30 Ocak 2015 Cuma

SA1125/KY23-NN5: Nehir Nil Suriye'de; Savaş Kurbanı Bir Tarih

"Kendimi bir Suriyelinin yerine koyuyorum. Ya bir ülkede mültecisin, ya ülkende kafana her an yağacak  bombaları bekliyorsun, ya mezardasın veya mezarsız yok olup gitmişsin."

 Şam Emevi Câmii

Aslında bu yazımda size Kahire yazımın devamı olarak Yukarı Mısır, Nil Nehri ve Kızıldeniz'i anlatacaktım. Ama gelin görün ki; gördüğüm yıkık dökük bir Halep resmi beni darmadağın etti ve birden içimden Mısır'ı bırakıp, Suriye'yi anlatmak geldi.

Duygunuzu katacağınızı hissettiğiniz yazılara başlamak ve bitirmek çok daha kolay oluyor. Tıpkı Mısır gibi Suriye için de anlatacak bir dolu anım var aslında.

Suriye.. Bizim bahtsız komşumuz... Önceleri, yıllarca Hafız Esad denen bir tiranın ayakları altında ezildin. Sonra tam her şey düzeldi derken alçak bir iç savaşa seni halkından söküp aldı. Birbirimize bu kadar yakınken, politika denen illet ne kadar da uzak tuttu seni bizden. Ve evet tam yakınlaşmışken, yine ansızın mazide yok olup gittin. Allah bizlere, emanetin olan halkına en iyi şekilde ev sahipliği yapacak maddi ve manevi gücü verir inşallah. Tünelin ucu henüz görünmese de, Allah'tan ümidimizi kesmiyoruz elbet... Dualarımız daima seninle...


Çocukluğumda Adana'dayken arada bir Suriye televizyonu seyrederdim. Aklımda o günlerden bir marş dizesi: 'Na'am ilelebed, ya Hafiz al Asad / Sonsuza dek Esad'a evet'..

Çocukluk bakış açımla "Bu kocaman alınlı, küçücük gözlü, çirkin adam için neden böyle şarkılar söylüyorlar?" diye düşünürdüm. Allah rahmet eylesin, benim her sorumu çok ciddiye alan bir babam vardı. O küçük kız çocuğuna, aslında o insanlara sorsak bu adamı hiç sevmediklerini, o adamın bir katil olduğunu ve zorla ülkeyi yönetmeye çalıştığını uygun bir dille anlatmaya çalışırdı.

Herkesin malumu, Türkiye ve Suriye yıllarca birbirlerine kapalı yaşadılar. Ne zamanki diplomatik bir yakınlaşma sağlandı vize uygulamaları da gevşetildi. İki ülke arasındaki kalın duvarlar da böylelikle yıkıldı.

Suriye seyahatlerim genelde Cilvegözü sınır kapısından geçerek başlardı. İlk dönemler Cilvegözü'nü, ardından da Suriye sınırı Bab-al Hawa Sınır Kapısı'nı geçmek hiç kolay değildi. Sınırdan Halep sadece 40 km. iken, sınırı geçmek en az 2 saat alıyordu... Sonraları işlemler biraz daha kolaylaştı.
Şunu belirtmek isterim, bu yazıyı yazarken '-di'li Geçmiş Zaman' kullanmak zorunda olmak kederli bir duygu... Hiçbir şey bıraktığım gibi değil ve yazdıklarım seyahat etmeyi düşünenlere bir tavsiye olamayacak maalesef. Ama ne yapalım, kader işte...

Halep... Dünyanın en eski yerleşim yeri olarak bilinen bir zamanların güzel şehri. Hz. İbrahim'in bugünkü Kale'de süt sağmasından esinlenerek süt sağma manasına gele 'Alap' kelimesinden gelmiş adı.

Halep

Şehre girerken dikkatinizi ilk çeken durum, binaların aynı renk olmasıydı. Hemen hepsi taş renginde. Ülkenin doğasıyla o kadar uyumluydu ki. Şehre kuzeyinden girerdik ve ilk olarak üniversitelerin ve lüks evlerin oldu Hamidiye bölgesini ziyaret ederdik.

Üniversite binaları dışında hiç bir bina 3 kattan yüksek değildi. Yeni yapılan binaların hepsi yasa gereği taşla kaplanmıştı... İşlemeler muhteşemdi...

Halep kalışlarım, genelde Ermeni Mahallesi olarak bilinen eski şehir civarında oldu. Ermeni Mahallesi muhteşem bir yerdi... Dar sokakları, avlulu evleri, taş binaları ile sanki tarihin içinde dolaşmak gibiydi sokaklarında yürümek.

Binaların önemli bir kısmı butik oteller ve restoranlardı. Akşamları bu restoranlarda keyifli yemekler, Ud'dan çıkan büyülü ritmlerle daha da doyumsuz olurdu. Beit Wakil, Kan Zaman, Sisi.. Bu restoranların en meşhurlarıydı.

Suriye'de 'Kız alacaksan Halep'ten al' derlermiş.. Nedeni ise mutfağı. Bizim Adana'da kebapçılarda 'Masayı donatmak' diye bir kültür vardır. İnanın Halep'teki restoranlar bu masa donatma işinin piri. Çeşit çeşit mezeler, ara sıcaklar.. Mis gibi zeytinyağı kokusu hala burnumda. Sonrasında yenen kebaplar ve en son Suriye'nin doyumsuz tatlıları...

Halep'i gezerken, Müze, Kale, Eski Çarşı ve Emevi Camii'ne uğranırdı. Müze muhteşemdi. Özellikle de girişi.. Tel Halaf'daki bir tapınağın girişine benzer şekilde yapılmıştı. Müzede Ugarit, Hitit ve Pers dönemi eserler bulunuyordu.

Duyduğuma göre savaş sebebiyle müzelerdeki eserler talan edilip el altından satılıyormuş... Yüzlerce, binlerce eser böyle uçup gitmiş. Zaten bombardımanlarda çoğu tarihi eser ya yıkıldı ya da zarar gördü.

Bugünlerini yok ederlerken, tarihlerini de yok oluyor maalesef. Yok olan tarih sadece onların da değil, bir dünya mirası...

Suriye sınırına yakın yaşayanlar, Halep'e genellikle alışveriş için giderlerdi. Kumaşları, terlikleri, baharatları gerçekten çok uygun fiyatlara satılırdı. Alışverişin adresi ise Hamidiye Çarşısı'ydı. Şimdi yıkık dökük olan güzelim tarihi çarşı...

Ve Halep Kalesi... Bir tepenin üzerinde, eski bir Hitit tapınağının üstüne inşa edilmiş, etrafı derin bir hendekle çevreli, Selahaddin-i Eyyubi'nin oğlu Malik el Zahir Gazi döneminde yapılmış, dünyanın en büyük kalelerinden biri olan muhteşem eser.

Taht Salonu, hamamı, camisi, zindanlarıyla kale değil, tam bir şehirdi aslında. Ve doyumsuz bir Halep manzarası vardı kaleden...

Umarım kale yerindedir hala..

Eskiye dönüş yapınca sadece gezdiğiniz yerler değil, oralar da tanıdığınız insanlar da aklınızdan geçiyorlar. Suriye söz konusu ise, içiniz ayrı bir burkuluyor tabii ki.  'Acaba yaşıyorlar mı? Yaşıyorlarsa nerelerdeler kim bilir?' diye soruyor, merak ediyorsunuz tanıdığınız insanların akibetlerini.

Aklıma özellikle bir kişi takılıyor. Çeçen bir butik otel&restoran müdürü bey vardı. İşini ciddiye alan, her zaman şık, orta yaşlı Hollywood starı karizmasında bir adamdı. Ailesini alıp taa Çeçenistan'dan gelip Halep'e yerleşmişti.

Her gittiğimde sohbet ederdik. Halep'te çok mutlu olduğunu söylerdi, zor bir hayatı olmuştu, Beşar Esad'ı çok takdir ediyordu. Şimdi kim bilir nerede?


