’ni (LIBOR) manipüle ettikleri “LIBOR Skandalı” olarak gündeme geldi.

Hemen ardından İngiliz Yatırım Bankası Barclays, Genel Müdür Bob Diamond’ın, sonrasında da devam eden çekirdek kadronun sırayla görevinden ayrıldığını açıkladı. Az sonra dünya piyasalarına bomba gibi düşen bir açıklama daha yaparak Barclays’in İngiltere Merkez Bankası faiz oranlarının manipüle edilmesine çanak tuttuğunu iddia etti; yani kendisini ihbar etti ve topu merkez bankasına attı.

Nitekim kanun gereği İngiltere’deki büyük yatırım bankaları, hangi faiz oranıyla kredi kullandıklarını İngiltere Merkez Bankası’na rapor etmek zorundalar. Bu iddianın ardından ABD Federal Mevduat Sigorta Kurumu (FDIC) Barclays'ın da aralarında bulunduğu 21 Bankaya libor faiz oranlarını yapay olarak düşük tuttukları ve Amerikan Düzenleyici makamlarının 2008 krizinde el koyduğu 38 bankanın zarar etmesine yol açtıkları iddiasıyla dava açtı. FDIC adı geçen bankalara ilave olarak LIBOR düzenlemesinden sorumlu İngiliz Bankalar Birliği'nden de şikayetçi oldu.

Bu gerçekler gün yüzüne çıkıncaya dek sistemin güvenirliliği yüzünden manipülasyonu edilemeyeceği düşünülen LIBOR faizinin tanımını revize etmekte yarar var.

LIBOR faizi Londra'da önde gelen yirmiye yakın bankanın interbank piyasasında birbirlerine ABD doları üzerinden borç verme işlemlerinde uyguladıkları faiz oranıdır. British Bankers Association (BBA) 1984 yılında Londra’da yerleşik bankaların birbirleri arasındaki faiz swapları üzerindeki faiz oranlarını standart hale getirmek istedi ve 1986 yılında birçok menkul kıymetin ticaretinde faiz oranlarını sabitlemek için etmek amacıyla Libor’u yürürlüğe koydu.

İşleyişi şu şekildedir: Likitide sağlayıcıları yerel yönetimlere, bankalara, mortgage servislerine yüksek faizle kredi sattıktan sonra Libor oranını yapay olarak düşürürler. Ardından piyasadan ucuz faizle verilen borçların karşılığını toplar. Başka bir deyişle kreditörlerin değişken faizle yaptığı anlaşmaların faiz farkı risksiz olarak kreditörlerin cebine gider.

Yıllık tahmini swap anlaşmalarının tutarı yaklaşık 300-500 milyar ABD doları civarındadır. Şimdi faiz swapı satan bankaların cebine giren "risksiz" kazancın hesabını yapmaya çalışın... İnanılmaz değil mi?

Barclays adının karıştığı bu manipülasyon skandalı sonrası ABD ve İngiliz yetkililere 465 milyon dolar rekor ceza ödemesiyle şimdilik tarihe geçti. Yaşanan bu skandalla AB Komisyonu Rekabet sorumlusu Avrupalı regülatörlerin kendi soruşturmalarını ayrıca yürüttüklerini ve bankacılık sektöründe inanılmaz değişiklikler yaşanacağının sinyallerini verse de skandalın esas kaybedenleri, sistem tarafından yol, köprü ve okul gibi kamu yatırımları için satılan bonolar üzerindeki sabit faiz oranının vadeli faiz oranı takasıyla düşeceği inandırılan bölgesel yönetimler, hastaneler ve üniversiteler gibi kurumlar...

Devam eden davalar ve soruşturmalarda küresel bir mortgage krizinden fayda sağlayan bu manipülasyonun cezası tekel ve üçüncü şahıs davaları hariç 22 milyar doları bulacağı tahmin edilse de bu cebe indirilen "haksız" kazanç karşısında çölde bir avuç kum toplamaya eşdeğer gibi. Tarafsız Ekonomistler de " Seçilmişler(!) " tarafından kurulan bu sistemin, yolsuzluğu engelleyemeyeceği gibi yönetimleri daha verimli yatırımlara evriltemeyeceği savında hemfikir.

Bu yıl elde edilen verilere göre Barclays düzeltilmiş ilk çeyrek kârı yüzde 5 düşüş gösterd; 1,79 milyar GBP’den 1,69 milyar GBP seviyesine geriledi. Hissedarlarının yaşadığı memnuniyetsizlik haberlerini, Yatırım bankasının gelirleri artırabilmek için istihdam kesintisine gideceği açıklamaları takip etti.

