15 Kasım 2013 Cuma

SA476/ KY5-PT8: Kiziroğlu Mustafa Bey/ Roman- 1/8: Yaralı Kurt

Kiziroğlu Mustafa Bey


-8-
Şeref yarenleriyle iyiden iyiye sahoş olmuş, bir yandan kucağına aldığı kadınla oynaşıyor, bir yandan da çengilerin oyunlarına tempo tutuyordu. Sağında kendinden biraz daha ayık olan kadınsı tavırlarıyla dikkat çeken bir oğlan yaldız işlemeli kupayı doldurup Şeref’e uzattı.

Sofrada bir kuş sütü eksikti. Çadırın zeminini acem halıları süslüyordu. Rengarenk fanuslar içinde yanan mumlar şehvet duygularını kabartıyor, su gibi akan üzüm sularının verdiği güven duygusuyla coşkuları artıyordu. Çadırın önünde ayakta zor duran iki asker güvenliği sağlıyordu güya. Subaşını karşılarında görünce kendilerini toparlamaya çalıştılar. Yılışık tavırlarla selamladılar Subaşı Macit’i.

“Oh!” dedi mırıldanarak. “Keyf sizin keyfiniz.. biz boşuna telaşlanıyoruz.”

Kendisi de eğlenme niyetiyle gelmişti buralara. Ancak Bodur Hamza’nın derdest edip yanında götürdüğü köy imamının bakışlarıyla karşılaşınca hevesi kursağında kalmış, eğlenme niyeti tuzla buz olmuştu.

Haber çoktan Kiziroğlu’na ulaşmıştı belki de. Yaralı kurdu daha bir vahşileştirecek bir gelişmeydi bu. Doğrudan kendi üzerine gitmeleri, karşılıklı kapışmaları kabullenilen bir şeydi. Oysa şimdi.. Bodur’un yaptıkları..

Subaşı’nın kendisi bile hoş göremiyordu. Kendisi bile çileden çıkmıştı. Artık sadece haraç almakla yetinmeyecekti Kiziroğlu. Allah bilir onu durdurmak için ne kalabalık bir ordu gerekecekti. Hem Sancak Beyi’ne ne diyecekti.

Döngel Murat ile Beyin kararlaştırdıkları kumpasın gerçekleştirilme ihtimali de ortadan kalkmış mıydı acaba? Kiziroğlu dur durak bilir miydi artık? Şuan en büyük tehlikede olan Şeref Bey’di. Fakat onun dünyadan haberi yoktu. “Dünya yansa bir horum otum yanmaz!” kaygısızlığı hepsinin başını yakacaktı.

Çopur’a başıyla işaret edip sarhoş askerleri kapının önünden aldırttı. “Sen de başlarında dur Çopur.. Bodur’un yaptıklarından sonra bize bu pisliklere katılmak değil pisliklerini temizlemek düşer.. inşallah Şeref beyi ikna ederim de bir an evvel Sancağa döneriz.”

“İnşallah!” dedi Çopur.

Subaşı usulca çadırdan içeri daldı. Şeref Bey sağ tarafta sırtını halı yastıklara vermiş oturuyordu. Subaşını görünce kucağındaki kadını yana fırlatıp bağırdı:

 “Hey bakın ziyaretimize kimler gelmiş.. çadırımızı kimler şereflendirmiş.. gel Subaşı.. gel çekinme.. gel bak yanımda hiç tatmadığın ne içecekler var.. sen seversin..”

Sonra yanındaki oğlanın önünden tepsiyi aldı:

 “Bak bu gördüğün frenklerden epey altına mal olmuş bir içecektir ki.. bir içen pişman bir içmeyen.. ha ne dersin gül yanaklım?”

Subaşı bir iki adım atıp Şeref Bey’in önünde durdu. Yüksek sesle konuştu:

 “Bodur Hamza Kizir Köyü’nü bastı.. köyün imamını derdest edip yanında götürdü.”

