23 Eylül 2023 Cumartesi

SA10371/SD2874: Sıkıntı (Roman); 6. Bölüm-Ova 5

    Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Allah’a, insanlara, hayvanlara, doğaya ve evrene karşı büyük bir saygı ve incelikle yaklaşmaktı sanat ve bunu hayatın her aşamasında yaşamaktı."

İnsan yaratılmış en üstün varlıktı. Allah, melekler dahil bütün yarattıklarına ‘Adem’e secde edin!’ diye emrettiğine göre bunda kuşku yoktu. Tîn Suresi’nin 4. ayetinde ‘Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık’. diyordu Allah ve hemen ardından 5. ayette ‘Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik.’ 6. ayette de, ‘Ancak, iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar için devamlı bir mükâfat vardır.’

İman etmek ve salih amel işlemek bizi ayrı ve üstün tutuyor, aşağıların en aşağısına inmemizi engelliyordu. Bunun için de aklımızı kullanmamız gerekiyordu ve yaptığımız her işin birer sanat eseri olma zorunluluğu vardı. Yavaş yavaş incelmiyordu insan, yavaş yavaş kalınlaşıyordu, çünkü ince yaratılmış ve öyle doğmuştu.

Uçuş birkaç saat sonra sona erecekti. Sabah namazını kılmıştım her zamanki şekilde, tanyerinin ağardığını fark ettiğim ilk anda. Zaman tersine akıyordu ve bu kez hızla Batı’ya doğru dönen dünyanın dönüş hızına ters bir şekilde ilerliyorduk. Uyuyan onlarca insanın arasında uçağın penceresinden sonsuz karanlığa bakarak düşünüyordum. İD ve Cevval uyuyordu.

Dağdakilerin amacı Ovadaki her yeni doğmuş insanı yaratılışındaki incelikten koparmak ve Şeytan’ın kalınlığına ulaştırarak onu Allah’tan uzaklaştırmaktı. Ne kadar çok yenilmiştik Şeytan’a; insanlık o kadar çok cezalandırılmıştı ki.

‘Onlar’ diyecektim ben Allah’a iman eden ve salih amel işlemeyi hayatlarının temel amacı haline getiren ve yaratılışlarındaki inceliği muhafaza ederek bir sanatkâr gibi yaşayanlara… Onlardan biri olmak isterdim, bunun için çabalıyordum; ‘Sıkıntı’ da onların sayısı artsın diye ortaya çıkmıştı.

Onlardan her birinin yaptığı her şeyin sanat olması, onlar için sanat kavramını tarih boyunca samirîler tarafından yükseltilmiş anlam kümelerinden uzaklaştırıyordu. Onlar için kullandığım ‘sanat’ sözcüğü mevcut sanat tanımlamalarından ürettiğim bir betimlemeydi. Samirîlerin sanat standartları, subjektif nedenlerden dolayı değişkendi. ‘Onlar’ın sıradan davranışlarına, eylemlerine ve ürettikleri eserlere ‘sanat’ diyordu Samirîler, sanatı kendilerine özel kılarak. Sadece şiir, müzik, heykel ve resim değildi ‘sanat’.

Allah’a, insanlara, hayvanlara, doğaya ve evrene karşı büyük bir saygı ve incelikle yaklaşmaktı sanat ve bunu hayatın her aşamasında yaşamaktı.

Ne var ki Samirîlerin inşâ ettiği ve kültür ve sanat eliyle ayrıştırarak zayıflattığı ve kalınlaştırdığı insanlar bir araya geldiklerinde birbirlerini itiyor ve psikolojik ve sosyolojik olarak kategorize etmeye çalışıyorlardı. Doğrulara ulaşma yeteneği çok gelişmiş olan insan bulduğu doğruları kendisinde boğduğunu fark edemiyordu. Buna rağmen evrenin olağan doğrularını ilk çorbaya dönüştüren atalarının baskın yanılsamalarına karşılık büyük bir çaba sarf edenler de çoktu. Bu büyük çaba bazı insanların doğrulara ulaşma yeteneklerinin gelişmesini sağlamış olsa da dünya her zaman kan dökülen bir yer olmaktan kurtulamamıştı.

Oysa ‘onlar’ enerjilerini netleşmiş doğruları yanlışlardan ayırmak üzere harcama ihtiyacı duymuyorlardı. Hakikat Kur’an’daydı, biliyorlar ve ona uyuyorlardı. Düşünüyorlardı ve davranıyorlardı; söz ancak gerektiğinde sarf ediliyordu. İnsanlar birbirlerini sevdiklerini söyleme gereği duymuyorlardı, birbirlerini saydıklarını da.

İşte böyle bir dünya istemiyordu Samirîler; ‘onlar’a düşmanlardı.