İlk etapta bankanın yaklaşık 400 şubesinin kapatılacağı, bankanın, ülkenin indirimli ürünler satan Asda marketlerinde daha küçük birimler kurarak bankacılık hizmetlerini sürdüreceği ifade edildi.

Banka geçen yıl açıklanan 3700 kişilik işten çıkarma planını geçen hafta açıklandığı üzere bu yıl içerisinde 14 bin çalışana, 2016 yılına kadar da 19 bin çalışana çıkaracağını bildirdi. İşten çıkarmaların Onbini İngiltere şubeleri diğerleri Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz'den olacak. Yani bedel ödemek adına çanlar bu kez çalışanlar için çalıyor. Çalışanların dörtte biri işsiz kalacak.

Bitmedi... Mart ayında gündeme geldiği üzere Barclays ve diğer dört banka bu kez  20 trilyon dolarlık metal borsası için gösterge olarak kullanılan Londra altın fiyat sabitlemesini manipüle etmekle suçlanıyor.

ABD’de altın sabitlemesi yapan 5 bankaya altın fiyatını manipüle ettikleri suçlamasıyla 20’den fazla dava hazırlanıyor. Bu hafta Salı günü Deutsche Bank son kez Londra’da altın fiyatı sabitlemesinde yer alacak. Bunca spekülasyonun ardından Banka 5’li konsorsiyumdan ayrılma kararı aldı. Deutsche Bank’ın yerine yeni bir banka bulunamadığından sabitleme dört bankayla devam edecek: Barclays, HSBC, Bank of Nova Scotia ve Société Générale.

Açılan dâvâların gidişatına göre, negatif veya pozitif anlamda altında olması muhtemel çok büyük fiyat hareketleri düşünülürse "Faiz Lobisi", yerini "Altın Lobisi" tabirine bırakabilir.

Bu arada dünya bültenlerini takip ediyorsanız bilirsiniz, artık "Faiz Lobisi" Türkiye'de Başbakan tarafından değil, birçok ülkenin ekonomistleri, bilim adamları tarafından da kullanılıyor artık.

Ülkelerin artık global finans savaşları ile ilhak edildiği aşikar. Ülkelerin yaşadığı finansal krizler de bazen uygulanan bir ceza hükmünde hatta. Emin olun; önümüzdeki günlerde altında gerçekleşecek olumsuz dalgalanmaların bahanesini kurgulandığı üzere yapay gerekçelere bağlayarak "seçilmişlerin" çıkarları ekseninde yeni "devralma" işlemlerinin örtülü olarak yürütülmesini sağlayacak tetikçi ekonomistleri ekranlarımızda izleyecek, gazetelerin ekonomi sayfalarında okuyacağız.

İdrak etmek gerekiyor ki; dünyanın herhangi bir yerinde gerçekleşen olaylar zamanlama bağlamında tesadüfen gerçekleşmiyor. Olayların kronolojisini ve para akışının yönünü esas alarak bir inceleme yaptığınızda gerçek resim gözlerinizin önünde netleşir.

Paranın seyrini artık modern iktisattaki "görünmez el" de belirlemiyor. Çünkü içinde olduğumuz ‘Postmodern  İktisat’ döneminde, "elit yönetim"in oluşturduğu "piyasa algısı" da artık matematikten beslenmiyor.

Barclays hakkında başlatılan yeni soruşturmalar bankanın zor durumda olduğu görüntüsünü veriyor. Küçülme kararıyla "basit/ perakende banka" olmaya soyunması, akıllara  "Barclays batıyor mu" sorusunu da  getiriyor...

Sanmıyorum...

Neden mi?

Barclays bir bankadan çok daha fazlasıdır da ondan... Barclays’ın işlem hacmi hemen hemen İngiltere GDP'sine eşittir. Yani Barclays batarsa İngiltere de batar... İmkansız mı? Elbette mümkündür; ama bu ihtimal "seçilmişlerin" finansal ağırlıklarını Kraliçenin arkasına koymaktan vazgeçmesine bağlı...

Umarım bu son skandal sistemde ciddi adımlar atılmasına katkı sağlar.

Son olarak, Barclays'ın kimlere ait olduğunu söylememe gerek var mı?



Berrak Şebnem, 11.05.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar




Seçkin Deniz Twitter Akışı