25 Ocak 2014 Cumartesi

SA535/KY9-NK4: Sürprizler de Var

“Şimdi kendim için okumak… Buna gücüm yoktu…”

 

Genel Cerrah Op. Dr. Süleyman Gökduman

Atila ile hastaneye gittiğimizde, Fevziye de çoktan gelmişti. Birbirimize durmadan espriler yapıp duruyorduk. Süleyman Hoca’nın odasındaydık şimdi. Mamografiyi ve diğer tahlilleri gösterdik. Hoca, asıl problemin sol göğüste olduğunu, simetrik olması gereken bir durumun asimetrik tablo sergilediğini, elimdeki son ultrason raporu ile ona gitmiş olsaydım bana 6 ay sonrası için kontrol önereceğini, ama Genel Cerrah Ali Bey’in titiz davranması neticesinde cerrahi müdahalenin kaçınılmaz olduğunu söyledi. Kabul ettik elbette.

Tekrar Biyopsi, ama bu sefer açık oluyor

İkinci biyopsi 21 Ekim 2010 tarihinde yapıldı ve yanımda yine Fevziye ve Atila vardı. Atila bana bir sürü cebi olan büyük bir kot çanta hediye alıp getirmişti hastaneye. Kanser hastalarının ellerinde tahlil dolu mağaza poşetleri ile koşturmalarını hep üzüldüğümden tahlillerimi koymak için almıştı çantayı. Eh daha şimdiden iyi bir kanser hastası adayı olmuştum:)

Ameliyathâne; yeşil ve soğuk yer

Ameliyat salonuna geçmem gerektiğini söylediklerinde toparlandık ve girdim. Masaya yatırdılar, üzerime çadır gibi bir şey konuldu, bu sayede operasyonu görmeyecek ama duyacaktım. Bir ara gerdikleri yeşil perdenin arkasından dumanlar çıktığını gördüm. Aynı zamanda diş dolgusu yapılırken çıkan türden sesler geliyordu. “Allah'ım bu çok ciddi bir şey ne olur bugün bu iş bitsin ve bir daha asla buralara gelmeyeyim” diye dua ediyordum; ama yolculuğun daha yeni başladığını bilmiyordum.

Bir ara artık dayanamayıp "Ne zaman bitecek?"diye sordum. Süleyman Hoca, az kaldığını söyledikten sonra ‘psikolojik destek için’ birini çağırmalarını söyledi oradakilere. Yanıma gelip başucumda benimle konuşan hemşire, durmadan garip sorular soruyordu, ne iş yapıyordum, kaç yaşındaydım, nelerden hoşlanıyordum vs.
Bu şekilde asla beni oyalayamıyordu, yalnızca oyaladığını zannediyordu. Onun bu çabalarına karşı kabalık etmemek için kısa cevaplar verirken, saniye başı ne zaman biteceğini sormaya devam ettim. Ve nihayet bitti.

Bir hemşire koluma girip bir iki gün dinlenmemi söyledi. Ameliyathanenin çıkışına doğru ilerlerken, çok işimin olduğunu ve üstelik bir de misafirimin olduğunu söyledim. Sanırım, daha doğrusu şu anda eminim ki Süleyman Bey çıkardığı hücrenin kanserli olduğunu anlamış ve yanındaki ekibine de bir şekilde bunu hissettirmişti.

Hemşire bir yandan koluma girerek sendelememem için yardım ederken bir yandan "eve gidip dinlenin, sakın iş yapmayın" diye tembihledi. Güldüm; "Yan gelip yatmak pek bana göre bir şey değil, üstelik evde misafirim var!" dedim.

Hemşire Hanım: "Ooo biyopsi olduktan sonra bir sene naz yapıp iş yapmayanlar var, siz de biraz nazlı olun canım!" dedi. Elbette ki durumu o da biliyordu ve sanırım o an bana acımıştı.

Süleyman Hoca’nın odasına uğradık çıkarken, bize kafasını masada uğraştığı kâğıtlardan kaldırmadan “Her şeye hazırlıklı olun!” dedi. Elbette yılların verdiği tecrübe ile çıkardığı kitlenin kanser olduğunu biliyordu ve durumu daha fazla dramatikleştirmemek için normal bir şey söylüyormuş gibi söylemişti.

Fevziye’nin yüzünün renginin değiştiğini gördüm o an, doktorun mesajını almıştı. Çıktığımızda Fevziye doktorun söylediğini Atila’ya da söyledi. Kim bilir neler hissettiler. Sonuç bir hafta on gün içinde çıkacaktı, öyle söylediler. Ve o korkunç bekleme süresi başladı.

Hilmi

Bizi hastaneden almaya kendisini kardeşim olarak kabul ettiğim, bana her zaman dolu dolu “Abla” diyen Hilmi gelmişti. İsmi ile müsemma insan… Beraber eve doğru yola çıktık, kasislerden geçerken elinden geldiğince dikkatli olmaya çalışıyor ve durmadan beni takip ediyordu; acaba canım yanmış mıydı, rahatsız olmuş muydum?

O kadar hassas hareket ediyordu ki canım yansa da ona bir şey belli etmemeye çalıştım. Bu gerçekten zor hayatta ve genç yaşında bir şirketi idare etmeye çalışıyor ve durmadan koşturuyordu. O gün de adım gibi eminim ki oldukça önemli bir randevusunu ertelemiş veya iptal etmiş, eve rahat dönmemiz için koşarak yanımıza gelmişti. Hep dualarımdadır, her zaman, ölünceye kadar onun ablası olmaya, ablası olmak için gayret etmeye çalışacağım…

Hastahâne'den eve dönüş

Bekleme süresi başlamıştı, şimdi her saniye sanki sonsuz bir ağırlıkta geçiyordu. Yine hastaneye gitmiştik, ama gerçekten hatırlamıyorum ne için gittiğimizi. Hastaneden de Fevziye’lere geçtik. Hava kararmıştı, içim de…

Gökhan bizi eve götürmek üzere gelecekti. Onu beklerken çocuklara son kez bakıyormuş gibi bakıyordum. Daha kanser tanısı konmamıştı ama içimden bir his o korkun kelime ile hayatımın bundan sonrasında beraber yaşamak mecburiyetinde kalacağımı haykırıyordu. O sesi susturmak mümkün değildi. İçim ezilerek bakıyordum dört pırıl pırıl çocuğa.

Gökhan

Onunla tanışmamız daha bir iki seneyi geçmemişti ama o da dünya tatlısı karısı, kardeşim Şerife’de de Resulullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) hadisinin tecellisini görüyordum, mealen, “Bu dünyada iyi anlaşan ruhların, kalubeladan tanışıklıkları vardır, orada iyi anlaşan ruhlar bu dünyada da birbirleri ile anlaşırlar.”
Bizim tanışıklığımız ta kalubelaya dayanıyordu yani. O kısa tanışıklığa neler sığdırmadık ki; belgesel projeleri, keyifli piknikler, doğum günleri, esaret, özgürlük, sonsuz muhabbetler ve en sonunda muhtemel bir kanser vakasını ekliyorduk listeye.

Tanıdığım en zeki, en muzip ve en merhametli insanlardan biri o ve benim kardeşim. Mavi Marmara’da katil İsrail askerleri ile mücadele etmişti ve New York Times gazetesi onun İsrailliler hapse götürürken otobüsün camından vakarla kaldırdığı yumruğunu manşet yapmıştı. Hilmi de o sayfanın fotokopisini çektirip hepimize dağıtmıştı.

Her kapımız açıldığında ilk girenin görebileceği şekilde astığım o kupürü bir gün halı yıkama için gelen işçi görmüş ve kim olduğunu sormuştu. Hiç düşünmeden “U benim kardeşim” deyivermiştim. Benim için tam olarak öyleydi çünkü.

Ve Gökhan geldi. Eve doğru yola çıktığımızda Atila Beşiktaş maçını birlikte izlemek istediğini söyledi. Gökhan kabul etti ve onlar aralarında konuşmaya başladılar. Fakat ben kendimi her an daha kötü hissediyordum.

Bir ara arabanın arkasında iyice büzüldüğümü fark ettim. Ağlamak geliyordu içimden. Gökhan selametle bizi kapıya kadar bırakırken muhtemelen Beşiktaş maçını bizde seyretmenin beni rahatsız edeceğini düşünerek veda ediyordu. Bana “Hastalar Risalesi”ni okumamı tavsiye etti. Şifa niyetine okuyanların şifa bulduğuna dair tecrübeleri olmuştu sanırım. “Olur” dedim.

Daha önce okumuştum hâlbuki; okumuştum ama bir kanser hastasına yardımcı olmak için… Şimdi kendim için okumak… Buna gücüm yoktu…


Neşe Kutlutaş,  25.01.2014, Sonsuz Ark,  (İlk Yayın Tarihi, 15.02.2012)





Seçkin Deniz Twitter Akışı