13 Kasım 2013 Çarşamba

SA475/ME25: “İçimde Şeytan Geziyor”

“Kırmızı maskenin altına düşülmüş bir çift kırmızı dudak, şehvetin siyaseti değil mi?”



Onu dertkesen masasının arkasında yazarken yakaladım. Çokça zamandır, zihninin arka sokaklarında devinen şüpheyi irdeliyordu. Gözlerden ırak bir masal kahramanı gibi, delinmez dağları delmeye çalışıyor, insan ruhunun bilinmeyenleri ile ilgili araştırmalar yapıyordu.

Gölgelerin tam tepesine kondum. Yazısını henüz bitirmişti ve gövdesini geriye doğru sarkıtmıştı; yorgunluktan uyuyakalmış gibiydi. Yazdıklarını okudum. Yazısı eksiksiz olarak şöyleydi:

“Kırmızı parti maskesinin altından görünen kırmızıya boyanmış dudaklar bir kadın kokusunun çarpık ruhuna dokunduğumu anlatıyor. Maskenin gözlerindeki gölgelere dikkat kesiliyorum. Kırmızı bir bolluk ruhun hangi çıkışlarında durur? Neden kızgın kahverengi olmaz maskeler? Neden öyle bakıyor gölgelerdeki renkleri belirsiz gözler? Neden maskeler ve neden kırmızı?

Kışkırtmak için, doğru! Kışkırtmak ve dalgalanarak genişleyen, yayılan şeytanî duygulara karmaşık bir zevk pınarından akıyormuş gibi yaklaşmak için. Daha gerideki beynin gri hücrelerinde elektrik akımları neler taşıyorlar, derinliklere doğru yürürken azgın azgın?

Karanlık bir köşedeki şuh davete doğru yürüyen bir sürüngen mi maskenin ardındaki? Maskelerin sakladıkları neler? Kışkırtılanı peşinden sürükleyen hangi alevdir ki? Yürüyen, yürüdükçe salınan etekleri dağların.

Sarmaşıklarla dolu mağaralarda sürpriz olmayan ne var? İnsanın bilmediği hangi giz, kışkırtır insanı defalarca? Her parti, her çağlayan serisi gibi nasıl da doluyor mağaraların ağzına?  Nasıl da sürükleniyorlar maskelerin ardından kahkahalar atan kadınlar ve erkekler.

Bir çift kırmızı dudak kavuruyor en mahrem yerlerinde tutulakalmış erkeği. Kuytu köşelerde kıvranan bedenlerin, hangi aralıkta ötekilerle ne yaptığını merak ediyorum. Merak ediyorum defalarca tekrarlanan çağrıların defalarca itaatkâr erkekleri nasıl cezb ettiğini. Bir sürüngen mi daha kışkırtıcıdır erkeğine, bir kadın mı?

Yapraklarla örtülmüş mağaraların girişlerinde hangi şeytâni câzibe var? Şelalelerden akan ve mağaraların ağızlarını saklayan şey de ne? Şiir, sanat, edebiyat, resim, müzik; hangisi? Maskeye rengini veren en dehşet verici akıntı ne?

Şehvetin şiiri, resmi, sanatı, edebiyatı, müziği, şehvetin siyaseti için mi harcanıyorlar? Kırmızı maskenin altına düşülmüş bir çift kırmızı dudak, şehvetin siyaseti değil mi? Nasıl da kışkırtıyorsun, nasıl da biliyorsun kırmızıyı, nasıl da saklıyorsun şehvetini?

Yürüdüm, uzun, kırmızı elbisesiyle yürüyen omuzları açık kadının arkasından. Onu kuytu bir köşede yakaladım. Kırmızı dudaklarından akan gülücüklerin sesine kattığı dehşet verici şehvet, buram buram şeytan kokuyordu.

Maskenin arkasındaki gözleri görmek istedim. Elimi uzattım, kıkırdayarak kaçtı, biraz daha öteye, daha kuytuya. Daha da eskitiyordu aklımı, arkasından sürüklenirken ben. Merak ediyordum, şehvetin siyasetini. Kaçışını, kıkırdayışını.

Bir şiir istedi, ressam olup olmadığımı sordu, aşk romanları okuyup okumadığımı. Sanatçı mıydım?

Bir şartla cevap verebileceğimi söyledim. Maskenin arkasında ne olduğunu merak ediyordum ve onu görmek istiyordum. Yine kıkırdadı. Büsbütün cisme döndürdü şehvetini. Bu siyasetti apaçık; görüyordum.

Birdenbire yaklaştı bana. Maskesinin arkasından bakan gözleri gözlerime yaklaştı. İnce uzun parmaklarının ucundaki kırmızı rengi gördüm ansızın ve sonra fırlayıp giden kırmızı maskeyi. Kırmızı dudakları tamamen ortadaydı şimdi.

Gözlerini aradım. Kırmızı, kıpkırmızı gözleri çılgın bir gösteriye hazırlanmıştı. Karanlıkta parlayan kıpkırmızı bir çift göz.

Kahkahalar attı kuytu geceye. “İşte!” dedi. “ Merak ettiğin her şey ortada”

Ona sordum. “Seni şehvetle mutlu kılacak olan ne?”

“İçimde şeytan geziyor!” diye fısıldadı, yüzünü yüzüme yaklaştırırken. “Gözlerime bak!”

Gözlerinin içinde boğulan kadını gördüm. Şehvetten boğulan ve acı çeken kadını…Bir kahkaha daha attı geriye doğru savururken saçlarını.

“Senin de içinde şeytan geziniyor!” diye bağırdı. “Şehvetin ardından sürüklenen sadece şehvettir, merak değil!”

Öylece kalakaldım. Doğru söylüyordu şehvetin siyaseti. Merak ettiğim şey, onu şehvete sürükleyen şeydi. Beni ona sürükleyen de şehvetti. Şehvetin siyasetine yenilmiştim. Kırmızı maske ve kırmızı dudaklar amacına ulaşmıştı.

Olduğum yere çöktüm. Kadın, sırtını dönmüş gidiyordu ışıklara doğru. Karanlığın içinde yapayalnız kalmıştım.

Kadında gördüğüm de erkeğin şehvetiydi. Doğruydu; kadını şehvetin siyasetine sürükleyen erkeğin şehvetiydi. Şiir, resim, edebiyat, sanat, şehvetin müziği ile resmediyorlardı şehvetin siyasetini. Ne erkek ne de kadın, hiçbiri masum değildi.”

Yazısı bu kadardı. Onu uyandırmamak için çok çaba sarf ettim. Ancak mümkün olmadı. Yazısını okuduğumu hissetmiş gibi uyandı, sağına soluna baktı, yazıyı nakşettiği kâğıdı önce ikiye katladı, sonra tekrar ikiye katladı ve son kez bir daha ikiye katladı. Sonra sağ kolunu kaldırdı ve kâğıdı fırlattı.

Sekize katlanmış kâğıt açık pencereden uçtu, gitti. Dışarıda bir nehir akıyordu, görmüştüm. Nehrin saklı masallardaki adı değişmemişti, “Sır” diyorlardı eskiden beri insanlar ona. Adam keşfettiği şeyi tekrar ‘Sır’ nehrine fırlatmıştı. Herkesi kendisiyle baş başa bırakmaktan başka çâresi yoktu. Kadının sorularına hangi cevapları verdiğini de yazmamıştı.




Mustafa Ege – Çarş, 13/11/2013 –21:12/ İz Etki Ekinoksları 25




Seçkin Deniz Twitter Akışı