16 Aralık 2023 Cumartesi

SA10489/SD2953: Sıkıntı (Roman); 6. Bölüm-Ova 29

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"İnsan kibri hiçbir şeye benzemiyordu, çok iğrençti, bayağı ve mide bulandırıcıydı. Şeytan’ın lanetli sınırlarını da aşan bir başkaldırıydı. Geçmiş böyleydi, şimdi de böyle. Gelecek ne gösterecek bilmiyordum."

‘Ova Yazarı’nın notları düşüncelerimle ve şahit olduklarımla eşleşiyordu. Birçok şirket yöneticisinin sanki çok ulvî bir şeymişçesine moda akımlara kapıldığını biliyordum. Bir kısmı o kadar titizdi ki, bir Müslümanın namazına olan düşkünlüğünden daha sıkı bir ritüel düşkünlüğü taşıyordu çevrelerine.

Özellikle Budizm, meditasyon ya da yoga. Bir şey sanki gücün damarlarına bunu dayatıyordu. Yine acınılacak durumdaydı insan; milyonlarca yıllık dünya hayatında atalarının yaptığı hatalardan hiç ders almamıştı.

Yorulduğumu hissettiğim zamanlarda şimdi olduğu gibi insanın geçmişine odaklanırdım. Ben de kısa bir süre sonra bu geçmişin bir parçası olacaktım. Ne kalacaktı benden geriye?

Bu soru her zaman yorgunluğumu bir bahar dinginliğine dönüştürecek kadar enerji verirdi bana. İnsanların düşüncelerindeki kaostan kurtulmak için girdiği arayışları gördükçe şaşkınlıkla bakardım; ne arıyordu insan? Kur’an her yerdeydi, neden Kur’an okumuyordu?

Sebebi açıktı aslında: ‘Biz Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını arttırır.’ diyordu Allah İsrâ Suresinin 82. ayetinde.

Kur’an’ın verdiği şifa ve rahmet ancak inananlar içindi.

Uçak Adana semalarına doğru süzülürken ‘Bekçi’nin notlarına geri dönmüştüm:

“Son yüzyılda korkunç bir hızla yayılan 'Buddha ve Konfüçyüs öğretileri' keskin bir durulanma görüsüyle, 'yoga koşullanması' ve 'hiçlik' ile birlikte 'evrensel güç' paradigmaları, Yahudi-Hristiyan Batı medeniyeti için 'kökleri olan' yeni değerler oluşturmakta kullanılmaya başlandı. (Brenda Shoshanna ‘Jewish Dharma’ adlı kitabında Yahudilik ve Budizm'in ruhani uygulamalarının "bir kuşun iki kanadı" olduğunu söylüyor.)

Artık karma bir din veya eski öğretilerle yeni psikolojik sistem unsurlarının oluşturduğu 'değerler sistemi' denebilecek ürünlerin tümü, Batı insanı için 'yepyeni bir hayat tarzı' öneriyor. Ancak yeni değerler sistemi, Batı medeniyetinin temeli olan 'ben olgusu' ile ilişkilendirilerek daha cazip bir hâle getirilmeye çalışılıyor; yine bir paradoks oluşturuluyor ve arayışların tümü insanın 'ben merkezi'nde son buluyor. Ne yazık, ki; 'ben mutluluğu', yeni asalet ve dinginlik arayışlarını tekrar başa döndürmekten başka bir işe yaramıyor.

Bu yeni paradoks, insanlığa neler kazandırabilir? Her bir paradoksun, arayışların devam etmesini sağlayacağı kesindir. Batı insanı 'dinginlik arayışları'na devam edecektir; tarih boyunca her paradoks salgını bu salgından maddî çıkar sağlayanları zengin etmiştir ve gelecekte de zengin etmeye devam edecektir.

İnsanın dinginlik arayışında 'ben'in özne olduğu, hedef veya eylem olmadığı apaçık belliyken, insan neden 'ben'i hedef ve eylem olarak tasarlamakta ve ısrarla insanın bireysel ve sosyal pozisyonlarını çalışma alanlarından uzakta tutmaktadır? Gerçekten, insan için bu tür arayışlar İslam’la sona ermemiş midir?”

Evet; daha ilginç olan bir tespit de burada vardı; Batı medeniyeti, yeni değerler sistemi oluştururken, ısrarla İslam’ın özel ve genel değerlerini dikkatlerden uzakta tutmaya çalışıyor ve tutuyordu. Oysa insan aklı, bilimin son ürünlerini kendisi için kullanırken eski ürünlerini çöpe atmakta asla tereddüt etmiyordu. Yeni bir bilim kanunu, eskisini kolaylıkla sistem dışına itebiliyordu. Dinler örgüsünde en son ürün olan İslam ve İslam Medeniyeti ve Kültürü, hâlâ insanın bilimsel yeniliklere karşı geliştirdiği aşırı duyarlılığa muhatap olmuyordu, oldurulmuyordu.

“En yeni din apaçık ortadayken, sürekli eski dinlerin öne çıkarılmasının temel sebebi nedir?” diye soruyordu ‘Bekçi’. 'Ben' i merkeze yerleştirmeyen ve tüm 'dinginlik değerleri ile araçlarını' eksiksiz içeren kusursuz bir sistem mevcutken, insan yeni paradokslar oluşturmayı neden seçer? Arayışlarının sona ereceğini bilen insan, neden arayışlarını sona erdirecek adımları atmaz?”

Ve sorusunun cevabını yine kendisi veriyordu:

“Cevap aynı: 'ben’, ‘ben'in ân, gelecek ve mutluluk kaygısı. Yeni akım 'yoga' ve yeni ve daimî paradoks; 'ben'. Akıllı ve bilimsel batı, ne yazık ki hâlâ aynı yerde.”

Şeytan tarafından tıpkı Şeytan’ın benlik mücadelesi gibi bir mücadeleye zorlanıyordu insan. Peki kime karşı? Şeytan Allah’a karşı benlik mücadelesi başlatmıştı, insanı da Allah’a karşı kışkırtıyordu. Allah’a, ‘İşte bak, uğruna beni lanetlediğin insan bu!’ demek için.

Samirîler tarihten hiç ayrılmamışlardı ve karanlıklarda gizli gizli çalışıyorlardı. Paraya, silaha, sanata, söze ve bilgiye hükmediyor, bütün insanları tepelerinden tutuyor ve çekiyorlardı cehenneme doğru. Şimdi de insanları sürü halinde kaosa doğru sürüklüyor ve bir zamanlar sosyalizmi koydukları gibi, insanların önüne sonsuz bir kısırdöngüden başka bir şey olmayan ve üç yüzyıldır yüceltilen ve artık kullanım haddi dolan Ateizm’in bir başka versiyonu olan Budizm’i koyuyorlardı.

İnsan kibri hiçbir şeye benzemiyordu, çok iğrençti, bayağı ve mide bulandırıcıydı. Şeytan’ın lanetli sınırlarını da aşan bir başkaldırıydı. Geçmiş böyleydi, şimdi de böyle. Gelecek ne gösterecek bilmiyordum.

Her seferinde ‘İnsanın daha iyi olacağına dair umudunu kesme insandan!’ diyordum, sonra düşünüyordum, ‘İnsan ‘daha iyi nedir’ diye soruyor mu?’ diye soruyordum kendime. ‘Sormuyorsa ne yapabilirsin ki?’

Uç uca eklediğim halkalar çentik atılmış çelikler kadar soğuktu. İlkesel olarak her konuda bilmediğim çok şey olduğunu düşünerek başlardım düşünmeye; ama ortada geçmişten gelen açık bir sonuç varsa öncesi kuşkusuzdu. İnsan Nuh Tufanı ile cezalandırılacak kadar azmıştı, tekrarlanan azgınlıkların bugüne taşınması samirîlerin Şeytan’la iş birliği sayesinde mümkün oluyordu.

Çocuklarım gelmişti aklıma. Neslimizi korumalıydık; onlara her şeyi ince ince anlatmalıydık. Ama bunu nasıl yapacağımızı bir türlü öğrenemiyorduk. Hangi akıl yaşında onlara neleri anlatacağımızı hiç düşünmemiştik. Düşünmeyi ve üretmeyi unutmuştuk. Kavramlar ve bu kavramların tanımları düşünce evrenimizin inşâsı için vazgeçilmezdi.

Ne yazık ki ne Kur’an’ın kavramlarını düşünce sistemimizin temeline yerleştirip onlara uygun bir hayat tasarlıyorduk, ne de Batı’dan aldığımız yabancı kavramların bize verdiği zararı sorgulayacak kadar farkındaydık; sürüklenip gidiyorduk karanlık bir cehenneme doğru.

Erkek ve Kadın’dan oluşan insanın cinsiyetine yapılan varlıksal saldırı neredeyse bütün insanlara kendilerini inkâr edecekleri bir şeytanî düzen kurmaya odaklıydı. İnsanın en büyük düşmanı insan olmuştu. Her şeyi yeniden düşünmeliydik, kullandığımız kavramları tek tek şeytanî kötülüklerden arındırmalı ve yepyeni bir hayat kurmalıydık çocuklarımız için. 


<< Önceki                      Sonraki>>


[14.12.2023, (6/59 (584))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 16.12.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı