30 Aralık 2017 Cumartesi

SA5409/KY58-GÖKA61: 'Ne Umabilirim?'

"Dileyen umudu, dayandığı ebeveyne psikolojik güven zemininden itibaren tamamen sekülerleştirebilir, ki modern psikoloji böyle yapıyor. Ben bunu tercih etmem." 


Umudu mevsimlerden bahar ile kasveti, umutsuzluğu ise kış ile anlatmaya çalışıyor sanat erbabı. “Kış, örterek yeryüzünü unutkan karla,/ Azcık yaşamı kuru yumrularla besleyerek/ Bizleri sıcacık tuttu.” diyen T. S. Eliot’un, “En zalim aydır Nisan” demesi boşa uyandırdığı umutlar nedeniyle olsa gerek. 

Sanatla umudu bir arada düşünmek güzel; üstelik şiir dizeleriyle hem umuda yol açmak hem umutsuzluğu anlatmaya koyulmak epey zevkli ve kolay ama bizim biraz daha sağlam basmaya ihtiyacımız var.

“Ne umabilirim?”, “Ne bilebilirim?” ve “Ne yapmalıyım?” ile birlikte büyük filozof Immanuel Kant’ın ünlü üç sorusundan birisi. Kant, teorik ve pratik akılın, bilgi ve ahlakın insani varoluşu ifade etmek için yeterli olmayacağını görmüş, eksik kalan kısmı ifade edebilmek için 'umut'a başvurmuş. 

Ona göre umut, insanın sonlu ve sınırlı dünyayı aşma çabası. Umut ile yaratılmış varlık olma ve Yaratıcı arasında kopmaz bir ilişki var. İnsan, "en yüksek iyi'yi gerçekleştirmeyi umut eder, olanca gücü ve sorumluluk bilinciyle erdemli olmaya çalışır zira bu dünya hayatının bitiminde bir karşılığı olacağı umudu ve inancı içindedir. İnsanın varoluşu gereği umut, asla akıldan ve çabadan ayrı düşmez.

Umut, aralarındaki çok yakın ilişki nedeniyle çoğu zaman inanç ile yan yana, iç içe ve hatta özdeş olarak kullanılır. Öyle ki umudu, inanca eşlik eden bir ruh hali olarak tanımlar Erich Fromm. Kişi, neyi hakkıyla umabileceğini inancı sayesinde idrak edebilir. İnanç ne kadar akılcı bir zemine dayanıyorsa umut o kadar artar. “Umut, bir bakıma geleceğe ilişkin inanç ya da inancın gelecek zaman kipidir” diyen Eagleton, buna rağmen bu ikisini birbirinden titizlikle ayırır. Bizce de haklıdır; umut ve inanç, birbirleriyle çok yakından bağlantılı olsalar da aynı değiller.

Gündelik dilde bir konudan bahsederken, “umuyorum” dediğimizde, çoğu zaman, “biliyorum” ve “inanıyorum”dan daha zayıf kesinlikte bir beklentimiz olduğunu dile getirmeye çalışırız. Bir şeyin gerçekleşeceğine ne kadar inanırsak, gerçekleşmesine o kadar şaşırmayız. Ama bir şeyin gerçekleşmesini umsak bile, vuku bulması halinde bizi hayli şaşırtabilir.

Sadece bilgi ve inanç değil, sevgi, güven ve tevazu ile de umut arasında sezilen ama anlatılması güç irtibatlar bulunur. Deneyelim.

İnanç, birçok alanda söz konusu olabilir, dini inancı olmayan birinin başka inançları bulunabilir elbette. Ama gelgelelim hakiki ve mutlak manada inancın ancak dini ve akidevi bağlamda mümkün olacağını da kabul etmek gerekiyor. İnsan, bir Yaratıcısı olduğunu düşündüğünde kulluk bilinciyle birlikte güçlü bir duygusal bağ ve bu bağ üzerine birbirini pekiştiren bir inanç-umut-bilinç ilişkisi gündeme geliyor. Hal böyle olunca dini inançta ister istemez bir 'Seven-Sevilen' ilişkisi ve buna bağlı bambaşka bir boyut ortaya çıkıyor. Bu zeminden yola çıkan aşırı mistik yorumlar, âşık ile maşuk arasındaki umuda akli bir sınır olamayacağını iddia edecek kadar ileri gidiyorlar. 

Buna karşılık umudu ve inancı tamamen dışlayan aşırı akılcı yorumlar da var. Mesela Spinoza, sevgiye dayalı ilişkiye gözlerini kapayıp akıl sahibi bireyi sağlam bilgiye dayanması nedeniyle överken, umudu cahillere özgü bir yanılsama diye niteliyor. Sadece Spinoza mı? Batı felsefe tarihinde akla dayanarak inanç ve umudu horlamanın köklü bir temeli bulunuyor. Nietzsche de umuda hiç yüz vermiyor, 'sürü insan'ın kendini aldatması olarak görüyor. Marx, ‘halkın afyonu’ diyerek dinî inanç ile birlikte umudu da zihninden söküp atıyor.

Aşırı yorumlara gitmeyip mutedil çizgide konaklayalım ama şurası açık: Umut ve inanç ile bilgi kesinliği arasında tam, birebir örtüşme olamıyor. Galiba sevgi duygusu, aradaki boşluğu gideriyor: De ki; siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah yarlıgayıcıdır, bağışlayıcıdır. (Âl-i İmrân: 31).

Umuttan bahsederken inanç ve sevginin yanı sıra mutlaka konuşulması gereken bir kavram da güven. Umudun sözlük anlamlarından birisinin de güven olması boşuna değil. Zaten psikolojik gelişim bakımından ilk umut da, ebeveynimize duyduğumuz güvenin hemen ardından geliyor ve giderek daha karmaşıklaşıyor. Dileyen umudu, dayandığı ebeveyne psikolojik güven zemininden itibaren tamamen sekülerleştirebilir, ki modern psikoloji böyle yapıyor. Ben bunu tercih etmem. 

Tavrımı, umudun inanç ve sevgiyle iç içe oluşunu kabul etmekten, Yaratıcı-kulluk ilişkisinin bir yandan insanı özgürleştirirken diğer yandan toplumu değerlerle bağlayıcı etkisinden yana koyarım. Bu tavrın, kendi gücümüzün sınırlarını bize çok daha kolay kabul ettireceğini, dolayısıyla umutlu olmanın yan sıra bizi tevazu sahibi ve erdemli kılacağını düşünürüm.


Erol Göka, Prof. Dr, 30.12.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Uzaklardaki İnsan,
Erol Göka Yazıları




Sonsuz Ark'ın Notu: Erol Göka Beyefendi'ye, birey ve toplum sağlığı açısından çağın sorunlarına  'iyi' geleceğini düşündüğümüz değerli yazılarını bizimle paylaştığı için teşekkür ediyoruz. Seçkin Deniz, 05.06.2017



İlk Yayınlandığı Yer; Yeni Şafak





Sonsuz Ark'tan


  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı