15 Ekim 2015 Perşembe

SA1889/KY1-CÇ155: Hasırlı/ Roman- Bölüm 4-2

"Yazgım kadınlara eşlik içinmiş; bunu şimdi daha iyi kavradım. Bu yerde, bu kadınlar cehenneminde daha bir iyi anlaşılıyor her bir şey."


“Cinayet etmedi cânı gibi anın câm
Boguldı seyl-i belaya tagıldı erkânı”
Taşlıcalı Yahya

BÖLÜM DÖRT
2
Düpedüz acı çekiyorum. Üşüyorum.
Bana bir hekim gerek! 

Heyy.. kimse yok mu? Bakın kendimde cesaret buldum artık hekime görünmek için.. açar mısınız kapıyı? Lütfen.. daha önceki tabansızlığım mazur görülsün. “Kuyruğu kaptırma hekimlere!” diye sıkı sıkıya tembih etmişti Medaha Yenge.. o yüzden korkuyordum. Hadi itiraf edeyim onun sözünü çiğnememek için korkuyor gözüküyordum. Korkuyor’u oynuyordum anlayacağınız. Ama şimdi işler değişti.. evet.. üşüyorum. Bunaldım. Beni hekime götürmeniz gerek. Sırılsıklam oldum. 

İnanmazsanız gelin bakın sırtımı dayadığım duvara. Hani işliğimdeki ıslaklığa inanmayabilirsiniz.. bakın duvar bile nasıl ıslandı.. karışmam.. nemlenir.. bir de bakmışsınız ki duvar uçmuş.. nem yıkmaz mı? Sedye hala yıkar demişti.

Ne diyon ne diyon?
Yalvarırım gülme!
Ben büyüdüm Vildan ama sen yoksun!

Hayret ya! Bu ne vurdum duymazlık.. açsanıza şu kapıyı? Hekim gerek bana! İşte teslim oldum.. işte teslim oluyorum! Kapıyı açın.. her yanımdan sular fışkırıyor.. gelin görün.. bakın sabaha canlı gerekmiyor muyum? Ne aptal şeylersiniz? Ne hödüksünüz.. sizlere demeyecekler mi “Ne bu hali suçlunun? Size sapasağlam teslim etmedik mi? Peki bu ne hal? Nasıl geçirilecek yağlı ilmek bu boyna? Madem siz umursamadınız.. öyle ise lutfedip uzatın boynunuzu.. boyunlarınızı.. bu daha iyi.. tek boyun yerine iki –belki üç- boyun!” evet böyle derler.. bakın çırpınmalarım kimin için anlayın! Sizler için yırtınıyorum! Ne kör şeylersiniz.

Yalvarırım gülmeyin!

Medaha yengeye şerbet götürmüş geri dönüyordum. Yanlış yöne sapmış olmalıyım ki hiç geçmediğim bir holden geçtim. Belki yönümü duyduğum fısıltılar şaşırttı. Çevreme karşı oldum olası duyarsız kalamadım. Hep bir merak.. o kahrolası merak işte.. yürüdüm. Kanatlarımı bağladım sen bana el ediyorsun Necmi!

Hekimbaşının olduğu bölümü andırıyordu. Kanatlarımı bağladım. Hışırtısından tanırdı. Yüreğim güm güm vurmaya başladı. Ayaklarımın ucuna basarak hızlıca geçtim. Ayak sesleri duyunca kendimi dar attım bir sütunun ardına. Allah'tan rengimle uyumlu bir ortamdı da ayrımsanma olasılığı yoktu. Kalbimin çarpıntısı dışında hiçbir şey ele veremezdi. Biliyordum. Bir sütundan bir sütuna.. derken duvardaki o leke.. o ne cazibeli şeydi. 

Ben büyüdüm Serma ama sen yoksun!

Usulca vardım.. o leke bir delikti. Bir göze bir çok şeyi gösterebilecek özellikteydi. Rahattım. Kalp çarpıntım düzelmişti. 

Bağlamaz olaydım kanatlarımı. Hadi artık açın şu kapıyı! Hekime görünmem gerek. Tiz uyandırın hekimbaşını! O şişeye ne doldurduğunu bir ben biliyorum. Sonra kime götürdüğünü. Niçin nefes nefese kaldığını da biliyorum. Şişeye koyduğu şeyi koymadan önce niçin nefessiz kalmıştı dersiniz? Yok size söylemem.. siz ona deyin “Kara Mastık bir şişeden söz ediyor.. güya çakır gözlüye vermişsin.. kendi elinle!” o anlar.. hemen bir koşuda gelir. Evet madem beni ona götürmüyorsunuz o gelsin. Sabaha sağ çıkmalıyım! Hatta ertesi güne.. ertesi güne de niye sağ çıkmam gerektiğini sizlere hekimbaşı anlatır. Ben kuyruğu hekimlere kaptırmasam da hekimbaşının kuyruğu elimdedir. Bunu açık açık söyleyin! 

İmaya gerek yok anlayacağınız. Yok! Hadi.. geç olmadan.

Kara Ömer Ağaya haber vermenize gerek yok.. her ikisinin de kuyruğu elimde. Bırakın o şimdi çim sayıyordur. Hünkarımızdan öğrendiği usul ile yapıyordur bu eylemi.. ben ne bileyim kimin çimleri uzamış.. ben bahçıvanı mıyım gözdelerinizin? Bunca sorumluluğu kaldıramaz sıska omuzlar! Her şeyi de benden beklemeyin! 

Tiz çağırın hekimbaşını dedim size! Tiz çağırın.. sonra geç olacak! Kelleleriniz tehlikede efendiler! Bir şey biliyorum da söylüyorum!
Ne haliniz varsa görün! Mendebur şeyler.. 

“Bak Suat Ulu şaşkınlığını anlıyorum. Ama suç sende.. kapıldın bir “çalındı” sözcüğüne.. yok öyle bir şey. Dur. Soluklan hele bir. Çalınan her hangi bir şey yok. Önce bu gerekçeni çıkar aklından.
Kuyucu murat yok. Yok. Yok öyle biri.”

Anlıyorum! Murat hiç nezle olmadı. Nezle olmadığı için hapşırmadı. Hapşırmadığına göre varlığının bir anlamı yoktur murat’ın elbette. Varlığının bir anlamı yoksa O ŞEY yoktur derdi Daştan. Öyleyse yinelenebilir: MURAT YOK!

Murat yok. Olmadığına göre kuyu da yok. Kuyu olmayınca kedi de yoktur. Kedi olmayınca MAVİŞ yaşıyor konduğu yerde ve Medaha Yenge yuvarlanmadı merdivenlerden.

Hay Allah çocuklar yanlış haber.. Medaha yenge akşamlardan bir akşam merdivenlerden yuvarlanmadı. Ne ayağı ne boynu kırılmadı. Çünkü kedi yok. Karanlık çökse de kedi yok. MAVİŞ konacak bir omuz arayıp duruyordur öldüyse Medaha Yenge. Ve ben de yokum. İşte beni arıyordur öldüyse Medaha Yenge. Bir onun bir de benim omuzlarıma konar. Seçicidir. Hadi çıkarın beni buradan şaşkınlığa uğratmayın zavallı MAVİŞ’i.. sen söyle Roxelenna aramaz mı beni MAVİŞ.. madem yalancıya çıkardınız beni ve madem yalancı olduğumun en güçlü kanıtlarını Roxelenna sunmuştur sizlere öyle ise O’nu dinleyin! Benim omuzlarımı aramaz mı MAVİŞ Roxelenna?

Ya Medaha Yenge?

Şimdi merdivenlerden düşmediyse de Sedye Hala öldüğüne göre.. ikisinin göbekleri de bir kesildiğine göre.. biri ikindiyi biraz geçe öldüyse diğeri akşam ezanları okunmadan teslim etmiştir ruhunu. Sedye Hala öldüğüne göre ve akşam çoktan geçince ölmüştür Medaha Yenge de.. merdiven burada Sedye Hala’nın ölümü oluyor.. azıcık düşünürsen..

Anlıyorum!

İyi işte.. söyle şimdi MAVİŞ yorulmamış mıdır? Yorulmuştur. Eh madem yoruldu bir omuz aramıyor mudur? Sen de bilirsin ki ağaç dallarını sevmez o.. hem de hiç sevmez. Sanırım canını yakıyordur dikenler.. harıl harıl omuz arıyordur şimdi.. ben de burada olduğuma göre.. uça uça.. tıpkı bir at gibi çatlayacak.. yere konmayı da bilmez değil mi?

