14 Temmuz 2014 Pazartesi

SA774/ÇY3-BŞ14: [واحيفا] Vâhayfâ… Ortadoğu'nun Tüm Çocukları

Masumiyet, bir çocuğun katliamda ölmeden önce annesine sorduğu soruda saklıydı: “Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?”


Yüz binlerce çocuğun ortak suçu Ortadoğu’da doğmak. Kim bilir daha ne kadarı da aynı suçu paylaşacak?… Ve kana susamış birileri uzak diyarlarda, çıkarları ve hırsları uğruna onların kaderi için kararlar verirken, kim bilir kaç çocuğun körpecik bedeni daha  ölüme teslim olacak?...

Bir çocuk kucaklar mı ölümü?... Korkar mı ölümden?... Yoksa yıllardır alışmak zorunda bırakıldığı kan kokusu yüzünden hafife mi alır ölümü?...

Anlatmazlar ki bilesiniz... Artık güçlünün haklı sayıldığı bir dünyanın bu en gürültülü çağında, çığlık atsa da sesini duyurabilir mi çocuk, sağır olmuş katillerin vicdanlarına...

Vâhayfâ... Boynunu büker ve susar çocuk çaresizce... Sessizliğe gömülen çocuk tevekkülle içine kapanır... Ama yine de içinden kavrayıp dışarı çevirebilseniz ruhunu, yıllar yılı yüreğine akıtılmış, dilinin ucuna kadar gelip geri yutulmuş, tam haykıracakken susturulmuş binlerce sözcük, belleğine prangalanmış milyonlarca acı, hesabı sorulamamış on binlerce zulüm, gözlerinden süzüldüğü kadar da dışına akmadan içine süzülen onca gözyaşı ve keder bir tesbih misali dağılıverirler ortaya...

Bazı diyarlarda su da uyumaz, düşman da... Çocuk, ne susadığında kana kana içebilir suyu yılanın zehirli dilinden emin olarak, ne barış güvercinleri uçurabilir masmavi gökyüzünde, ne de rengarenk uçurtmaların süslediği bembeyaz bulutları seyredebilir penceresinden...

Filistin'de bir çocuk diğer tüm çocuklar gibi saklambaç oynar, ama saklandığı arkadaşları değil mermilerdir, tanklardır, bombalardır... Harabeler arasında saklanabilmek için en uygun mekân  neresiyse orayı bulabildiği için övünür akranlarının arasında... Kovalamaca oynar gibi tanklardan kaçar, koşarken yolda üstünden atladığı cesetlere aldırmadan...

Oynadığı oyuncak bebeğine kan bulaşır, kendi parmak uçları gibi... Düşmana karşı silah olsun diye çok sevdiği sapanından vazgeçer, mızmızlanmadan üstelik... Doktorculuk oynar aslında bir oyun olmadığına şahitlik ederek... Parçalanmış, uzuvları kopmuş insanlar gördüğünde korkmaz mesela... Ölümü tüm hücrelerine kadar  kanıksamıştır... Dünyanın başka ülkelerindeki çocuklardan daha korumasız, daha aciz, daha mazlumdur... Çocuktur nihayetinde, bazen celladın kanlı pençesinden kurtulayım derken bir başka düşmanının kucağına düşüverir...

Filistinli çocuğun gözyaşlarının tadı da başkadır... Ne annesi istediği oyuncağı almadı diye üzülen çocuğunkine benzer ne de yaramazlık yaptığı için babası tarafından azarlanmış bir başkasınınkine...

Zaten bu topraklarda çocuk olmak öyle olur olmadık her şeye ağlamamaktır... Hiç sınanmadığı için tanımadığı özgürlüğü sadece düşlerinde görmektir... Yerle bir edilen, harabeye çevrilen sıcak yuvayı hafızasının kör boşluğuna bırakmaktır... Gece sıcak kucağında sımsıkı sarılarak uyuduğu ana babanın buz kadar soğumuş cansız bedenleriyle sabaha uyanmaktır... Ablasının, kardeşinin ölümüne şahit olmak, yanaklarına bir buse konduramadan silahların gölgesinde onlarla vedalaşmaktır.

İşte o vakitlerde ketumiyetini bozar çocuk ve ağlar... Çocuk gülüşüne gölge düşer, irileşmiş kara gözlerine korku... Sadece Allah bilir ya, belki de onun gözleridir sabah güneşinin ışıldayan parıltılarıyla açılamayacak olan... Tüm diğer çocuklar misali "sahip olamadığım her şeyi büyüdüğümde kendim alırım" diyerek geleceğin hayalini kuran çocuk, o günleri göremeden yitip gider sevdiklerinin kanlarıyla sulanan toprağının soğuk kollarında...

Hazindir ki; o coğrafyada her gün yitip giden birileri, bir şeyler vardır mutlaka...

Kaybettiklerine rağmen hâlâ hayatta kalabilmişse, acının limanında sevdikleri misali her bir paslı çiviyi yüreğinin en kuytusuna gömerek yaşamaya devam eder çocuk... Belki de bir daha sevdikleri tarafından asla okşanamayacak saçları kadar dağınık ve tanımsız olan yaşadığı acılara seyirci kalan tüm insanların zihninde de unutulur sonra... Vakitsiz büyümeye başlar çocuk... Büyüdükçe baba merhametinden, anne şefkatinden yoksunluğun uçurumlarında gece nöbetleri tutmaya başlar…

Filistinli bir çocuk çaresizliğinin dipsiz acılarından sıçrayıp yakamıza yapışan gözyaşlarının minicik ellerinden tutamasak da,  kalbi sağırlaşmamış, vicdanı körelmemiş her insan nöbet tutuyor şimdilerde o uçurumlarda... Her an, apansız gözbebeklerimize, yüreğimize doğrultulmuş bir tüfekten tetiklenecek kurşun gibi çocuğun yanağından süzülen damlalar... Çocuk daha bir derin kılıyor gördüğümüz fotoğraflara yansıyan acıyı... Acıyla akıvermek daha bir kanlı yapıyor gözyaşlarımızı...

Gerçekten insan kalabilen için izlemek zordur çocuk ağlayışlarını... Hele de yetim, öksüz ağlayışları, hele hele yetimin yetim olduğunu dahi bilmeden ağlayışına karışan yakarışlar... Vicdanımızda biriken, biriktikçe dilsizleşen, sessizleştikçe de ümitsizleşen acılar diyarının kapılarını ardına kadar açtıran çırpınışlar...

Boy atıp filizlenemeyecek, filizlenemediğinden sürgün veremeyecek minicik tohumların sessiz haykırışları... Sırtlanların namlularının ağzına sürülmüş kahpe kurşunlara karşı hedef tahtası misali çocuklar... Ceplerine doldurdukları misketlerin bir adım ötede yerlere saçılacağını bilerek koşmaya devam eden , dar ağaçlarının gölgesinde ip atlayan, minicik vücutlarıyla şarapnel parçalarına siper edilen, dualarının bile hep ölüm koktuğu çocuklar...

Sadece Filistinli çocuklar mı? Ne acı ki hayır... Savaşın kirli denizinde boğulmak zorunda bırakılan, vampirlerce kanları sömürülen, kıyıma ve zulme uğrayan Ortadoğu'nun tüm çocukları... Kan ile gözyaşının ortak tuzunda aynı kaderi paylaşan, onurlu direniş öykülerinin içinde insanlık adına özgürlük özleminin sembolü çocuklar.... Melek yüzleriyle cennete dair insanlığa umut satan çocuklar...

Ey katiller, silahlar susmuyor siz yaşadıkça... Kötülük hep vardı ilk insan var olduğundan beri.... Ta içinize, en derininize işleyen kötülük siz bebekken bebekti.... Şeytan içinizde saklanan zebanilerin gölgelerinde sessizce duruyordu. Ve siz içinizdeki iyiliğe kulak vermekten vazgeçtikçe şeytanı  prangalarından kurtardınız... Sesi yükselen şeytan öldürmeye mahkûm etti sizi... Öldürerek kaybettiğiniz masumiyetinizse yeniden ve yeniden öldürmeye...

O kadar kana nemalandınız ki; uygar yüzlerinizin ardında artık canavarlar gizleniyor...

Yüreğinizde ki o çılgınca kaynayan kötülük kazanının altında ki ateşi söndürseniz, buharı çocukların damarlarını yırtan o kaynar kazanı yok etseniz. Beyninizde ki akrebi çıkarsanız, ruhunuzda ki sizi öldürmeye çağıran iblisi sustursanız.... Durdursanız, sustursanız, dindirseniz, kesseniz, yok etseniz, yok…


Berrak Şebnem, 14.07.2014, Sonsuz Ark, Çırak Yazar



Seçkin Deniz Twitter Akışı