2 Temmuz 2014 Çarşamba

SA748/KY1-CÇ64: İsyan (Oyun)/ Birinci Perde - Sahne: 1-2

BİRİNCİ PERDE
(Oturma odası. Karşı duvarda vahşi köpeklerin saldırısına uğramış bir geyik tablosu. Tablonun iki yanında pencereler. Sağda balkona açılan bir kapı. Solda mutfağa ve kitaplığa açılan birer kapı. Kapılara yakın ikili koltuklar. İki pencerenin de altında tekli birer koltuk. İki tekli koltuğun arasında fiskos. Fiskos’un üzerinde satranç takımı. Ortada cam bir sehpa. Zemini bütünüyle dolduran el dokuma eski bir halı.)

SAHNE BİR

(Perde açıldığında Anlatıcı sağ kapıdan sahneye girer. Elinde bir tomar kağıt vardır. Sahnenin en ucuna gelir. İzleyicileri hafif eğilerek selamlar. Yüzünde şaşkın bir ifade vardır.)


Tanıtıcı- Hoş gelmişsiniz. Hepiniz hoş gelmişsiniz. Günün bu saatinde, televizyonlardan, android telefonlardan, bilgisayarlardan ayrılıp bizi izlemeye gelmiş olmanızdan dolay hepinize en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Sizin yaptığınız büyük cesaret. Bizim yaptığımıza, yapacağımıza cesaret dense de sizin ki gerçekten büyük cesaret. (Gezinir, ortada durur) Öyle değil mi ama? Hadi bizim ki ekmek parası. Bunu itiraf etmekten gocunacak, yüksünecek değilim. A evet büyük laflar edenler olmuştur bu sahnelerde. Öyle laflar edilmiştir ki duyanlar “Aha bu tiyatro olmasa dünya hepten harap olurmuş!” diyesi gelir. Ki bu denilsin için edilmiştir o laflar. Büyütmeye, dev aynasında göstermeye gerek yok. Nihayetinde bizim yaptığımız da insanal bir etkinlik. Ve bu etkinliğin başı da sonu da maişete gider. Neyse uzatmayalım. (Durur. Sol elini kulağına götürür.) kulağım çınlıyor. Sanırım yönetmenimiz şuan beni anıyor. (gülerek) Umarım tahmin ettiğim doğrultuda anıyordur. Bir oyunda anlatıcıya niye ihtiyaç duyulur bilmiyorum. Gerçi hoş olmuş, iyi olmuş. Böyle bir karakter olmasa karşınızda olmazdım. Ve ödemem gereken taksitleri kara kara düşünüyor olurdum. İçinizden “bu adam da dönüp dolaşıp paraya geliyor!” diye düşünenler oluyordur, olur. Ama siz de hak verirsiniz ki her canlı için, insan için geçim öncelikli olandır. Ve benim de geçindirmem gereken bir ailem var. Söylemesi ayıp, üç ay önce bu oyun için teklif alınca büyük ekran bir led tv almak zorunda kaldım. Kaldım diyorum çünkü bana kalsa aklımın ucundan geçmezdi ama çocuklar işte. Hevesleniyorlar. Ve onlar heveslerinin önünde rüzgâra kapılmış gibi sağa sola savrulurken biz de onların rüzgârlarıyla savruluyoruz. Yok demeyi beceremedim. Beceremedik. Ellerinizden öper biri kız, biri oğlan iki çocuğum var, kız lise sonda oğlan üniversite ikinci sınıfta. İşte bu iki tatlı belaya yoğu öğretemedik. Beceremedik. Becerenlere gıpta ettiğimi şu saat bildirmekten de gurur duyuyorum. Teknolojinin hızına yetişilmiyor ki birader. (durur. İzleyicileri süzer.) kimi yüzlerde “ne anlatıyor bu geveze?” ifadesini gördüğümü söylersem bağışlama lütfunda bulunulsun. Dediğim gibi böylesi bir oyunda niye anlatıcıya ihtiyaç duyulmuş bilmiyorum. Ama isabetli olmuş. Taksitleri aksatmaktan kurtulduk. Gelelim anlatıcıya. Ara ara sizlerin karşısına çıkacağım. Müdahale edeceğim. O kısımlar doğaçlama olacak. Diğer arkadaşlar sabır gösterip aynı şekilde karşılık verirlerse benim bir anlamım olacak. Olmazsa işler fena. Oyunun ana temasını yazarımız “kuşak çatışması” diye açıklamış. Ben bu kavramı sevmiyorum. Yok, sözcükler bağlamında değil. Yani ha kuşak, demişsiniz ha nesil, ha çatışma demişsiniz ha zıtlaşma benim için fark