26 Kasım 2023 Pazar

SA10460/SD2933: Sıkıntı (Roman); 6. Bölüm-Ova 24

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Bence insanlar ‘gerçek’ten korkuyorlardı; gerçeğin etrafında dolanıp ateş dansı yaparak tatmin olmayı seçiyorlar ve aydınlandıklarını sandıkları o yanıltıcı ateşi kutsuyorlardı. "

İnsan olgusunun ne kadar cahil olarak yetişebildiğini kanıtlayan binlerce örnekle karşılaşmıştım mesleğim gereği. Erdoğan’ın liderlik ettiği İktidar Partisi’nin artıları ve eksileriyle çizdiği karmaşık bir yol alıyordu ülkem. Bazen coşkuyla desteklediğim bazen de öfkeyle eleştirdiğim şeyler oluyordu; her durumda ben olan biten her şeyin şahidiydim. Âdil olmak zorundaydım, eğer bir şahit âdil değilse hakikate ihanet etmiş olurdu.

Mahir’le anlaşamazdık bu hususta. Çok eleştirirdi Mahir iktidarı. İktidarın sağladığı basamaklarda hakkı olmayanları almaya çalışanlara öfkeliydi. Yozlaşmadan bahsediyordu Mahir, liyakatsizlikten. Her seferinde ona neden muhalefetin dilini kullandığını, ‘liyakat’ dediği şeyden neyi kastettiğini soruyordum ben de.

Mesela bu havaalanını gerekli bulanlar, tasarlayanlar ve yapanlar liyakatsiz miydi? Ben bu havaalanını kullanıyor ve bu sanat yapıtının liyakatle ortaya çıktığını düşünüyordum. İşim gereği Türkiye’nin yükselen sanayisinin de liyakatli ellerle mümkün olduğunu görüyordum. Artan nüfusu beslemek, eğitmek, iş sahibi yapmak, bu nüfusun iç ve dış güvenliğini sağlamak, sağlık, ulaşım ve sosyal güvenlik hizmetlerini finanse ve organize etmek çok basit şeyler değildi; bunlar nasıl mümkün oluyordu?

Terörle, askerî darbelerle, yargısal baskılarla, ekonomik ve finansal ambargolarla aralıksız bir şekilde saldırıya uğrayan ve içten içe hainler tarafından çürütülen bir ülkede liyakat hangi anlama gelebilirdi ki?

Erdoğan bu milletin içinden çıkmıştı ve bu milletin çocuklarıyla yürüyordu. Birlikte yürüdükleri hain ise liyakatin ne gibi bir anlamı olabilirdi ki? 15 Temmuz Darbesi’nden sonra bile liyakatsizlikten şikâyet ederek iktidarı kötülemeye devam eden FETÖ üyeleri liyakatsizlerden mi oluşuyordu da Erdoğan 2002’den 2011’e kadar onlarla yürümüştü? Sadakat bir insana olduğu gibi, bir inanca ve bir ülkeye de olabilirdi, olmalıydı.

Liyakatsiz ama sadakatinden şüphe duyulmayan bir insanı yetiştirebilirdin, oysa liyakatli ancak hain olan birinin liyakati sadece vatanına, hakikate ihanetini arttırırdı; onu insanına, inancına faydalı biri yapmazdı.

Ya da CHP’nin liyakat eleştirisi? CHP ve liyakat yan yana gelemeyecek kadar zıttı birbirine. Kendisinde olmayanı başkasında ölçebilir miydi biri? Yemek yapmasını bilmeyen yapılan yemeğin iyi ya da kötü olduğunu nasıl söyleyebilirdi?

Cumhuriyetin kurucusu olan ve Türkiye’yi aralıksız yirmi yedi yıl yöneten CHP, kökleri tanzimat döneminden gelen İttihat-Terakki güdümlü siyasetin ve bütün yeni kurumların temelini bir daha asla düzelmeyecek şekilde atmıştı; her aşamada eskisinin devamı olan askerî ve sivil bürokrasinin dokunulmaz olduğu Türkiye’de, siyasetin, kurumların işleyişi değiştirilemez durumdaydı ve bürokratlar bu değiştirilemezliklerin içinde aynı yasalarla çalışmaya devam ediyorlardı.

Erdoğan bu devasa karmaşanın nasıl işler gibi göründüğü halde ülkeyi bataklığa sürüklediğini her seçim sonrası daha yukarıları zorladıkça adım adım görüyordu ve karşılaştığı engelleri anlıyor, sistemi sabırla düzeltmeye çalışıyordu.

Temeli kasıtlı olarak yanlış atılmış bu sistemin düzelmeyeceğini bir sistem mühendisi olarak biliyordum, doğal olarak da gücü sınırlı olan herhangi bir dürüst siyasetçiyi doğrudan suçlayamayacak kadar vicdan sahibiydim. İktidar gücü her zaman ağzı salyalı, güç ve para peşinde koşan insanlık dışı türleri cezbeden bir güçtü, bu hiç değişmemişti ve asla değişmeyecekti.

Erdoğan liyakatsiz insanlarla çalışmaktan hoşlanmayan biriydi, ancak elindeki malzeme buydu. Doğuştan devlet katlarında yerleri hazır olan solcuların ya da Cumhuriyet elitlerinin, daha doğrusu masonların katı kurallarla korudukları devlet piramidinden uzakta tutulan bu halkın çocukları nerede ve nasıl liyakat elde edeceklerdi ki?

2002’den 2019’a kadar geçen on sekiz yıl yeni bir sistem üretecek akla sahip bir bürokrasi ya da siyaset üretmek için yeterli bir süre değildi. 1808’den 1908’e yüz yıl geçmişti; Osmanlı bu süre zarfında işlevsizleştirilen ya da yeni kurulan bütün kurum ve kuruluşlarıyla çökmüştü.

Osmanlı hanedanı varlığını korumak için mason olmayı seçen ve ateist Fransız Obediyansının mason üstadına itaatini bir mektupla ileten Halife V. Murad gibi bir gerçeğin utancı ile yaşarken, mason şeyhülislamların sıradanlaştığı bir ülkenin kurum ve kuruluşları ile liyakat arasında herhangi bir bağ kurulamazdı.

Bütün Müslümanların temsilcisi olan ve kendisini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olarak tanımlayan Halife nasıl ateist bir mason üstadına tabi olduğunu söyleyebilir ve mason olabilirdi? Müslümanlara Kur’an esaslı bir yaşam standardı vaat eden bir Şeyhülislam nasıl satanist olabilirdi? Masonların kurdukları piramit koşulsuz itaat dışında ne gibi bir liyakat gerektiriyordu? Cumhuriyet’i kuranlar bundan ne kadar muaftı, günümüz bürokrasisi ya da siyaseti bundan ne kadar uzaktı?

Mahir’e defalarca sormuştum; ‘Bu sistem böyle bir insan yapısı üretiyor, sence bu sistemi Erdoğan değiştirebilir mi?’

‘Değiştiremez!’ diyen Mahir sorularımı haklı buluyor, ama eleştirmekten asla geri durmadığım Erdoğan’a hakkını teslim ettiğim hususlarda da yine bana kızıyordu. Ben bir şahittim, yakın iki yüz yıllık geçmişte benim gibi âdil şahitler olsaydı, bugün geçmişteki herhangi bir ismin etrafında üretilen belirsizliklerden hiç kimse faydalanamazdı.

Aslında gerekçelerini bildiğim için hak verdiğim Mahir’in eleştirisi, sadece herhangi bir iktidara has değildi, Erdoğan iktidarının da üzerinde şekillendiği ortalama muhafazakâr siyasî geleneğe ve bunun şekillendirdiği yine aynı gelenekten beslenen çapsızlığa yönelikti. Ona göre bugünkü iktidarın en büyük hatası da bu çapsızlığı hiç görmeyişi, hatta yer yer destekleyerek bu hali esas çap yerine koyuşuydu.

Bence insanlar ‘gerçek’ten korkuyorlardı; gerçeğin etrafında dolanıp ateş dansı yaparak tatmin olmayı seçiyorlar ve aydınlandıklarını sandıkları o yanıltıcı ateşi kutsuyorlardı. Mahir’in, ‘ortalama muhafazakâr siyasî gelenek’ olarak tanımladığı şey, sistematik olarak kurgulanmış ve sorgulaması yapılmış bir temele sahip değildi, kendisini Kur’an’la tanımlama ve geliştirme cesaretine sahip olmayan, ideolojik kökleri masonlar tarafından tahrif edilmiş statik bir yapıydı. O yüzden herhangi bir siyasî geleneğin çapını yansıtacak çözümler üretemiyordu. 


<< Önceki                      Sonraki>>


[18.11.2023, (6/49 (574))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 26.11.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı