8 Mart 2019 Cuma

SA4791/KY1-CÇ600: Dışarda

"Tanık olmak bile ne kadar güzel olur. Evet, evet bir tanık olmak bile harika bir şey." 


Gidiyorum. Nereye gittiğimi bilmeden. Bir hışımla çıktım evden. Yok, öncesi de var. Balkonda oturuyordum. ‘Çayını soğutma!’ ihtarıyla elim çaya gitmiş, çoktan soğumuş çayı bir yudumda içmiştim. Daha dikkatli olsaydım ‘Çayını soğutma!’ ihtarının arkasından gelecekler hakkında bir takım öndeyilerim olurdu. Dikkatsizdim. Hep dikkatsizimdir zaten. Kuşların sesleriyle, derinden gelen –hangi evden geliyorsa artık- tatlı melodiler –kanun, ney, tambur, udla icra edilen peşrevler- müzikle kendimden geçmiştim. Harika bir gündü. Mutlu bir halde uyanmıştım. Coşkuyla çay demlemiş balkona çıkmış uyanan günün neşesine ortak olmayı ummuştum. Kulaklarımı tırmalayan sesler de yok değildi hani. Arada bir kuşların, derinden gelen müziğin sesini bastıran greyder sesleri, hilti sesleri de ulaşıyordu kulağıma. Bu sesler huzurumun, neşemin uzun sürmeyeceğini sezdirse de inadım inattı, kuş seslerine, derinden gelen müziğe kendimi vermenin yolunu buluyordum. Ta ki ‘Çayını soğutma!’ ihtarına kadar. Yaklaşmakta olan yaklaşacak, beni içine alacaktı elbet. Yine de tatlı bir umursamazlığın kucağına kendimi bırakmada bir sakınca görmüyordum. 

‘Çayını soğutma!’ iyi de çay zaten soğumuştu. Sıcak sıcak içilen üç beş bardak ardından son bardak çay hep soğuk içilirdi tarafımdan. Hoş bir şeydi. Aradan ne kadar zaman geçti – çayını soğutma ihtarı üzerinden- bilmiyorum. Bu kez ‘Daha çok oturacak mısın? Balkonu temizlemem lazım.. bugün Salı.. Benim günüm.’ Sözleri erişti kulağıma. Hüzünlendim. Bir hüzün çöktü ki içime anlatamam. Neşemin, huzurumun üzerine bir varil soğuk su dökülmüştü işte. Bir şey demedim. Bitmiş, tükenmiş bir eda ile çıktım balkondan. Hiçbir şey demeden ceketimi, ayakkabılarımı giydim. Hüzünle ayrıldığım balkon, hışımla çıktığım ev ardımda kaldı. Ne yapacaktım? Nereye gidecektim? Bir planım, bir programım yoktu. İnsan –emekli biri- plansız programsız ne yapar? Ne eder? Hiç! Kahve alışkanlığım yok! Mutat yürüyüşüm için vakit erken. Sudan çıkmış bir balık şaşkınlığı içinde önce sağ tarafa dönüp yürüdüm. Elli yüz adım atmıştım ki kulağıma okkalı küfürler, katı açılmamış bayağı küfürler işittim. Durdum. Greyder operatörü damperli kamyon sürücüsüne küfrediyordu. Utandım. Ters yöne döndüm. İnsanlardan, kalabalıklardan kaçıp kurtulmayı umarak. Adımlarımı daha hızlandırdım. Bir an önce otomobillerden, darbeli kırıcının, greyderin seslerinden uzağa çok uzağa gitmek için koşar adım yürümeye başladım. Nereye gidiyordum? Bilmiyorum. Otomobil gürültülerinin ulaşamayacağı bir yer yoktu ki. Kır gibi bir yer olsaydı ne iyi olacaktı. Hani şöyle koruluk benzeri bir yer. Ağaçların, çimlerin egemenliğinde insanın içini coşkuyla dolduran kuş seslerinin yoğun olduğu bir yer. Oysa yürüdüğüm yol beni insanların en çok olduğu yere götürecekti. Sahile. Spor kıyafetlerle, kulaklarında kulaklıklarla zayıflamak, kilosunu korumak için yediği içtiğinden kısmak yerine koşmayı seçip koşan kadınlı erkekli grupların mekânı ıssızlığı, kimsesizliği, yalnızlığı daha bir duyumsatmaktan, daha bir hüzünlendirmekten başka ne verebilirdi bana? Yine de en iyisi sahil. Hiç değilse mekanik gürültülerden uzak. Hele kuytu bir yer de bulabilirsem –ki bu mevsimde kolay- değme keyfime. Yürüyorum. İçimdeki öfke, hüzün şimdiden azaldı bile. Sanırım öfke ve hüznün kaynağında yapacak bir şey olmayış, plan program yokluğu, idealsizlik, hali hazırdaki andan bir sonraki ana ilişkin bir bakış yoksunluğu var. Bir planım, bir programım olmadığı için öfkeliyim evet. Hüznüm de öyle. Kimsesizlik sosuna bulanmış plansızlığın, hali hazırdaki andan sonraki ana ilişkin yapacak bir şeyin olmayışı öfkeme hüznü katmış. Hele bir de katı açılmamış küfürler işitince.. neyse.. umuyorum sabaha çıktığımda içimdeki sevince, neşeye huzura yeniden ulaşırım. Çünkü artık yapacak bir şeyim var. Gerçekleştireceğim bir kararım var. Bu umutla adımlarımı daha sakin atıyorum. Sakin bir köşe bulacağım. Sırtımı bir taşa verip denizin en uzak köşesine dikeceğim gözlerimi. Belki bir gemi geçecek. Bir yük gemisi. Limana çok yakın burası. Limandan yükünü almış bir gemi –ki gemilere yüklerini geceleri yüklüyorlar nedense ya da ben öyle anlıyorum, sabaha kadar yükleme gürültüleri gelir, sık olmasa da.. arada bir güm diye bir ses.. artık ne oluyorsa- görür gözlerimi ona yoldaş kılarım. Kayboluncaya kadar izlerim. Ya da bakarsın bir yelkenli beliriverir gözlerimin önünde. Ne tatlı esiyor rüzgâr. Bu rüzgârda nasıl da kayar gibi gider o birden beliren yelkenli. Hem bakarsın o yelkenlinin etrafını martılar sarar, yelkenlidekilerin onlara attığı yiyeceklere bir kurşun gibi saldırdıklarına, denize düşmeden yiyecekleri kapışlarına tanık olurum. Tanık olmak bile ne kadar güzel olur. Evet, evet bir tanık olmak bile harika bir şey. 



Cemal Çalık, 08.03.2019,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü

Cemal Çalık Yazıları







Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.


Seçkin Deniz Twitter Akışı