etmiyor. Olayın yanlış adlandırıldığına inandığım için sevmiyorum “kuşak çatışması” deyişini, adlandırmasını. Ama yazarımıza uymak zorundayız. Yani hepten doğaçlama yapamıyorum. Ve fakat ben olsam (öksürür, boğazını temizler, durup seyircilere bakar) “varoluş mücadelesi” derdim. Belki daha önce de söylenmiştir, duyanlarınız olmuştur, bu deyişi, bu adlandırmayı. Yani benim şuanda bulduğum, fark ettiğim bir şey değil “varoluş mücadelesi” deyişi. Malum ebeveynler çocuklarında varlıklarını sürdürmek ister. Daha çocuk doğar doğmaz “a burnu tıpkı babası.. gözlerini anneden almış” falan filan, denir. Ebeveynler çocuklarında ebediyen var olacaklarını duyumsarken, sevinirken çocuklar büyür. Bu yeni gelenler, doğanlar büyüdükçe de kendilerini yaşamak isterler. Onlar kendilerini yaşamak istedikçe ebeveynler ayaklarının altındaki toprağın kaydığını büyük bir üzüntü ile keşfederler. Bu acı verir. Bu acıdır. İki varlığın varoluş mücadelesi başlar. Adına da çokbilmişler “kuşak çatışması” der. Değil. Siz bana inanın yok öyle bir şey. Yanlış adlandırma. (durur. Sağ elindeki kağıt tomarını kaldırır. Okur. Saatine bakar.) Tüh.. çoktan oyunumuzun kahramanlarından Avni Bey’i çağırmalıydım. Valla yönetmenimiz küplere binmiştir. Hayret şimdiye çoktan sahneye dalardı ama sanırım onun da bir eşref saati var. Ona denk geldik. Efendim kahramanlarımızdan Avni Bey elli yaşını geçkin bir miras yedi. Bakın burası önemli. Niye derseniz herhangi bir işi yok. Emekli de değil. Okumuş, yüksek tahsil yapmış. Evlenmiş. İşsiz güçsüz ama varlıklı bir ailenin tek oğlu. Babadan kalanları tüketmekte. Bu karakterle ilgili o kadar çelişki var ki saymakla bitmez. Gerçekçi değil. Evet değil. İşi olmayana bizim toplumda kız veren olur mu? Hem ailesinin zenginliğiyle de ilgili bilgilerimiz yok. Babasından öğrendiği gibi yapmış o da tek çocuğa sahip. Onun da bir oğlu var. Yalnız oyunda Avni Bey’in oğluna dair bir tek replik görmedim. Ses olarak da herhangi bir kayda rastlamadım. Zaman zaman ebeveynleriyle telefonla konuşan biri. Konuşan demeyelim de, konuşulan biri diyelim. Ne kendisini gördüm, ne sesini duydum. Varla yok arası bir şey. Avni Çok uysal, yumuşak başlı biri. Bunlar kağıtta yazanlar. Gelin görün ki Avni rolünü oynayan arkadaşımız gerçekte çok titiz, sert, asabi mizaçlı biridir. Bu rolün altından nasıl kalkacak onu bilmiyorum. Hep beraber göreceğiz. Avni Bey’in eşi Tülay Hanım evi çekip çeviren anaç bir karaktere sahip. Evde baskın olan varlık Tülay Hanım. O da ellili yaşlarda. Hizmetlilerimiz var. Ne iş yaptıklarını bilmiyorum. Gerçi bayan hizmetli arada bir Avni Bey’e olsun, Tülay Hanım’a olsun çay, kahve türü şeyler getiriyor da, erkek hizmetlinin öyle şeyler de bezi yok. O daha çok rehberlik görevi ifa ediyor. Ya Tülay Hanım’a “O şal ayakkabınızla örtüşmüyor” diyor, ya da Avni Bey’e “bu kadar çok çay içmeseniz, gece rahat uyuyamayacaksınız!” türü şeyler söylüyor. Yol yordam gösteriyor ki, bir hizmetlinin böyle davranması gerçeklikten uzak. Yeşil Çam’ın Hulisi babası ile hizmetlilerinin ilişkisini bile andırmıyor. Her neyse.. madem öyle yazılmış, yönetmenimiz bir terslik görmemiş, bize de yazılana uymak kalıyor. Avni Bey’i çağıralım biz. Yok.. çağırmıyorum. Avni Bey’i çağırmak yerine ben yazarı çağıracağım. Burada doğaçlama yapabiliyorum. (sahnenin gerisini doğru geri geri gider, sağ kapıya yaklaşır. Elini kapıya doğru uzatır, yüksek sesle) Bayanlar baylar oyun yazarımız Ahmet Raci.

SAHNE İKİ

Ahmet Raci - Anlatıcı

(30’lu yaşlarda zayıf kısa boylu Ahmet Raci sağdan girer.. çekingen adımlarla Anlatıcı ile birlikte sahnenin önüne doğru yürür. Hafif eğilerek seyircileri selamlar.)

Anlatıcı- Bayanlar baylar oyun yazarımız Ahmet Raci. (Ahmet’e döner) Hoş geldiniz Ahmet Bey.

Ahmet-  (Kısık bir sesle) Hoş bulduk.

Anlatıcı- Özür dileyerek metinde olmayan bir soru sormak istiyorum. Sahi böyle ayakta iyi miyiz? (Koltukları işaret eder) Oturalım mı? (Cevabı beklemeden) Yok, ne o öyle tv.’lerdeki talk showlara benziyecek. (izleyicileri gösterir) Misafirlerimiz talk show izlemek isteseler televizyonlarının karşılarında otururlardı. Dediğim gibi, metinde olmayan bir soru sormak istiyorum. Hayır yani sormasam merakımdan çatlayacağım neredeyse. (Ahmet gülümser gibi yapar. Anlatıcı da sahte bir merak içindedir.) Neden bir Anlatıcıya ihtiyaç duydunuz? Benim bu oyunda olmayışımın oyun için bir eksiklik yaratmayacağı ortada. Olsam da olur olmasam da? Niye bu oyunda varım? Niye buradayım?

Ahmet- (Yutkunur. Öksürür, boğazını temizler, cılız bir sesle) Benim yazdığımı oyunda bir anlatıcı yoktu. Oyunda sizin gibi biri yok! Ben de sizin kadar şaşkınım aslını sorarsanız.

Anlatıcı- (Gerçekten şaşırmıştır. Kaygılanmaya başladığı her halinden bellidir. Kendinden emin tavrı kaybolur.) Yok mu? Nasıl yani? (Zoraki gülmeye çalışır) Şaka yapıyorsunuz. Olur mu öyle şey? (Kendi kendine) İşte şimdi hapı yuttuk. Led tv’yi erken mi aldık nedir? (Ahmet’e döner, yüksek sesle) İyi ama elimdeki metinde ben varım. (Elindeki kağıt tomarını gösterir, karıştırır. Şaşkınlığı gittikçe artmaktadır.) Bu kağıtlarda bir kaçında ben varım, karışmış olmalı, acele etmeyin.. şimdi bulurum.

Ahmet- (Ciddi) Yok gerçekten yok. Eğer varsanız da sanırım yönetmenimizin takdiri. Varsanız olmanız da bir sakınca yok. Var olmuş olmalısınız ki de buradasınız.

Anlatıcı – (Sözünü keser) E herhalde yani. Sevgili yönetmenimizin takdiri elbet. (Elindeki kağıtları araştırmayı bırakır.) Yazdığınızda yoksam ve sahnedeysem kendi kendime çıkamam ya. Elbet sevgili yönetmenimiz bir eksiklik fark etmiş ve bu eksikliği gidermek için de beni icat etmiştir. Hem gerçekten güzel bir buluş. (Boş elini alnına vurur) Tüh.. tabi ya.. tevekkeli bütün oyuncularla tanışmışken sizinle tanışmamış olmamdan çıkarmalıydım bunu. Size haber verilmemiş. Neyse bu ilk yazdığınız oyun değildir herhalde?

Ahmet- Sahnelenen ilk oyunum bu!

Anlatıcı- Her şeyin bir ilki vardır elbet. Peki neden kuşak çatışmasına vurgu yapıyorsunuz? Kuşak çatışması diye bir şey yoktur aslında. Varoluş çatışması, mücadelesi deseydiniz daha tutarlı olmaz mıydınız? Olmaz mıydı?

Ahmet - (Boğazını temizler) Sanırım o zaman da “neden varoluş mücadelesine vurgu yaptınız? Öyle bir şey yok derdiniz sanırım.

Anlatıcı- (Kendine güveni geri gelmiştir. Alaycılığına bürünmüştür yeniden) Ben demezdim.

Ahmet- Diyen biri çıkardı sanırım. Sözcüklerde, adlarda kalmanın bir anlamı olduğunu düşünmüyorum.

Anlatıcı- (Kısık sesle) Düşünebildiğinizi bilmiyordum.

Ahmet- (Anlamamış gibi, hafif öfkeli bir sesle) Anlamadım.

Anlatıcı- Evet öyle de denebilir. Kusura bakmazsanız, eleştiri olarak almazsanız oyundaki kişiler sanki gerçekçi değiller.. yani en azından bana öyle geldi.

Ahmet- (Öfkesini açıkça belli eder.) Bir oyunda ya da gerçek yaşam dediğiniz şeyde gerçeklik nedir ki? Siz gerçeklikten ne anladığınızı anlatın ben de ona göre karşılık vereyim.

Anlatıcı- Yani şimdi şöyle söyleyeyim.. Hani evin bir çocuğu var. Neredeyse ebeveynlerin bütün konuşmaları, davranışları onun üzerine ama gelin görün ki merkezdeki bu kişiyi değil görüntülü olarak görmek, ses olarak bile duymuyoruz? Ya telefonla konuşan annenin evladım, oğlum demesinden, ya babanın aynı şekilde telefonla görüşmelerinden bir çocuktan, yetişkin bir erkek çocuktan haberdar oluyoruz. Hem en önemli kişi olsun hem de oyun boyunca gözükmesin.. şimdi bu gerçekçi olur mu?

Ahmet- (Kızgınlığı, öfkesi daha da artmıştır)- Godot’yu Beklerken oyununu duymadınız mı bir de oyuncusunuz?

Anlatıcı- (Daha bir alaycı olmuştur.) Duymaz olur muyum?. Hatta lise sıralarında sahnelemiştik de.. o oyun benim nazarımda absürtlüğün nihai noktasıdır.

Ahmet- (Sert ve alaycı bir tonla) Yanlışlar kervanında siz de varmışsınız. Orada aslolan bekleyiştir. Bekleyişin neliği incelenir o oyunda. Godot’un varlığı yokluğu önemli değildir. Bekleyiş.

Anlatıcı- (Sahte bir gülümseyiş ve sahte bir sevecenlikle) Keşke Godot’yu sahneleseydik.

Ahmet- İyi olurmuş.. hiç değilse sizden haberim olmazdı.

Anlatıcı-  (Durur. Bir anlık bir sessizlik) Engin hoşgörünüz için teşekkürlerimi sunuyor, sizi yerinize davet ediyorum. Tanıştığımıza memnun oldum. (Sol kapıyı gösterir. Ahmet seyircileri başıyla selamlar. Sol kapıdan çıkar. Anlatıcı elindeki kağıtları inceler) Hımm.. Şimdi sırada kim vardı? Yönetmenimizi mi çağırsam Avni Bey’i mi? (Seyircilere bakar. Yardım ister gibidir.) Sizlerden bir işaret bekliyorum ya.. Müdahil olmak istemezsiniz. Genelde öyledir..



Cemal Çalık, 02.07.2014,  Konuk Yazarlar,  Sonsuz Ark, Oyun, İsyan




İsyan (Oyun)/ Birinci Perde - Sahne: 3-4 >>
İsyan (Oyun)/ Birinci Perde - Sahne: 5-6 >>
İsyan (Oyun)/ Birinci Perde - Sahne: 7-8 -9>>

Seçkin Deniz Twitter Akışı