24 Kasım 2016 Perşembe

SA3677/KY26-CA98: Mülteci Taşınması

"İnsan kendine nereye kadar indirgeyebilir peki? Bir dağa tırmanırken, bir çöle doğru ilerlerken neye ihtiyacınız olacaksa öyle giyinmelisiniz, ancak mültecilik bulduğuyla yetinmeyi öğretiyor. Kıyıda köşede yüzlerce hatıra değeri taşıyan nesne ve belge vardır. Eleyip dokumaya zaman vermiyor can korkusu. Yükte hafif olmaları gerek. Hızla aşıldı bin yılların tecrübesi. Yatak yorgan, çaydanlık, tencere, çatal kaşık, çerçevelere yerleştirilen fotoğraflar, beşik ve televizyon…" 


Mimarlar “ilk ev” olarak “Adem’in Kulübesi”ni model alırlar. Yalın, fonksiyonel, sağlam, korunaklı. Bir mülteci çadırı birçok açıdan Adem’in Kulübesi’ne benziyor. Ayrıntılara dalmadan, en temel ihtiyaçları karşılayacak şekilde kurulup döşeniyor. Eşyalar birikmeye başladıkça geride bırakılan evin geniş dolapları, mutfağı ve yalnız kalmaya izin veren köşeleri daha sık hatırlanacaktır.

Mülteci çadırkente yerleşinceye kadar, insanın tabiat içindeki ilk barınma serüvenine benzer bir tecrübe sergiliyor. Korunaklı, tehdidin ulaşamadığı bir adrese ulaşmalı zorlu yolculuğu. Yıllarca yaşanmış evin un ufak olması, düşmana dönüşen komşunun sebep olduğu tahribat yanında ne ki… Yaşanılan korkunç olaylar bakışlara ürkeklik halinde yerleşiyor.

Yola çıkarken yanlarına ne aldılar? Zeyrek’te mültecilere tahsis edilen bir evde konu açılmıştı. Nüfus kağıtları ve tapular, mücevherler, battaniye, çamaşır, kalın hırkalar, biraz ilaç. Küçük kız bez bebeğine yapıştı. Henüz bebek olan oğlanın biberonlarıyla büyük abla ilgilendi. Albümlerin hepsini toparlayamasalar da bazı fotoğrafları çıkınlarına yerleştirdiler. Telefonlar unutulmadı. Küçük abla cilt bakımı konusunda hassastı, yine de kükürtlü sabununu unuttu; babaannenin ilaçlarıyla ilgilenmesi gerekiyordu. Tam olarak böyle miydi anlatılan, emin değilim. Mütercim tereddütle konuşuyordu. Ama her halde donup kalmıştı gözyaşları aceleden. Akamayan gözyaşları hüzün katmanları halinde sindi yüzlere, nerede görseniz fark edersiniz.

Üç yıl önce Maraş Mülteci Kampı’nda tanıştığım Halepli aileyi sonraki yıllarda da ziyareti sürdürdüm. İlk gittiğimde Türkçe’yi henüz bilmiyorlardı. Mütercimin anlattıklarından bazılarını not edebilmiştim. Çadıra, çadırkente yerleşmeye çalışıyorlardı. Kahve ikram etmeden bırakmak istememişlerdi; Halep kahvesi. Çadırda ve çadırkentte nüfusun çoğunluğu kadındı. Çok sayıda çocuğa rağmen gündüz oturma odasına dönüşen mekan intizamlıydı. Fazla eşya olmadan da dağınık ve kirli olabilir orta boy bir oda. Olağandışı halin zemininde yerleşmeye devam ediyorlardı. Mülteci, katlanabilir.

İnsan kendine nereye kadar indirgeyebilir peki? Bir dağa tırmanırken, bir çöle doğru ilerlerken neye ihtiyacınız olacaksa öyle giyinmelisiniz, ancak mültecilik bulduğuyla yetinmeyi öğretiyor. Kıyıda köşede yüzlerce hatıra değeri taşıyan nesne ve belge vardır. Eleyip dokumaya zaman vermiyor can korkusu. Yükte hafif olmaları gerek. Hızla aşıldı bin yılların tecrübesi. Yatak yorgan, çaydanlık, tencere, çatal kaşık, çerçevelere yerleştirilen fotoğraflar, beşik ve televizyon… 

Küçüklerden ikisi okula gitmeye başlamışlardı. Ders çalışabilecekleri bir ortam sağlanmalıydı. Bir paravanla bölündü yaşama alanı. Küçük bir buzdolabı konuldu girişin solundaki mutfak olarak kullanılan girintiye. Kız çocuğu çok bu evde. Süslü, cicili bicili tokalar ve takılar ayaklara takılmasın, çoraplar karışmasın diye çekmeceleri olan bir dolaba ihtiyaç duyulmaz mı? On çocuğun yedisi kız. İki kız ve büyük ağabey evlenip başka çadırlara taşındılar.

Bir de uzak yakın akrabalar var çadırkentte. Babaanne bazen çadır değiştiriyor. Ayrı çadırlarda büyük bir aile gibi yaşıyorlar. Bu yıl önemli bir gelişme oldu, çadırkenti yakınlarda düzenlenen bir konteynerkente taşınmak. Henüz kış soğukları başlamadan çadırkent ahalisinin konteynerkente taşınması tamamlanmış olacak.

Geçen hafta kitap fuarı için Maraş’a gittiğimde, çadırkent yıllarından tanıdığım Halepli aileyi bu kez konteynerkentte ziyaret ettik, AFAD Müdürü Mustafa Gültekin ve sağ olsun, her seferinde olduğu üzere Yazar Serdar Yakar’la. Küçük kızlar ve oğlanlar büyümüş bir yıl içinde. Anne biraz zayıflamış, ama daha huzurlu yüzünün ifadesi. Abla, üniversiteye başlamış; hemşirelik tahsili görüyor. Elimden tutup odasına götürdü beni, kitaplığındaki ders kitaplarını gösterdi. 

Kitaplığın üstünde Halep’te rejim güçlerince katledilen babası mahzun bir tebessümle bize bakıyor. On çocuğundan yedisi kızdı ve savaş çıktığında kız çocuklarını saldırılardan korumak için çırpındı durdu. Köylere gittiler defalarca güvenlik gerekçesiyle, sonra Halep’i özleyip döndüler. Sonunda o kanlı çatışma günü geldi. Geniş ailenin kadınları ve çocukları sınıra doğru yola çıktılar. Babaları yanlarında yoktu, enişteleri de…

Dört yıllık mazisi olan çadırkenti kasabası, şehri, yurdu bilerek yetişen bir çocuk kuşağı var artık. Konteyner evlere alışmakta zorlanıyor kimisi. 4 yaşında bir çocuğun yeni evinde başı odanın duvarına çarptığı için gösterdiği tepkiyi anlattılar, Sivrihöyük Mahallesi’nde kurulan konteynerkente ziyaretimizde. Böyle ev mi olur, evimize, çadırımıza dönelim, diyormuş annesine. Çadır, yumuşak, esnek, oyuna elverişli ev.

Çadırkente veya konteynerkente kabulde erkeği olmayan, genç kız sahibi aileler tercih sebebi. Konteynerkente yeni mülteci alırken de şehir ve çevresinde en olumsuz şartlar altında yaşayanları önceleyecekler. “İnsan buralarda nasıl yaşar diyorsunuz eve girdiğinizde, çoluk çocuk ihtiyar, küflü izbelerde kışı geçirmesinler istedik” diye anlatıyor Mustafa Bey. 3971 aile yaşıyor bu kentte şimdilik, giderek sayıları artacak. Bazı aileler 2, bazıları 7 kişilik. Aile 8 nüfuslu olduğu takdirde ikinci bir konteyner alabiliyor.

Bütün konteynerkentte 80 kız öğrenci üniversiteye başlamış. Belediyenin tahsis ettiği servislerle gidip geliyorlar.

Kuaför, terzi dükkanları, marketler… Kent çevresinde 200 dükkan var.

Futbol oynayan gençler, kaydırak kayan çocuklar, köşe başı muhabbetleri, çarşı… Akrabalar, tanışlar birbirini bulmuş; konteynerkent şimdiden büyük kasaba manzaraları sunuyor.

Halep’le kıyaslanamaz tabii, ama Halep zaten artık hatıralarda kalan bir şehir. Hayır, geri dönmezler, dönmeyecekler; babaları artık yok, evleri harabeye dönüşmüş. Çadırdan bir adım daha ötesi konteynerkent, yerleşme açısından. Çıkışta çarşıya yakın bir yerde ailenin evli büyük oğlunu bulduk. Mustafa Gültekin aile içi bir mesele için konuşacaktı onunla. Babaanne yeni kentin sakinlerinden yakın akrabaların evlerinde kalıyor sırayla. Çadırkent şehre dönüşmeye çalışıyor. Milyonlarca mültecinin önemli bir kısmını ağırlayabiliyorsak bunda Mustafa Gültekin gibi işine kendini adamış aktörlerin payı büyük.



Cihan Aktaş, 24.11.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 



Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015

Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat:

Seçkin Deniz Twitter Akışı