Yine de sanki Medaha Yenge!

Adi kaltak anlaşmıştık ya.. hani Sedye Hala öldü ya! Ne hınzırlık peşindesin.. niye böylesin sen... ben hekimbaşından daha itinalıyımdır.. bak ağzımı açtırma.. 

Hadi efendiler açın şu kapıyı.. burası çok karanlık.. nemli.. soğuk. Her taraf sis içinde. Bir de şu kör adam.. ne bileyim nereden nasıl girmiş içeri. Benden önce mi buradaydı ben kapıya sırtımı dönüp duvarları dövdüğümde mi siz soktunuz içeri bilemem.. belki sizi gafil avlayıp içeri girdi. Öyle kuru ot şiltesinde oturmuş dik dik bakıyor. Göz bebekleri yok. Bembeyaz akı var yalnızca.

Eh karanlık  elbet.. zaten karanlık olduğu için görüyorum gözlerini. Gözleri kedi gözü gibi. Kediler olmadığı için.. hani murat yoktu. Çünkü hapşırmamıştı nezle olduğunda. Hapşırmayınca da varlığının bir anlamı kalmamıştı. Daştan öyle demişti hani, varlığının anlamı olmayan şey yoktur, türü bir şeyler söylemişti. Kedi olmayınca karanlıkta parlayacak göz olmayacak mı? işte bu körün gözleri parlıyor!

Yav inanmıyorsunuz onu anladık.. tamam ben yalancıyım. Çok mu zor kapıyı açıp da bakmak? 

Benim gibi sıska, çelimsiz sünepe birinden sizlere nasıl bir zarar gelir ki korkuyorsunuz? Ya! Demek korkunuz benden değil.. demek buyruğun görkemidir elinizi ayağınız bağlayan.. tamam benim için açılmayacak kapı.. kabul.. ya bu kör için de mi buyruk var? hem buyruğun sahibi devletlu hükümdarımız mı? hadi kıvırmayın! Kara Ömer Ağam bir an öfkelenerek o buyruğu verdi.. şimdi siniri inmiştir. Gidip sorun.. bakın sorunuz nasıl da güldürecek zatıalilerini.. nasıl da keyiflenecek.. 

Evet her birinize ayrı ayrı bakıp, tepeden tırnağa bir süre süzecek baygın bakışlarla sonra da okkalı bir küfür savurup, “Ne bön adamlarsınız.. her şeyi kıçından anlıyorsunuz.. açıp bakın madem biri varmış.. hem de kedi gözlü.. o salaktır insanla kediyi bile karıştırır.. belki de kedilerimden biridir.. tiz açıp bakın.. kara mastık da bir süre dolaşsın bahçede.. sonra kuzu kuzu dönsün yerine beklesin sabahı!” işte aynen böyle diyecek. Ben tanımaz mıyım efendimi? Böyle diyecek.. ve siz böyle demesine fırsat tanımadığınız için belki bir ton sopa yiyeceksiniz.. falakanın tadını ya tatmamışsınız ya da unutmuşsunuz.. size ya tattıracak ya da anımsatacak.. bunu mu istiyorsunuz?

Sağır mısınız kuzum?
Vildan bunlar sağır mı?
Serma bunlar hep böyle miydi ben buraya gelince mi böyle oldular?

Biri durumu Kara Ömer Ağama iletmeli.. bir soluk iletip geleyim. Söylesem mi acaba? Sözümü bitirince atar o meşhur kahkahasını ve “ÇOK YAŞAMAZSIN BU AKILLA” der, sıvazlayarak sırtımı. Sırtımı kabartırım sadık bir kedi gibi. Binler özür.. kedi yok. Çünkü murat yok.

Ve fakat kedi söylenlerinin rağbet buluşuna ilişkin olumsuz gerekçeler anlamını yitirmiş olmaz mı? işte o zaman muratın varlığına gereksinimimiz olduğunu anlamıyor musunuz? Ve işte diyelim Murat yok! YOK!

Murat’ı yok sayacaksın.. anlaştık mı?




Cemal Çalık, 15.10.2015,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Hasırlı, Roman 

Seçkin Deniz Twitter Akışı