28 Kasım 2013 Perşembe

SA488/ KY5-PT9: Kiziroğlu Mustafa Bey/ Roman-1/9: Keyif Kahvesi

Kiziroğlu Mustafa Bey


-9-
Çopur, sabahın ilk ışıklarıyla kan revan içinde Bey'in konağına varmıştı. Sağ gözü kapanmış sol gözü de kanla dolmuştu. Etrafı zar zor seçiyordu. Maiyetindeki diğer kişiler de kendisi gibiydi. Onlar evlerine gitmiş, Çopur olan biteni anlatmak için konağa gelmişti. Şeref Bey’in gözdesi ödlek oğlan korkudan ödü patlamış boylu boyunca dereye uzanmıştı.

Eşkıya onlar toparlanırken aniden bastırmıştı. Neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Sarhoş iki asker tepelerine binen adamlara ana-avrat küfretmiş dayağı yiyince ancak uyanıp sus-pus olmuşlardı. Subaşı kendisine hamle eden cılız birini altına almış bu zaferle de bir nara atmıştı. Hatasını geç fark etmişti.

 İlk saldırandan daha iri yarı biri karşısına dikilmişti. Kılıcını kaldırmaya çalışırken o iri yarı dev gibi adam kılıç tutan elinin bileğini yakalamış ağır ağır bükmüştü. Neredeyse kolunu koparacaktı. Subaşı serbest eliyle adamın midesine can havliyle bir yumruk atmış, adam bana mısın dememişti. Sonra da dünyası kararmıştı.
İri yarı adam serbest eliyle Subaşı’nın ağzının ortasına öyle bir yumruk atmıştı ki, ağzından burnundan oluk gibi kan fışkırmıştı. “Demek bir de efelenirsin ha kapıkulu!” diye bağırmıştı Şehmuz ayaklarının dibinde debelenen Subaşı’na. Dizleri üstüne çökmüştü. Kimse de direnecek mecal yoktu.

Çopur olan biteni peltek peltek hırsından ağlayarak anlatmıştı Rıfat Bey’e. Rıfat Bey bir süre öfkesine hakim olarak dinlemişse de Turab, Bey’in gemi azıya almış bir at gibi parlayacağını fark etmiş Bey’den bir iki adım uzaklaşmaya gayret etmişti ona sezdirmeden.

Bey, duydukları karşısında bir iki kez iniltiye benzer sesler çıkarmış, sonra da kükremeye başlamıştı. Bütün konak Bey’in haykırışlarına uyanmış olan bitene bir türlü inanmak istememişlerdi.

Rıfat Bey’den önce hanımı Beyda, ağzı burnu dağılmış Çopur’un yakasına sarılmıştı, “Evladımı kurda kuşa yem eder bir de huzura çıkarsınız!” diye haykırıyor, Çopur’un saçlarını yoluyordu. Bey güçlükle Beyda Hanım’ın elinden Çopur’u aldı. Kadını güçlükle konağa soktular.

Rıfat süklüm püklüm karşısında duran Çopur’a tekme tokat girmiş yere yıkılınca birkaç tekme daha atmıştı. Çopur’un ağzından burnundan yeniden kanlar gelmeye başlamıştı.

“Serseriler.. hangi yüzle karşıma çıkarsınız.. hangi yüzle? Umarım o Subaşı denen mendebur adamı da gebertmişlerdir!”

Çopur sadece inliyordu. Rıfat Bey, Turab’ın üzerine yürüdü. Turab kaçacak yer arıyordu. Birkaç adım daha geriledi. Kemer sütunlarından birine değdi sırtı. Kaçacak yer kalmamıştı. Yüzünü korumak için ellerini kaldırdı. Bey daha fazla gelmedi.

“Seni hınzır.. hani Şeref’in gölgesi olacaktın? Hani.. koş bana Döngel itini çağır.. ha bir de o Bodur alçağına tez bir adam gönder.. imama bir fiske daha vurmuşsa kendini bir yardan aşağı atsın gözüme görünmesin.. hemen konağa gelsin.. imama zinhar dokunmasın! Daha ne durursun köpoğlusu?”

Turab “Baş üstüne!” deyip hızla oradan uzaklaştı.

Turab derin bir nefes almış, dayaktan kurtulduğuna sevinerek Döngellere doğru yaya yola çıkmıştı. Bir iki sokak ilerdeydi Döngellerin konağı. Titremesine bir türlü engel olamıyor bu yüzden yalpalayarak yürüyordu. Kimi erkenci esnaf şaşkın şaşkın Turab’a bakıp “Allah Allah mühim bir şey olsa gerek!” diyordu kendi kendine. Turab’ın gözü kimseyi gördüğü yoktu. Caminin önünden geçerken şadırvanda bir süre soluk almak istedi.

Caminin avlusuna girdi. Şadırvana oturdu. Derin derin nefes alıp verdi. Kalbi yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. Şimdi olmasa bile bey bunun acısını mutlak çıkarırdı. Korkusu azalacağına artıyordu. Ellerini birleştirip avucuyla kana kana su içti. Başını iki eli arasına alıp “Kahretsin!” dedi. “Kahretsin!”

“Bu ne hal Turab efendi?” soran kadı Cemaleddin Efendiydi. Başını yavaşça kaldırıp ağlamaklı gözlerle Kadı’ya baktı. Olduğu yere yıkıldı. Kadı Cemaleddin büyük bir soğukkanlılıkla yerden güç bela kaldırıp yeniden oturttu.

Turab’ın yüzü sapsarı kesilmişti. Güçlükle ağzını açtı. Ağzı yeniden kurumuştu. Kadı efendi avucuyla su verdi güçlükle içti Turab. “Hemen.. hemen gitmeliyim.. vaktim yok.. Döngel Ağayı istedi Bey!” dedi. Ayağa kalktı.

Kadı olan biteni öğrenmek için Turab’ı sıkıştırdı. Birlikte Döngel Murat’ın konağına doğru yürüdüler. Turab zorlukla nefes alıp veriyor, Kadı Cemaleddin’in sorularını kesik kesik cevaplıyordu. Konağa vardıklarında Kadı hemen her şeyi öğrenmiş, Turabı konağın kapısı önünde bırakıp gitmişti. Kapıyı Döngel Murat’ın kahyası açmış, Turabı görünce hemen koşup ağaya haber vermişti. Döngel Murat kızı Aysema’dan bir kahve istemiş onu bekliyordu. Kahve bahanesiyle Şehrinaz’ı konuşacaktı.

 Aysema elinde kahve tepsisi sofanın kapısı açmış içeri adımını atmıştı ki Kahya heyecanla:

“Ağam Turab geldi.. Bey acil seni görmek dilermiş!” dedi. “Turab’ın durumu hiç iyi değil!” diye de ekledi.

Murat hızla ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdü. Kızına “Başka sabah!” deyip hızla çıktı sofadan. Turab sundurmaya çökmüştü. Olan biteni güçlükle anlattı. Bayılıp olduğu yere yığıldı. Döngel vakit geçirmeden kahyanın hazır ettiği ata atlayıp Bey konağına doğru atını sürerken “Şu ödleği içeri alıp ayıltın!” dedi.

Döngel Murat alelacele konağa geldi. Turab’ın hali durumun vahametine işaret ediyordu yeterince. Korktuğu başına gelmişti. Bodur Hamza yine acele davranmış bütün planları yine bozmuştu. Bey konağından içeri girerken dişleri arasından küfürler savurdu. Bey hemen girişte karşıladı Döngeli. Gözleri dönmüştü adeta. Bir bey kendini böyle kaybeder miydi? “Kendini böyle kaybeden Beyliğe yakışır mı?” diye içinden geçirdi.

Öfkesini belli etmeden yapmacık bir şaşkınlıkla, “Beyim doğru mu duyduklarım?” diye sordu.

Bey etrafta fır dönüyordu. Dünyası daralmıştı. “Murat’ım.. Şeref’imi dağa kaldırmışlar!” dedi hepten kendini kaybedip Murat’ın kollarına bıraktı. “Ben aklımı kaybettim.. aklıma hiçbir tedbir gelmiyor.. Bodur’u çağırttım çağırtmasına ya.. naçar kaldım. Ocağına düştüm.”

Murat, Rıfat Bey’in omuzlarından tutup biraz gerileterek “Aman beyim kendinize gelin.. etrafta bir duyan olacak.. gören olacak.. bu size yakışmaz beyim! Her zamandan çok sükunete ihtiyacımız var.. emredin de konağa girelim.. enine boyuna tartalım olan biteni. Sarı Fuat’ı da çağırtalım.. bu arada Bodur Hamza da gelir. Ondan sonra nelere yapabileceğimize bakalım.”

Koluna girip konaktan içeri sürükledi Bey’i. Has odaya doğru yürüdüler.

Rıfat has odayı dört dönüyor, iki de bir iki elini dizlerine vurup, “Yaktın beni ula Bodur!” diye feryat ediyordu. Döngel Murat elinden geldiğince beyi sakinleştirmeye çalışıyor, Bodur Hamza’dan kurtulma fırsatı yakaladığı için de için için seviniyordu. Bütün kurgusunu Bodur’un teslim edilmesine yönelik oluşturmuş, hiddetinden söylediklerinin bir çoğunu anlamayan beye Bodur’u teslim etmeleri gerektiğini üstün körü işliyordu.

“Elbet!” diyordu Bey. “Elbet.. dediğin gibi yapacağız.. ama tebaa ne der.. yok.. başka bir çare bulmalı.. aklına başka bir şey gelmiyor mu yani Murat Ağa?”

Murat Ağa bütün sinsiliğini kuşanmış son kartlarını oynuyordu.

“Keşke beyim.. keşke olsa.. hoş Bodur’un canına kast edeceklerini sanmam.. aleme ibret olsun diye iyi bir kötek çekip salarlar. Siz dahi kötek attırmayacak mısınız? Sayın ki siz Kiziroğluna emir vermişsiniz o da falakaya yatırmış Bodur’u! Aklıma başka bir şey gelmiyor.. Bodur’un kaçıncı hatası bu? Beyim bu işi ben yapmış olsaydım beni dahi gözünüz kırpmadan verecektiniz.. bu böyle! Bu apaçık sizin otoritenizi hiç yerine koymaktır. Söz dinlemez eşkıyanın yaptıklarından farkı nedir Bodur’un yaptıklarının?”

Murat kâh Bodur’un yaptıklarının yanlışlıklarını abartıyor, kâh Rıfat Bey’in gururunu okşayıcı sözlerle arzusuna bir adım daha kavuştuğunu görerek sevinçten uçacak gibi oluyordu.  Rıfat Bey’in aklı tamamen yatmıştı. Oğlunu kurtarmak için ilk etapta eşkıyanın istediklerini vermek zorundaydı. Bu veriş tarzını biraz değiştirip Bey’e kim karşı çıkarsa çıksın bunun bir karşılığı olduğu işlenecek böylece Beyin kınanması diye bir şey söz konusu olmayacaktı.

“Murat yerden göğe kadar haklı.. ha söz dinlemeyen eşkıya.. ha Bodur? Farkın ne?” diye içinden geçirmiş, bu çıkarsamanın kendisine ait olduğu düşüncesine bütün benliğiyle inanır olmuştu. Epey sakinleşmişti. Hatta neşesi yerine gelmişti.

“Ya oğluma bir kötülük ederse!” diye kuşkulu korkulu bir sesle sordu. Murat çoktan kazandığı zaferi içinden kutlamaya başlamıştı. Kendini tutmasa göbek atıp odanın etrafında sevinçten dört dönerdi. Bütün inandırıcılığını yüklenip “Kiziroğlu o kadar aptal değildir.. Şeref oğlumuza bir zarar vermeyi düşünse daha evvel yapardı bunu.. görünen o ki Bodur’un yaptığını yanına bırakmak istemiyor..” diye cevapladı Beyi. Bey, evet anlamında başını salladı.

Kapı açıldı Turab kireç gibi yüzünü kapıdan uzatıp “Destur var mı beyim? Fuat ağa geldi de!” dedi.
Rıfat Bey’in bakışları Turab’ın dizlerinin bağını yeniden çözmüş, adam düşmemek için kapıya abanmıştı. Rıfat Bey yılan gibi tıslayıp “Gelsin.. gelsin!” dedi. Sarı Fuat iki büklüm içeri girdi.

Sarı Fuat ta Murat’ın dediklerini akla yatkın bulmuş, başka yapılacak bir şey olmadığından Bodur’un eşkıyaya teslim edilmesi düşüncesine katılmıştı. Geriye Bodur’un ikna edilmesi kalıyordu. Elbet Bodur kuzu kuzu eşkıyaya teslim olmazdı. Murat bu işi halledebileceğini söyleyerek Bodur’u kendisinin karşılamasına izin verilmesini istedi Bey’den.

Bey, Bodurla görüşmeyecekti. Bodur’u sancağın girişinde kendisinin karşılayacağını, konağına götürüp orada yanında getirdiği Kizir İmamı’nı kendisinin teslim etmesi gerektiğine ikna edeceğini anlatıp Bey’den izin istedi.
Kadı Cemaleddin Efendi’nin de kendi evine gönderilmesini, böylece Bodur’u ikna etmenin daha kolay olacağını belirtti. Bey baş sallamakla yetindi. Murat çıkarken bey’in yanına iyice sokulup Fuat’ın duymayacağı bir sesle, “Şehrinaz işini başka türlü yapacağız artık.. siz yarın Şehrinazı konaktan atın. Şeref’in başına gelenler yüzünden olmuş gibi.. çaşıtlık hikâyesine gereke kalmadı.” dedi. Bey, Başını salladı. “Tamam!” diye fısıldadı bitkin bir biçimde.

Döngel Murat hemen Bey konağından ayrılıp eve vardı. Kâhyayı çağırıp ona Bodur’u girişte karşılamasını söyledi. Hiç bu kadar keyifli olmamıştı Bodur. Kabadayı, kendini beğenmiş Şehreminoğullarının yıldızı sönüyordu. Beylik Döngellere ne de yakışırdı..

“Elbet bize yakışır!” dedi kendi kendine gülerek. “Az kaldı! Çok az kaldı. Kim derdi bir eşkıya bize beylik yolunu açacak!” keyifle kız Aysema’ya seslendi:

“Aysema tatlı kızım.. sabah kahvesini baş başa içemedik.. artık içebiliriz!”

Genç bir kız sesi, “Emredersin ağa babam!” diye karşılık verdi.

Aysema elinde kahve tepsisi içeri girdi. Babasının dizi dibine oturdu. Birlikte kahvelerini yudumlamaya başladılar.

“Ağa Baba, kötü şeyler olmuş dediler.. söylenenler essah mı?”

Döngel Murat’ın gözlerinin içi gülüyordu. Yapmacık bir üzüntü takınıp, “Bey’in oğlunu kaldırmış eşkıya.. Bey de çıldırmış.. tabi hepsi Bodur’un başı altından çıktı. Sen tut köy bas eşkıya gibi.. zavallı köylülere kötek at.. yerlerde süründür.. bir de köyün yaşlı başlı imamını kaldır.. eh eşkıya da takas için beyin oğlu Şeref’i kaldırmış.. bir şekilde işler yoluna girer.. yoluna girer de..” diye cevap verdi.

Kız merakla “Ters olan ne ağa baba? Madem yoluna girer!” diye sordu.

Döngel Murat derin düşüncelere dalmışçasına bir süre sustu. Alttan alttan kızının merakının gerçekliğini ölçtü. Kızı rahmetli hanımına çekmişti. Saflık bunların iliklerine işlemişti.

“Bey, konakta bir çok kişinin canını yakacak söylediklerinden onu anladım.. Turab’ın halini gördün.. onlara acırım!”

Aysema “Yazık!” diyebildi. Turab’ın hali yüreğini burkmuştu. Kızı ne kadar saftı. Ne kadar yufka yürekliydi. “Tıpkı anası!” diye geçirdi içinden. Yalın ayaklılara baldırı çıplaklara aşırı düşkündü. Onlardan bir hasta görse kendisi de hastalanırdı. Güya çiftliğin, konağın hanımıydı ama gören ırgatlardan biri sanırdı. Öfkesi kabardı. Yutkundu. Ne olurdu kızı kendisine çekseydi. Ya da payitahtta ki hayta oğlu Talat.. hiç biri kendine çekmemişti. Gitmiş hanımın soyu haşıllara çekmişlerdi.

“Saftirik haşıllar..”

“Daldın ağa baba!” dedi saftirik dediği kızı Aysema.. başını kaldırdı Döngel Murat, kızına baktı. Başını salladı:

“Zavallı konaktakiler.. onları düşünürüm.. en çok da Şehrinaz’ı.. o garibimin yüzü hiç gülmedi.. beni ne zaman görse babasını görmüş gibi olur.. hemen edeple hal hatırımı sorar..”

“Onu da mı dövdü Bey?” diye sordu heyecanla Aysema..

“Yok.. yok” dedi Murat. “Ben mani oldum.. yalvardım.. yakardım.. Bey de konağımda böyle sorumsuzları istemem.. hepsini kapı dışarı edeceğim dedi.. ben de eğer uygun görürsen Şehrinazı kızıma halayık alayım, Beyim dedim.. ne hali varsa görsün dedi.. eh sen de kabul edersen yarın buraya gelecek.. istemezsen.. artık çiftlikte bir iş mi uydururuz.. neyse kâhyaya sorarız..”

Kız babasının sözlerini bitirmesine fırsat vermeden konuştu:

“Elbet isterim baba.. yazık olur zavallıya.. konak hizmetinde bulunmuş biri ne anlar bağdan bahçeden bostandan.. hem bana da bir arkadaş hiç fena olmaz”

“Bu işte tamam” dedi içinden Murat. Hiçbir şey kurguladığı gibi olmasa da istediği minvalde yol alıyordu. Önemli olan buydu. Kızına baktı:

“Eh tamamdır kızım.. sen ona yanında bir yer hazırlarsın.. şimdi çekilebilirsin.. birazdan kâhya Bodur’la gelir.. halledilecek bir işimiz var.. haydi hayırlısı!” dedi.


<<Önceki               Sonraki>>


Puran Tilmiz, 28.11.2013, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar




Seçkin Deniz Twitter Akışı