Kulaklığımda enstrümental bir müzik bilgisayarımda çalışıyordum, ‘Ova Yazarı’nın notları daha farklıydı diğerlerinden. Fantastik bir dili vardı. ‘Dağ Yazarı’nın bıraktığı yerden, sahte gerçeklerden ve tutumlardan başlıyordu bizi ve ‘onlar’ı anlatan ‘Ova Yazarı’, “Her birinizin düşüncelerini aktarırken, çok önemsemiş olmanıza rağmen, diğerlerini hiç önemsememiş gibi davranmanızın dünyaya ait bir teknik olduğunu anladığımda bu bana çok eğlenceli geldi. Ancak; bu tekniği kullanmanıza rağmen, kendi başınıza kaldığınız zaman hepinizin çok dürüst olduğunuzu gördüm.” diyordu sanki başka bir gezegenden gelmiş gibi.

Benzeşen ve tekdüze hale gelen kalınlığımıza ışık tutuyor ve ruhsal durumumuza dair net bir fotoğraf çekiyordu:

“Kalabalıklardan sıyrıldığınızda, birer-ikişer olduğunuzda gayet serinkanlı davrandığınızı, birbirinizi itmek yerine birbirinizle samimi olmaya çalıştığınıza şahit oldum. Ama en büyük zaafınız sizi kışkırtan başkalarına karşı bağışıklık sisteminizi geliştirmemeniz. Güvenlik duvarlarınız hiç sağlam değil. Dikkat edecek misiniz, bilmiyorum ama ben bu açıklardan geldim Dünya’nıza.”

İncitmemeye çalışan dilinin farkındaydım ‘Ova Yazarı’nın:

“Neden karşınızda bulunduğumu henüz izah etmediğimin farkındayım. Uzun süredir aranızda olduğumu belirtmiştim. Sorularınıza verilen anlık, net cevapların sizi tatmin etmediğini öğrendim. Çünkü; siz hızlı soru-cevap tekniğini sevmiyor ve sanatkârâne bulmuyorsunuz. Bu biraz atalarınızdan kalma bir alışkanlık. Beğeni kaygısından beslenmek zorunda olan bir sanat anlayışına başlangıçta karşı durmak gereksiz, diye düşündüm ve bu anlayışınıza saygımdan dolayı, sizin bu tekniğinizi kullanmayı tercih ettim.

Siz, doğru cevabı verebileceğine ikna olduğunuz kişilerin cevaplarına şeksiz şüphesiz itimat ediyorsunuz. İtimadınız belli bir süre sonra sorularınızın kesilmesine neden oluyor ve biraz sonra sormadığınız soruların verilmiş cevaplarına kendinizi mahkûm ediyorsunuz.

Unuttuğunuza inandığım en önemli noktayı şimdi göstermeliyim size: ‘Sormadığınız soruların cevapları sizi ilgilendirmedi, ilgilendirmiyor ve hiçbir zaman ilgilendirmeyecek!” Bu noktanın önemine dikkat çekebildim mi yeterince?

Sizi ilgilendirmeyen soruların cevaplarını vermeye devam edenlere gösterdiğiniz saygıyı ömrünüzün sonuna kadar sorgulama gereği duymamanız, sizi kavgacılığa, karmaşaya ve anlaşılmazlığa sürüklüyor. Sorularınızı başkasına ödünç verdiğiniz zaman onların verdikleri cevabı kendi mülkünüze ait sanıyorsunuz.

Akıllarını kullananların dünyasında hiç kimse diğerleri adına soru sormaz. Diğerlerinin sorularına verilen cevapları, sorgulamadan izlemez. Bir arada yaşayabilmelerinin tek nedeni de budur. Herkes kendisinin farkındadır ve diğerleri bu farkındalığa saygı duymaktan başka bir seçeneğe sahip değildirler. Akıllı insanlar topluluk olabilmelerini bu gerçeğe borçludurlar.”

Böyle bir dünya var mıydı? Hiç olmuş muydu?

‘Ova Yazarı’ ütopik bir kurgudan bahsediyor gibiydi. Bence bu Kur’an’ın istediği bir insan modeliydi:

“Onların dünyasında nesnel sorulara verilen nesnel cevaplar vardır. Evreni ve kendilerini anlamak adına hiç kimseyi araç olarak kullanmamayı ilke edinirler. Sorularını ürettiklerinde, o sorularla ilgili geçmiş zamanın sonlu noktalarında harcanmış enerjileri kontrol ederler, kişisel çıkar üzerine konumlanmamış olan cevaplarla geçirdikleri zaman, cevaplarının özgün yapısını bina ederken kazanç olarak kişisel ve toplumsal zihinlerine ilişmiş olur. Gelecek kuşaklar, ortak hafızalarına güven duydukları için yeni sorular ve cevaplar üretmekte- siz burada bu eylemler dönüşümüne bilim diyorsunuz- mevcut dünyadan daha yüksek istatistikler elde ederler.” 


<< Önceki                      Sonraki>>


[22.09.2023, (6/11 (536))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 23.09.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı