5 Mayıs 2014 Pazartesi

SA664/KY9-NK14: Ve Ameliyat Oluyorum

“Narkoz verildikten sonra benim her şeyi duyacağım, hissedeceğim, ama konuşamayacağım için bunu ifade edemeyeceğim gibi dehşet bir endişe kaplamıştı içimi.”

 3 Kasım 2010…

Bir gün önceden her şeyi hazırlamayı başardım, ütüler tamam, Afak ve Atila için yemek tamam, komşularıma yapacakları şeyler söylendi, hastane çantam hazır… Ama ben hazır mıyım bilmiyorum, ne olacağını gerçekten bilmiyorum…

Atila hayat yolunda artık makas değiştirdiğimi söylemişti ve haklıydı. Tam bir yolda iken makas değiştirip bambaşka bir yola sapmıştım. Bu yol, bu manzara hiç geride bıraktığım yola benzemiyordu ve aslında bu yolda nereye varırım; onu da bilmiyordum.

Kanser psikolojisinde insanlar ilk olarak “Neden ben?” diye sorarlarmış. Bense bunu hiç sormadım. Bana göre oldukça meşakkatli bir hayatım olmuştu, derin üzüntülerim, kırgınlıklarım vs. Ama “Neden ben?” sorusu hiç mi hiç aklıma gelmemişti. Netice olarak bu Aziz ve Celil olan Allah katından gelen bir şeydi ve o soruyu sormak caiz değildi diye inanıyorum.

“Neden ben?” demedim ama “Ne için ben?” sorusunu durmadan sordum kendime. “Ne için ben? Kanser olmamdan Allah’ın C.C muradı neydi? Ne yapmalıydım şimdi?”

Hayatımdaki bu yeni yol bana ve ilişkide olduğum insanlara ne getirecekti? İşte bunları soruyordum kendime.
Tam da bu sorularla boğuşurken geldi Profesör Dr. Mehmet Yaşar Kandemir Hocamdan mesaj. Ondan ameliyata gireceğim için dua etmesini rica etmiştim. O da bana şu satırları göndermişti: “Allah C.C sevdiği kulları kendisine daha yakın olsun diye kimi zaman hastalık ya da başka bir musibetle birazcık itekler, kendisine daha yakın olsun diye. Başına gelen şey aslında senin için bir rahmettir. Şimdi senin çevrende sana gıptayla bakan rahmet melekleri dolaşıyor. Bunu için müteşekkir olmalısın ve hepimiz için da etmelisin çünkü senin duan şimdi hepimizinkinden daha makbuldür sevgili kızım...”

Başka söze gerek yoktu! Benim dua etmem lazımdı, bunun için bulunmaz bir fırsat yakalamıştım. O güne dek her namazımdan sonra dua ettiğim otuz kişi vardı. Hepsinin tek tek ismini sayıyor ve Allah’tan onlara hem sağlık, şifa hem de huzur ve bereket diliyordum. Şimdi bu sayıyı artırmanın ve çok daha fazla insan için dua etmemin tam zamanıydı. Ben de öyle yaptım, hâlâ da buna devam ediyorum.

Çiçeklerimle helalleşiyorum…

Sağ kolumu epey uzun bir süre kullanamayacaktım, peki çiçeklerim ne olacaktı?  Onlarla kim benim gibi ilgilenip konuşacaktı. Bilmiyordum, ama o güzeller güzeli sardunyalar, biberiyeler, lavantalar, cam güzelleri, fesleğenler, mine çiçekleri ve aynı sefalarlalarımızla helalleşmenin zamanı gelmişti.

Hepsinin yapraklarına tek tek dokunup helallik istedim. Son zamanlarda durmadan bir hastane- doktor koşuşturması içinde onların suyunu unuttuğum olmuştu, sonra birden gecenin bir yarısı hatırlayınca telaşla kalkıp sularını veriyordum. Onların da düzenleri daha şimdiden değişmişti anlayacağınız.

Onların yapraklarına dokunurken hıçkıra hıçkıra ağladığımı hatırlıyorum. Baharda topraklarını değiştirmek yanlarına yeni kardeşler eklemek için iyileşecek miydim acaba? Acaba baharı görebilecek miydim? Acaba, acaba, acaba...

Akşam her şeyi hazırlamıştım sanırım. Evet, belli bir saatten sonra yemek yenmeyecek ve sabah erkenden ameliyata girecektim. Uyumam lazımdı, ama uyuyamıyordum. Yine kalbim sıkışıyordu, yine olduğum yerden kalkıp alabildiğine koşmak istiyordum.

Bu arada annemi aramam gerektiğini hatırladım, ona binamızın telefon sisteminin birkaç gün devre dışı kalacağını, yeni bir sistem kurulacağını o yüzden bize ulaşamayacaklarını söyledim. “Yöneticimiz çok iyi durmadan yenilikler yapıyor!” dedim bir de; o da inandı. “Allah Jale’den razı olsun (Jale aynı zamanda site yöneticimizdi bizim) keşke bizim yöneticimiz de öyle gayretli olsa. Ah annem ah, bir bilsen kızının neyle mücadele ettiğini, bir dakika beklemez gelirdin biliyorum. Ama bunu sana söyleyemezdim. O an yapamazdım bunu… Hakkını helal et.

Sabahı nasıl ettiğimizi bilmiyorum, sabah ezanını duyduğumda içimin ürperdiğini hissettim. Bir idam mahkûmu da sehpaya giderken herhalde benim hissettiklerime benzer şeyler hissetmiştir. Ne olacağını tam olarak bilemediğim mecburi bir yolculuğa çıkıyordum… Belki de Allah’ın C.C bana armağanı yuvamı ve sevdiklerimi bir daha asla göremeyecektim. Kuvvetim giderek azalıyordu. Tedirgin bir şekilde hazırlandım, Afak’ın okula gitmesi gerekiyordu, kapıda ona sarılıp öptüm. El salladım, sonra dönüp bir kez daha öptüm, kesin son görüşümdü bu.

Merdivenden inerken ona gülümsemeye çalışarak tekrar el salladım. Beni böyle hatırlamasını istiyordum… O da buruk bir şekilde el salladı bana; kalbimden bir parça kopmuş ve onun yanında kalmıştı, canım oğlum…
Jale gece yanımda kalmak için bütün hazırlıklarını tamamlamıştı, Fevziye, Zekiye ve Nisa’da yanımda kalmak istiyordu. Hepsinden bu işi kendi aralarında halletmelerini rica ettim. Kimsenin küsüp kırılmasını istemiyordum, ayarlama yapacak gücüm de yoktu. Hepsi öyle içtendi ki ama…

Jale ve Atila ile birlikte çıktık. Hastaneye ulaştığımızda Fevziye, Şerife, Nisa ve canım kardeşim Zeynep de oradaydılar. Zeynep İstanbul’dan dostlarını ziyaret etmek için gelmişti Ankara’ya, kısmette ameliyatımda yanımda olması da varmış.

Zeynep; ilk gördüğünüzde kalbinizin bir köşesine hemen gelip yerleşen bir melek-insan. Gerçekten öyle; kardeşim gibi seviyorum onu ve arkadaşı Elif'i. Öyle ki "gel abla" deseler hiç sorgusuz sualsiz onlarla birlikte dünyanın öbür ucuna gidebilirim... İkisini de çok ama çok seviyorum... Sevdiğimizi söylememiz lazım birbirimize, ben de onları çok sevdiğimi söylüyorum şimdi; buna bir daha fırsat bulur muyum bilemem...

İşte böyle; hepsiyle tek tek konuşup aramızda espriler bile yaptık. Bir ara Fevziye’yi başka bir odaya götürüp vasiyetimi yaptım, ki bu Müslümanlar için önemli bir şeydi, biliyordum. Çocukların doğum günü için aldığım hediyelerin yerini söyledim, Atila evlenirse ona yardımcı olmalarını istedim, Afak’ın sorumluluğunu yüklemek istemediğim için, onun kendi ayakları üzerinde duracağına inandığımı söyledim. Ama biliyordum, şayet ben ölürsem Fevziye onunla muhakkak ilgilenirdi.

Ve nihayet o saat geldi; artık ameliyathaneye giriyordum. Narkoz verildikten sonra benim her şeyi duyacağım, hissedeceğim, ama konuşamayacağım için bunu ifade edemeyeceğim gibi dehşet bir endişe kaplamıştı içimi. Öyle olmadı elbette. Bazen kendi ürettiğimiz sanrılar, gerçek olacakmış gibi gelir, her şeyi Duyan, Bilen ve Gören Allah’ı ve onun takdirini unutuveririz ya. En çok Allah’ı hatırlamam gereken ve teslim olmam gereken anda garip bir düşünceye saplanmıştım. Neyse ki bu kısa sürdü.

Süleyman Hocamdan ve bütün ekipten ‘Besmele’ çekmelerini rica ettim. Kendimde kalbimden o an hatırladığım ayetleri okumaya başladım. Narkoz verilmişti, hemen bayıldığımı sanabilirler diye birkaç şey daha söylemek istediğimi hatırlıyorum…

İlk gözümü açtığımda hissettiğim şey göğsümdeki dehşetli ağrı ve mide bulantısıydı. Kusmak istiyor ama kusamıyordum.

Kadri Hocam patoloji raporu ve diğer tetkikleri inceledikten sonra göğsümün tamamının alınmasına gerek olmadığını söylemişti. Genel Cerrah Süleyman Hocama tekrar danıştığımızda o da aynı şeyi tavsiye etti. İlk anlarda çok telaşlı ve tedirgin olduğum için bana ‘Tamamını alırız!’ demişti; ama sonradan ameliyat günü koruyucu ameliyata ikna etmek için konuşacağını öğrenecektim.

Yanı başımdan fısıltı halinde gelen konuşmalar o kadar rahatsız ediciydi ki duyduğum her ses acımı ve ağrımı kat be kat artırıyordu. Zaman mevhumunu da kaybetmiş gibiydim. Bir ara “Neşe bak Hakan geldi” demişler ağlamaya başlamışım. Canım kardeşim benim, üzerimizde o kadar çok emeği var ki, kim bilir kalbim o anda minnetle neler söylemek istedi de dile getiremediğim için ağladım, hatırlamıyorum.

Bu arada göğsüm dehşet ağrıyordu, hiç kurşun yememiştim, fakat sanki göğsümden bir kurşun yemiştim ve doktorlar oyarak o kurşunu çıkarmışlardı oradan. Kurşun yarası herhalde böyle bir şeydir diye aklımdan geçirmiştim sanırım...

Belki bu kısmı Zekiye’nin yazması gerekirdi çünkü gerçekten hatırlamıyorum akşama kadar geçen süreyi. Ama sonradan benimle dalga geçecekler ve gelen herkese “Oku, okuyun” dediğimi söyleyeceklerdi. Ben öyle deyince herkes elini açıp akıllarına gelen sureleri okuyorlarmış. Bir arada “İnşirahhh, lavantaaa” demişim. O sarhoş yalvarması gibi çıkan sesimden benim İnşirah Suresini okumalarını ve Rebul lavanta kolonyası koklamak istediğimi anlayıp hemen yapmışlar istediğimi.

Böyle bir rivayet var, ama ben hakikaten hatırlamadığım için bir şey söyleyemem. Eşim ve dostlarım eğlenmek için hiçbir fırsatı kaçırmadıkları için benimle eğlendiklerini de düşünmüyor değilim doğrusu:))



Neşe Kutlutaş, 05.05.2014, Sonsuz Ark,  (İlk Yayın Tarihi, 23.02.2012)




Seçkin Deniz Twitter Akışı