Halep'ten sonra gezme sırası Şam'a gelirdi... Şam'dan Halep'e yaklaşık 4 saatlik bir yolculuktan sonra varılır normalde. Ama yol üstünde çok güzel 3 yer vardır uğramanız gereken. Su değirmenleri ile ünlü Hama, Halid bin Velid kabri ile Humus. Ve Hz.İsa'nın dili olan Aramice'nin dünyada konuşulduğu tek köy olan Maloula...

Girip defalarca dua ettiğim Halid bin Velid kabri ve Camii'nin savaşta büyük hasar gördüğünü biliyorum. Su değirmenlerinin akıbetini de bilmiyorum.

Malula

Maloula Suriye'de görebileceğiniz en enteresan yerlerdendir. Buraya ziyaretlerim gün batımlarına denk geldiği için bu şehri hep bir gün sonu kızıllığında hatırlarım. Göğe uzanan haçlar, yaşlı Hristiyanlar ve güzelim manastırdaki rahibeler... Hepsi dekorun birer parçasıydılar. Maalesef savaşın oraya da sıçradığını okumuştum.

Ve Şam, yani Dimaşk.. İsmi, Habil ve Kabil'in savaşı sırasında Habil'in dökülen kanından dolayı 'Akan Kan'  anlamına gelmektedir. Başkent olmasının da verdiği bir etkiyle Suriye'nin gördüğüm en düzgün şehridir.

Şam deyince aklıma hep İranlılar gelir nedense. Hz.Muhammed'in torunu Seyyide Zeynep'in türbesine akın eder İranlılar, Türkiye üzerinden yapılan uzun bir  karayolculuğu ile gelirler Şam'a.
Türbeye girdiğinizde ağlayan simsiyah çarşafları içinde İranlı kadınlar hep oradadırlar. Türbenin içinde otururlar saatlerce... Eğer bu türbelere yakın otellerde kalıyorsanız, odanızda seccadenin yanında bir de üzerine secde edilmesi için mühür taşı mutlaka vardır.

Şam'ın bizler için ayrıcalığı da Padişah Vahdettin'in Sultan Selim Camii bahçesindeki kabridir. Hani şu ilkokul kitaplarındaki günah keçisi ilan edilen padişah. Yüzyıllarca kıtalara hükmetmiş anlı şanlı bir saltanatın son temsilcisinin kabri insanın yüreğini burkar. Dirisine sahip çıkamadığımız değerlerin keşke kabirlerine daha iyi sahip çıkabilseydik.

Jüpiter Tapınağı sütunlarının hemen ardında Emevi Câmii

Ve Emevi Camii.. Sultan II. Abdulhamid'in yaptırdığı upuzun Hamidiye Çarşısı'nın sonunda bulunan Camii. Hem de Jüpiter Tapınağı sütunlarının hemen ardında... Müthiş bir kontrasttır.

Burası aslında eski bir Hristiyan bazilikasıdır. Zaten bunu dış yapısından hemen anlarsınız. İçinde de Hz.Yahya'nın kesik kafasının bulunduğu kabir vardır.

Caminin etrafı küçük kafelerle ve dükkanlarla doluydu. Zevkle zaman geçirdiğimi alışveriş yapmaktan pek hoşlanmayan benim bile dükkanlarını gezdiğim bir bölgeydi.

Casion Dağı'ndan Şam

Casion Dağı'na çıkıp tüm Şam'ı seyretmek de ayrı bir zevkti. Gündüz ayrı, gece ayrı güzeldi.
Kendimi bir Suriyelinin yerine koyuyorum. Ya bir ülkede mültecisin, ya ülkende kafana her an yağacak  bombaları bekliyorsun, ya mezardasın veya mezarsız yok olup gitmişsin.

O insanların nasıl huzurlu bir hayat sürdüklerini görmemiş olsam, sakin yapılarını bilmesem, ülkemde çıkan her huzursuzlukta belki bu kadar gerilmezdim.

Ortadoğu'da huzur aslında pamuk ipliğine bağlı. Bakalım daha ne kadar sürecek bu anlamsız savaş.

Bugün dahi bitse, gerçek şu ki; artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.


Nehir Nil, 26.01.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Gezi Notları





Not: Fotoğraflar -Malula ve Jüpiter tapınağı hariç- Nehir Nil tarafından çekilmiştir.




Seçkin Deniz Twitter Akışı