Bir anda çadır sessizliğe kesildi. Herkes bulunduğu yerde siner gibi yaptı. Şeref hafif doğrulur gibi yapıp tekrar bulunduğu yere yayıldı.. eliyle çengilere işaret etti:

“Ne durursunuz bire kancıklar.. bize ne Kizir Köyü’nden, babamın kavgasından.. Kiziroğlu’yla ne alıp-veremediğimiz var ki korkup pusalım. Saki elin kırılsın doldur şu kupayı!”

Boş kupayı yanındaki oğlana uzattı. Oğlan gözlerini iri iri açmış Subaşına bakıyordu. Subaşı oralı bile değildi. Şeref Bey’in yanına iyice sokuldu. Cepkeninin yakasından tutup zorla ayağa kaldırdı.

“Belki senin Kiziroğlu’yla bir alıp-veremediğin vardır, ama onun seninle kesin alış-verişi olacaktır. Burada tehlikedesin. Derhal toparlanıp gidiyoruz!”

Şeref hışımla yakasını subaşının elinden kurtardı:

“Bire namert” dedi.. “Sen kim oluyorsun? Sen kimsin de beyoğlunun yakasından tutuyorsun.. babamın çomarlarından biri mi sandın beni? Ayağını denk al kapıkulu!”

Subaşı Şeref’in ne korkak biri olduğunu biliyordu. Şimdi onu böyle yüksek perdeden konuşturan içkiydi. Uyandığı vakit su dökmüş kedi gibi bir köşede pusacak, söylediği sözler hatırına geldikçe kaçacak delik arayacaktı. Bu ağır sözler ondan duyduğu ilk ağır sözler değildi. Ve hepsi de sarhoşken söylenmişti. İçki nelere kadirdi.

“Haklısın beyim!” dedi Subaşı “Bir densizlik ettim.. dilersen bir an önce yola çıkalım, konağa varınca falakaya yatırırsın!”

Şeref ayakta güç bela duruyordu. Olduğu yere çöktü:

“Seni burada bu kancıkların yanında falakaya yatıracağım.. niye susar sazlar.. bire namertler aldığınız bahşişler mi az geldi.. çalın ulan! Oynayın bire kancıklar!”

Şeref anlaşılmaz bir şeyler daha söyleyip olduğu yere yıkıldı.

“Sen görürsün! Sen görürsün çomar!” sözlerini geveleyerek kendinden geçti.

Subaşı, “Çopur! Atları hazırlayın.. gidiyoruz!” diye emir verdi.

Doğan, Hüsam Dayı’nın kom evine vardığında sundurmada oturan iki karaltı gördü.

“Destur ağalar.. ben değirmencinin damadı Doğan.. ağamıza bir haberim vardı!” dedi.

Hüsam Dayı ile Şehmuz ayağa fırlayıp, atlıya doğru koştular. Doğan müthiş bir çeviklikle atından aşağı indi. 
“Ağamızı görmeliyim.” dedi Doğan.

“Hele bir soluklan” diye cevapladı Hüsam Dayı. “Ağa uyuyor.. sabahı bekleyemeyecek kadar acil olan nedir?”

Doğan olan biteni hızlı hızlı anlattı. Kadı Cemaleddin Efendi’nin görüşme isteğini Kiziroğlu’na iletmek için yola çıktığını, değirmende Kiziroğlu’nun kız kardeşi Elif ile karşılaştığını, bir süre sonra köyden Mehmet Ali isimli bir çocuğun geldiğini, köyü Bodur Hamza namerdinin bastığını bir bir öfkeli bir sesle anlattı. İmamı derdest edip kaldırdıklarını söyleyip soluklanmak için durdu.

Hüsam Dayı, Doğan’ın koluna girip sundurmaya doğru götürdü.

“Gidinin namerdi.. gidinin namerdi!” sözleri döküldü ağzından. Şehmuz dişlerini gıcırdatıyordu.

“Demek koca anaya o yaşlı kadına da kötek attılar he.. vay iblisler!”

“Ağzından burnundan kan gelmiş dediydi Mehmet Ali!”

“Görür günün o deyyus!” diye bağırdı Şehmuz..

Hüsam Dayı onu sakinleştirdi:

 “Bağırma be aslanım.. uyandıracaksın deliyi.. ondan sonra eğle eğleyebilirsen.”

Kulübenin kapısı açıldı. Kapının sövesine tutunarak dışarı çıktı Kiziroğlu. Sundurmadakiler susup başlarını önlerine eğdiler.

“Hangi deyyus ne yapmış dayı.. konuğumuz kimdir?” diye sordu
.
Konuşurken zorlandığı apaçık belli oluyordu. Hüsam Dayı ayağa kalktı, “Ne diye yatağından çıkarsın a deli oğlan.. hele bir sabah olsun..” dedi içeri sokmaya çalıştı. Kiziroğlu silkindi. Sundurmadaki sedire oturdu:

“Yeter sırt üstü yattığımız dayı.. sen miydin Doğan’ım.. hayırdır gecenin bu vakti?”

Doğan, Hüsam Dayı’ya baktı çaresizlikle. Kiziroğlu ayakta bile duramıyordu. Hüsam Dayı atıldı hemen:

“Yeni kadı seninle görüşmek dilermiş.. evvelki kadının kanını gerçekte kimin döktüğünü öğrenme sevdasındaymış!” dedi.

Kiziroğlu sundurmadakileri tek  tek süzdü. Üç adam da başlarını öne eğmiş öylece duruyorlardı. Kendisinden bir şeyler sakladığı o kadar belliydi ki..

“Etrafına dikkatlice baksa bu işi kimin yaptığını hemencecik anlardı dayı.. biri ona etrafına iyi bakmasını söylemeli.. ama görüyorum ki sizler de beni kadı gibi dikkatsiz sanırsınız.. hadi gizlemeyin.. hangi deyyus ne yaptı Şehmuz’um.. sen olsun arkadaşının gönlünü ferahlat..” dedi ve yapmacık bir gülüşle ekledi: “meraktan çatlayacağım la kardaş!”

Şehmuz kucağında kenetli ellerinin sıktı. Kiziroğlu’nun yüzüne bakmaya cesaret edemiyordu. Hüsam Dayı kızgın bir ses tonuyla söylendi:

 “Ne o beyimiz büyüklerine inanmaz mı oldu? Yalan mı söylediklerim?”

Kiziroğlu başını salladı, Hüsam Dayı’ya baktı.. yalvarmaklı:

“Değil.. yalan söylemediklerini bilirim.. ama eksik söylediklerini de bilirim.. kadının isteğini iletmek için bunca gürültü kopar mı be Dayı.. sence ben her söze inanacak bebe miyim? Büyüklerimiz büyüdüğümüzü görmez mi?” dedi.

Şehmuz hışımla ayağa kalkıp kulübeden koşarak uzaklaştı. Kiziroğlu ardından bağırdı:

“Şehmuz’um beni böyle bırakıp kaçar mısın? Hiç mi hatırım kalmadı.. de hele Doğan’ım.. Hüsam dayı lafı evirir çevirir.. de hele! Anama, kızkardaşıma bir şey mi oldu? De hele!”

Şehmuz geri dönmüş elleri iki yanına sarkık yumrukları sıkılı Hüsam Dayıya bakıyordu. Hüsam Dayı:

 “Eh sıktın sen de ha!” dedi. “Bodur deyyusu köyü basmış.. anan kızkardaşın iyilermiş.. köyün imamını hırpalamışlar biraz.. yanlarında götürmüşler.. gidip teslim olmazsan her gün kırbaçlayacaklarmış.. rahat ettin mi?”

Kiziroğlu ayağa kalkmıştı. Doğan’ın omuzuna yaslanıp sordu:

“Doğru mu Doğanım.. anam kızkardaşıma iyiler mi? Madem beni isterler anamı kızkardaşımı yanlarında götürmeleri gerekmez miydi? İmamdan ne isterler?”

Doğan yutkunarak, “Kızkardaşın yukarı komdaymış onlar köye baskına giderlerken. Görmüş saklanmış.. ananı niye almamışlar bilmiyorum.. ama köyün imamını köy meydanında yerlerde sürümüşler döğmüşler.. sonrada yanlarında götürmüşler!” dedi.

Kiziroğlu bağırdı:

“Şehmuz tez atımı getir.. o deyyus köy basmak neymiş öğrenecek.. çiftliğini başına yıkmazsam bana da Kiziroğlu demesinler.. hadi Şehmuz ne durursun!”

Hüsam Dayı Kiziroğlu’nun karşısına dikilip “Hele.. hele şu delinin söylediklerine de bak! Dosdoğru sırtlanın tuzağına gidecen he mi? Sen omzundan değil aklından yaralanmışsın.. kendini toparlamadan hiçbir yere kıpırdamayacaksın!” dedi.

Kiziroğlu Hüsam Dayı’yı sert bir şekilde geri itti. Birkaç adım geriledi Hüsam Dayı. Yaralı da olsa aslan yine aslandı. Ne kuvvet vardı pazılarında bu Kiziroğlu’nun. Hoşuna gitti bu hali. Fakat sezdirmeden hızla gelip Kiziroğlu’nun bileklerini kavradı.

“Behey deli oğlan.. ayakta zor duruyorsun.. atın üzerinde nasıl duracaksın?”

“Cesedim bile yeter o sırtlanlara.. dayı sen otur oturduğun yerde.. için geçmiş..”

“Yoo..” dedi Hüsam Dayı.. “Bu kadarı da fazla.. belki cesedin yeter.. ama senin dirin lazım bize.. bak a Kiziroğlu şunu iyi belle ki sen artık senin değilsin.. bizimsin! Bizim umudumuzsun çakallara karşı.. sırtlanlara karşı verdiğimiz bu mücadele de bizimsin.. şimdi aklınla düşünmüyorsun.. ben bir ders verilmesin mi isterim.. sen öyle mi sanırsın?”

“Dayı.. dayı siz söylemeseniz de anama zulmetmediklerini tahmin edemiyor muyum? Anama yaptıklarını burunlarından fitil fitil getiren ben olmamalı mıyım? Ben sizinim he.. ya anamın değil miyim? Size yapılanların öcünü alırken anama yapılanları görmeyeyim mi?” diye konuştu ağlamaklı.

“Bakındı şunun dediklerine.. essah sen aklından yaralanmışsın.. ananı bizden gayrı mı tutarım? Böyle mi anladın? Hay senin aklına!”

Bir süre sustular. Gücü tükenmek üzereydi Kiziroğlu’nun. Doğan’a iyice yaslanmıştı.

“Dayı.. dayı yoruldum insanı oynamaktan ama yorulmadı birileri tanrıyı oynamaktan! Şehmuz ne beklersin.. atımı getir!” dedi.

Düşecek gibi oldu. Doğan belinden sarılıp doğrulmasına yardım etti. Hüsam dayı Şehmuz’a işaret etti. Şehmuz hemen yanlarına koşup Doğan’la birlikte Kiziroğlu’nun koltukaltına girip kulübeye doğru yavaş adımlarla yürüdüler. Yarı baygın Kiziroğlu’nu yatağa yatırıp dışarı çıktılar.

“Şehmuz !” dedi Dayı “Vakit geçirmeden on on beş yiğit al yana dere düzüne git.. beyin haramzade ayyaş oğlu işret çadırı kurmuş.. onu kaldır. Beye de haber ilet imama karşılık oğlu. Maiyetindekileri de falakaya yatırın. Bodur’un köyde yaptıklarının bedeli olduğunu bilsinler. Ha sadece imamı istemeyiz.. imamla birlikte bodur iti de bize verilecek.. Doğan’ım sen de kasabaya git.. Kadı’ya imamla bodur’u kendisinin teslim etmesini sağlamasını söyle.. böylece ne diyecekmiş görelim! Tez davranın!”

“Tamam dayı!” deyip fırladı Şehmuz. Doğan da atına atlayıp karanlıkta kayboldu. Şehmuz ve Doğan gözden kaybolunca Hüsam dayı ağır adımlarla kulübeye doğru yürüdü. Yaman cenk olacaktı. Bu cenkte pazular değil akıllar savaşacaktı.


<<Önceki               Sonraki>>


Puran Tilmiz, 15.11.2013, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar



Seçkin Deniz Twitter Akışı