6 Ekim 2017 Cuma

SA4967/KY1-CÇ426: Çınar Market

"Çayları doldurup gelecek, sehpa olarak kullanacağı tabureye bırakacak, o sırada da Hikmet Bey çoktan dükkâna varmış olacaktı."


Sabahın ilk ışıkları şiddetini artırıp karanlığın egemenliğine son vermiş, tatlı bir rüzgâr hafif hafif esiyor, akasya ağaçları, sahil çamları naif bir direnişle birlikte rüzgârın ritmine uygun sağa sola nazikçe sallanıyorlar. Karıncalar her zamanki ciddiyetle yuvalarından çıkmış tek çizgi halinde uzun bir yürüyüş kolu oluşturmuşlar. Kuşlar cıvıl cıvıl ötüşüp günün ağardığını haber veriyor gibi bir coşkunluk içinde uçuşuyorlar. Kediler sinsi sinsi yere konar gibi yapan kuşları izliyor. 

Burası kırımsı bir yer. Henüz çimenler yapay değil ve büyümelerini zapt-ı rapt altına alınmamış. Henüz kısmen de olsa doğallığını koruyor ve koruyacağa benziyor gibi. Köyle kent arası kalmış, şehrin hemen çıkışında neredeyse tamamı tek katlı genişçe bir sokağa karşılıklı dizilmiş kâgir binaların meskûn olduğu eski mi eski albenisini çoktan yitirmiş bir yerleşim alanı. Sokağın genişliği neredeyse yirmi adım kadar var. 

Sokak sakinlerinin tamamına yakınının amca dediği altmışlık Nafi Bey elli metre karelik bakkal dükkânının önünde dükkândan büyük ‘Çınar Market’ yazan tabela direğinin hemen sağında tabureye oturmuş, sırtını dükkânın önünde sergilediği meyve-sebze tezgâhının yanındaki boşlukta duvara dayamış, gözlerini kuşlarla kedilere dikmiş bakınıyor. 

Yüzünde belli-belirsiz bir gülümseme, yeni bir güne çıkmış olmanın örtük sevinciyle kedilerden kurnaz mı kurnaz olan siyah kediyi aralarından seçip bütün dikkatini ona veriyor. Bir süre sonra kaybediyor ilgisini. Sağ eliyle kirli sakalını sıvazlıyor. Gözleri dükkândan büyük tabelaya kayıyor. Oğluyla yaptığı ağız dalaşını anımsıyor. 

Kendisi istememiş, oğlu diretmişti. “O kadar büyük tabelanın buraya işi ne?” demişti haklı olarak. Sonra direnmekten vazgeçmişti. Oğlan kentin merkezi bir semtinde oturuyordu, büyük de bir gıda dükkânı vardı. Yaklaşık beş yüz-altı yüz metre büyüklüğünde kocaman bir bakkal. O dükkânın tabelası da devasaydı, kocaman tabelası oraya elbet giderdi. Ya burası? Yüzünü buruşturuyor, gözlerini tabeladan alıp biraz önceki baktığı yerlere çeviriyor, siyah kediyi arıyor. Siyah kedi miskin miskin bir ağacın gölgesi altına sığınmış, öylece yatıyor.

- Mendebur kedi, yine beceremedin değil mi? diyor Nafi amca. Ve tam karşısında olmasa da karşıda Çınar Market’in çaprazında kalan, kayan yazılarla “7/24 saat açık.. ŞEN BÜFE” yazan büfenin kapısı önünde oldukça rahat bir koltukta yarı uykulu, yarı uyanık otuz yaşlarındaki büfe sahibine bakıyor. 

Yüzünde bir öfke beliriyor. “Oğlanın dediğini yapsam mı?” diyor kendi kendine. Bakkala gelen giden kimse yok neredeyse. İşler hepten kesat. Ve fakat Allah’tan BAĞ-KUR emekli maaşı var, ev kirası, dükkân kirası yok da rahatını sürdürüyor. Yoksa küçücük bir akar yeri olan baba yadigârı bu yeri çoktan terk ederdi. 

Tam zamanında emekli olduğuna seviniyor. Nasıl sevinmesindi ki artık neredeyse kentin her yanını AVM’ler sarmıştı. Ne yüzsüz, ne soğuk, ne ürkütücü ve yine de ne albenili yerlerdi buraları. ‘Bari kasabı, manavı sokmasalar ya!’ tümcesi bugün de sessiz sedasız dökülüyor ağzından. Sevincini çaprazındaki yedi yirmi dört açık Şen Büfe’den çok AVM’ler solduruyor. 'Büfe sabaha kadar açık olmasın da ne yapsın?' diye düşünüyor, yarı uykulu, haşatı çıkmış, bitap düşmüş uyku sersemi büfe sahibine bakarak. 

Büfe’de ne satılır sabaha kadar? “Elbet alkollü içki!” diyor kızarak. Yine de doğrudan büfe sahibine bir şey diyemeyeceğini biliyor Nafi amca. Büfe altıncı ayını doldurmasına rağmen birbirlerine pek yüz vermemişlerdi. Mahalle bakkalının artık acil ihtiyaçlardan başkasını – o da sigara, belki ekmek, belki makarna, toz şeker, belki çay, belki yumurta, belki margarin- satamadığı bir dönemi çoktan aşmasına karşın büfenin tek tük de olsa sigara, margarin, makarna müşterisini çalacağını bilecek kadar deneyimli olduğunu biliyor Nafi amca. 

Bir, belki yarım saat sonra büfecinin karısı –gerçi sokak sakinleri büfeye bakan kadın için karısından başka bir ‘şeyi’ diyorlar ya, Nafi amca yakıştırmıyor, hakkında kesin bilgisi olmadığı şeyler hakkında hüküm vermekten kaçınıyor, rahmetli babası Nefi’nin “iftira büyük günahtır!’ sözlerini hiç unutmamış unutmuyor da- gelecek, adam biraz oyalanıp büfeyi sokak sakinlerinin ‘metresi’ dedikleri kadına teslim edip gidecek.. akşam ezanıyla birlikte tekrar büfeye damlayacak. 

Kadın kısas boylu esmer, bakımsız bir tip. Daracık etek, uzun topuklu ayakkabı giyen, etrafına bönce bakışlar fırlatan ebleh yüzlü biri. Kadın, adam gelinceye kadar değişik boyalı dergilere bakacak, arada bir çiğnediği sakızı balon yapacak, yaptığı balonlar patlayınca tuhaf tuhaf bir gülümsemeyle etrafına bakacak. Kaç kez “Bir kadın ulu orta böyle sakız çiğnesin.. cak-cuk.. üstüne üstlük bir de patlatsın.” demişti Nafi Amca ve kimbilir daha kaç kez diyecekti.

Başını uyuklayan büfeciden daha uzağa çeviriyor Nafi Amca. Karşı sırada sokağın en başındaki evin kapısını görmeye çalışıyor. Kapının birazdan açılacağını ve aile dostu Hikmet beyin çıkıp titrek adımlarla dükkâna geleceğini, hoş-beş hal hatır sorgusundan sonra bir ekmek –eğer tükenmişse- dört beş yumurta alacak, kendisine ikram edilen çayı bitirir bitirmez yine aynı titrek adımlarla evine yollanacağını biliyor.

Hikmet Bey’in çıkış saati neredeyse yaklaştı, yaklaşıyor. Bunu Nafi amca kendine özgü bir sezişle biliyor. Büfecinin karısı gelmeden önce Hikmet Bey evden çıkmış, alış-verişini yapmış evine gitmiş olması gerekiyordu. Siyah kedi yerinden kalkıyor, sırtını kamburlaştırıyor, geriniyor.. önünden hızla geçip giden kuşa hamle yapar gibi yapıp tekrar kalktığı yere yatıyor. 

- Seni mendebur, hevesin tükendi değil mi? diyor gülümseyerek. Siyah kedinin kendinden söz edildiğine, kendisi hakkında bir takım yargılarda bulunulduğuna ilişkin tek bir im yok, öylesine duyarsız, Nafi amca kedinin bu duyarsızlığına hepten vurgun, siyah kediyi nedense kendine benzettiğini itiraf ediyor yarım yamalak. 

Tekrar gülümsüyor, çekingen bakışlarla etrafı kolaçan ediyor, gülümsemesini bir başkasının görüp görmediği itkisiyle, kimsecikler yok sokakta. Nafi amca oturduğu tabureden kalkıyor, siyah kedi gibi geriniyor, bir süre ayakta Hikmet beyin evinin kapısına dikiyor bakışlarını, tekrar tabureye oturuyor, tütün tabakasını çıkarıp bir tütün sarıyor, yakıp bir iki nefes çekiyor sigaradan. 

Uzaklardan –yüz yüz elli metre aşağıda pek nadir kullanılan bir yol- geçip giden bir otobüsün sesi yankılanıyor boş sokakta. Uyuklayan büfeci kıpırdıyor oturup uyukladığı koltukta. Bir iki başıboş köpek otobüsün peşine düşüyor havlayarak. 

Nafi amca el sallıyor, hafif tebessüm ediyor köpeklerin bu boş çabasına. Bir yandan da kara kediye bakıyor. Köpek seslerine nasıl bir tepki vereceğinin merakıyla. Kara kedinin hiç, ama hiç umurunda değil. ‘Niye umurunda olsun ki.. daha onlar kendisine on metre yaklaşmadan ağacın en tepesine göz açıp kapayıncaya kadar çıkar ve arsız arsız kendisini yakalamaya çalışan bu itlere kozalaklar atmaya başlar!’ diye düşünüyor. Gülüyor. Büfeci gayet rahat. 

Hikmet beyin evinin kapısında her hangi bir hareket yok. Kuş cıvıltılarının, köpek havlamalarının, karınca koşuşturmalarının, hafif rüzgârın yetmeyeceği bir anın –hem ne an.. neredeyse günün tümü- geleceğini, gelmek üzere olduğu gerçeğini anımsıyor Nafi Amca. Yine de henüz telaşa yer yok. Saatler değilse bile telaş vaktine daha çok dakikalar olduğundan emin! 

Hikmet Beyin evinin kapısı açılıyor. Hikmet Bey kapıda gözüküyor. Nafi Amca ağır ağır oturduğu yerden kalkıyor, sigarasını dükkân penceresinin denizliğindeki kül tabağına bırakıp dükkândan içeri giriyor. Hikmet Bey gelince çayı hazır bulmalı. Dükkân elinde iki tabure ile çıkıyor Nafi Amca. Tekrar sokağın başına bakıyor. Hikmet Bey titrek adımlarla yolu yarılamış gibi. Tekrar dükkândan içeri giriyor Nafi Amca. 

Çayları doldurup gelecek, sehpa olarak kullanacağı tabureye bırakacak, o sırada da Hikmet Bey çoktan dükkâna varmış olacaktı. Nafi Amca dükkândan çıkmıyor. Hikmet Bey beş-altı adım sonra dükkânın önünde. Başını sallıyor arkadaşı Nafi’yi göremeyince. Tabureler hazır. 

Üzerinde gri bir yelek, yeleğin altında çizgili pijama, ayaklarında terlik Hikmet Bey işin içinde bir tuhaflık olduğunu düşünüyor. 

Dükkândan içeri girip girmemek arasında kararsız. Arkadaşı Nafi’nin tabureleri her zamanki yerine koyduğunu görmüştü Hikmet Bey. Tabureleri yerleştirip dükkâna çaylar için tekrar girdiğini görmüştü. Çoktan çıkıp gelmiş olmalı, kendisini kapı önünde karşılamalıydı. Hala ortalarda yoktu!




Cemal Çalık, 06.10.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları






Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı