25 Kasım 2023 Cumartesi

SA10459/SD2932: Sıkıntı (Roman); 6. Bölüm-Ova 23

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Eleştirilerim vardı ta Adem’le eşinin aldatıldığı zamandan bugüne kadar taşınan ve bugün de halen insanı aldatan ve insanları müşrik bataklığına doğru çeken."

Aşk, şeytanî bir tasarımdı, ilahî olan sadece sevgi ve merhametti. Köylü erkeklerin sevdiği kız yahut köylü kızların sevdiği erkek ‘âşık-mâşuk’ değildi, yavukluydu. Bu da insanlığın duygusal sınırlarının en sade haliydi, kentliler işi berbat ediyorlardı, sevgiyi aşka dönüştürüp duygulardan bulamaç yapıyorlardı...

Aslında hepimiz biliyorduk; ‘Aşk’ı kentliler uydurmuştu; aşk, şeytanî bir kışkırtıydı; aşk, insana düşman olduğu için insanın içini eritiyordu ve ruhundan tutup insanı putperest Roma’ya sürüklüyordu.

‘Ova Yazarı’nın kavramlarla ilişkimizi sorgularken, ‘kırmızı tavşan’ olarak tanımladığı ‘aşk’a bakışı benim bakışımla paralel, ancak acımasız bir nesnellikteydi, fakat ‘Bekçi’ bu kez beni de şaşırtan bir yakınlıkta duruyor, içimize giriyor ve mesafelerin anlamsızlığını kabarık bir şekilde görmemize neden olan uyarıcı ve sert bir dil kullanıyordu:

“’Aşk’, deseniz de tüm düşüncelerinizin en güzel yerinde duran, o duygu olsa bile, bütün mutluluk kurgularınızı onunla var kabul etseniz de siz aslında gerçek bir budalasınız. Ve ne yazık ki; siz, düşlerinizde büyüttüğünüz kendinizi başkasında görmeye çalışıyorsunuz. Sizden üreyen sizsiniz o aşk yüklediğiniz, başkası değil. Mükemmel bir ‘benci’ olduğunuzu da kabul etmemek de budalalık olur!”

‘Budala’ ne anlama geliyordu? ‘Bir şeye düşüncesizce düşkünlük gösteren kimse’, ‘Aklının azlığından dolayı yeterince düşünemeyen ve akıllıca hareket edemeyen, aptal, ahmak, bön, alık’ diyordu sözlükler. Çok yerindeydi bu tanımlama; gerçekten şaşırtıcı bir yerindelikti bu.

“Ne istersiniz?” diye soruyordu ‘Bekçi’. “Körlüğünüze inanmamızı mı? İnsanlar yüzlerce yıl âşık oldular; âşık olduklarına ulaşanlar için en büyük azap hemen başladı; kalkıp giden uysallıklar, yerlerini klasik davranış modellerine bıraktı...

Siz hiç evlenebilmiş âşıkların öykülerini duydunuz mu? Neden duymadınız, aşk sadece bekârlar için mi vardır? Yani âşıklar evlenince birbiriyle, aşkları nereye kayboluyor sizce? Onları neden işlemez öyküleriniz? 'Aşk' dedikleri şey, ulaşana kadar çekilen ‘abartma stresi’ değil midir?

Üstelik ulaşılmaz olana duyulan aşk, daha güzel gelir budalalara; acı katsayısı yükselir ve gerçek bir gizil zevk duyulur, acıdan... serhoş demler, berduş refleksler ve umarsız bakan gözler; alın size baldırı çıplak bir aşk hikâyesi; herhangi bir minik ‘duygu’ esintisinden kaynaklanan gözyaşları ve içten dışa doğru dalgalanan bir isyan; “O neden yok?”

İyi ama, neden var olsun ki? Bu duygunun sıradan olduğu bilinse, neden onun yokluğu acı versin ki? Söylesenize neden evlenmiş âşıkların aşkı yok mısralarınızda? Nasılsa siz de evlenmek için âşık olmuyor musunuz?

Sorun değil; sürdürün demode olmuş aşk acılarınızı, saklayın kendinizi. Zaten, hayatınızdan silinmesi gereken zamanlardadır ‘o acılar’ hep; gündelik ajandanızda belirli günlerin üstü çizilmiştir. Bunlar o günlerde yok olmanız gereken aşk zamanlarına tekâbül eder. Bunlar ölü zamanlar anlayacağınız; size kolay gelsin!”

Aşk bir ‘kırmızı tavşan’dı, sahte gerçek inşa ederek insanları Allah’ın çizdiği sınırların dışına çıkaran. İD ve Mahir ne kadar da aşk canlısıydı ama oysa… ya da Cevval ne kadar da aşk düşmanı.

Ben, Rûm Suresinin 21. ayetini esas alıyordum: ‘Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.’

‘Ova Yazarı’nın da esas aldığı şey insanlık tarihindeki aşk acılarıydı. Düşünen bir toplumun aşk yerine sevgi ve merhametten alabileceği dersleri hatırlatıyordu; budalalık da düşünmeyen bir toplumun fertlerinin en temel özelliğiydi. Kesişiyordu nihayetinde söylediklerimiz. Ancak kaygıyla kuşatılmıştık, güvende hissetmiyorduk çocukluktan itibaren aşk şartlanmalarıyla ve acılarıyla büyürken. Ve ne yazık ki yetişkin iken de bizi kişisel ve toplumsal olarak zayıflatan bu karmaşayı sorgulamıyorduk.

İnsanlar neden kendilerini çok güçlü kılacak olan Kur’an’ı okumuyorlardı ki? Namaz kılarken okuduğum Rûm Suresinin 30-32. ayetleri sanki bu kuşatılmışlığımızın kurguladığı ve bize dayattığı kaygıların nasıl yok edileceğini ve nasıl güvende hissedeceğimizi anlatıyordu bana:

‘Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler. Allah’a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. Her bir grup kendi katındaki (dinî anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir.’

İnsan fıtratı nasıl bir şeydi ki? Geçmişte yaşamış olan, şu anda yaşayan ve gelecekte doğacak olan her insan bu fıtrata göre yaratılıyorsa, sımsıkı tutunmamız gereken bu fıtrat nasıl bir fıtrattı? Öldüren, yalan söyleyen, Allah’tan başka tanrılar edinen, zina eden, çalan ve daha birçok kötülük yapan insanın fıtratı aynı fıtrat değil miydi? Allah ‘fıtrat’ derken neyi kastediyordu?

Her şey o kadar açıktı ki, ‘Yüzünü dine çevir’ diyen Allah, ardından ‘fıtratına, yaratılışına tutun’ diyordu. Fıtrat, insanın genetik olarak nasıl tasarlandığına işaret ediyordu; doğan, yaşayan ve ölen, bu aşamalar arasında da öğrenen, düşünen ve davranan insanın bütünüyle aynı özelliklerle donanmış olduğunu anlatıyordu bize. Bu fıtrat üzere doğan insanın tamamlayıcı göğü ‘din’di; özgür iradesiyle yöneleceği din. Aksi halde güvende hissedemez, Şeytan tarafından kuşatılmış olmanın getirdiği kaygıların esiri olmaktan kurtulamazdı.

İnsan, fıtratının zorunlu kıldığı gibi Allah’a yönelmek üzere yaratılmıştı, ancak Şeytan ve nefsine bağlı olarak yaratılmış olan özgür iradesi bu yönelmeyi engelliyordu. Doğduğu andan ölümüne kadar insana kendi bütüncül varlığını dayatan fıtrat, hırpalansa da insan zihninin dinlenmeye geçtiği anlarda kendi akışında ilerleyen arındırıcı bir akarsu gibiydi. Şeytan’ın etkisinin azaldığı anlarda farkına varan insan fıtratına tutunarak arınma imkanına sahipti.

Ne var ki bu, dine ve fıtrata aykırı davranan müşrikler için, dinlerini darmadağınık eden ve kendilerine ait kıldıkları ve din dedikleri şeylere inananlar için her zaman geçerli değildi.

Namaz bitince dua ettim; namaz zaten dua idi ama insan olarak yaşadığımız her ânın getirdiği yüklerle yaşadığımız için bağışlanmak için Allah’a yalvarmaya ve ondan yardım istemeye ihtiyacımız vardı, fıtratımız böyleydi. Umut ediyorduk, umduklarımız vardı hayatta; her şeye gücü yeten Allah’tan istiyorduk umut ettiklerimizi. Başka nasıl güçlü hissedebilirdik ki?

16.37’ydi saat Mescid’den çıktığımda. Yavaş yavaş yürüyordum bir uzay üssü gibi görünen İstanbul Havaalanı’nda. Bu devasa havaalanı yaklaşık iki yüz yıldır her şeyin en kötüsüne maruz kalan ülkem insanı için gurur vericiydi. Henüz birçok bölümü tam kapasite ile çalışmaya hazır değildi, ancak yüksek kalite standardı hemen her ayrıntıda dikkat çekecek kadar baskındı. Ülkemdeki değişimi fark edecek kadar ortasındaydım hayatın.

On sekiz yaşındaydım her şeyin değişmeye başladığı 2002 yılında. On sekiz yıldır da Türkiye’nin yaşadığı kasırgaların tam ortasında herkesin gördüğü her şeye şahit olarak, bazen de herkesin göremediği şeylerin nasıl değiştiğinin farkında olarak yaşıyordum. Eleştirilerim vardı ta Adem’le eşinin aldatıldığı zamandan bugüne kadar taşınan ve bugün de halen insanı aldatan ve insanları müşrik bataklığına doğru çeken.


<< Önceki                      Sonraki>>


[18.11.2023, (6/47 (572))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 25.11.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı