30 Ekim 2013 Çarşamba

SA460/ KY5-PT7: Kiziroğlu Mustafa Bey/ Roman- 1/7: Dere Düzü

Kiziroğlu Mustafa Bey


 -7-
Subaşı yanına dört-beş atlı alıp Kizir’e doğru yola çıkmıştı. Bodur Hamza’yı karşılamak, böylece sabah bey sorduğunda hazırlıklı olmak istiyordu. Hem Bodur Hamza’ya da yaranmayı planlamıştı. “Köy dönüşü başı sıkışırsa yardımım dokunur”  diye kuruyordu. Eğer Bodur Hamza’yı bulamazsa çığlık geçidinin ilerisinde çaybaşında çadır kuran Şeref Bey’in işretine katılma niyetindeydi. Birkaç zamandır eşkıya yollarının üzerinden çekilmişti. Kiziroğlu olmayınca adamları da kaybolmuştu.

Demek bir ortadan kaldırsalar bu adamı her şey süt liman olacaktı. “Acaba öyle olur mu?” dedi yüksek sesle. Yanındaki atlılardan Çopur Veli merakla, “Nasıl mı olur Ağam?” diye sordu.. Subaşı güldü: “Kendi kendime konuşurum be Çopur..” sustu.

Arkadan gelenlere baktı gülerek, “Bire namertler.. sakın kimseye ağzınızdan kaçırmayasınız Subaşı dellenmiş kendi kendine konuşur olmuş diye.. yakarım ha!” diye bağırdı.

Yoldaşları da bu latifeye katılmış gülmüşlerdi. Çopur ciddi bir tavırla, “Aman ağam bizim gibi delilere kim inanır ki?” karşılığını verdi.

“Umarım Bodur Hamza fazla sert davranmamıştır köylülere.. ağam sen ne dersin bilmem, ama bu bodurun aklı da akıl değil ha.. bilmez mi köylüleri kör bıçakla kesse Kiziroğlunu ele vermezler.. benim aklım almıyor da bodurun nasıl aklı alıyor?”

Subaşı Çopur'u tersledi:

“İşte senin aklın bu kadar.. elbet bilir ele vermeyeceklerini.. bilir de yaralı kurdu ininden çıkarmak için yapar bunu.. Kiziroğlu kesin ağır yaralı. Köylüye yaptıklarını duyunca saklandığı yerden çıkacak ve bodur da yarım kalan işi tamamlayacak.. düşündüğü bu.. bunu sen akıl edemiyor musun?”

Çopur huysuzlaşan atın başına eğilip okşadı:

“Bu ihtimalin dahi muhtemel olmadığını sezen ben isem.. bodur’un işine aklım ermedi..”

Çopur haklıydı. Haklıydı ama eşraf hakkında kendi adamları edep sınırlarını aşıp konuşmalarını istemiyordu.

“Çopur.. Çopur!” dedi. “Bak derler ki yaz da isen kork ki önü kıştır.. kış ta isen sevin ki önü yazdır.. bu sözümü iyi anla.. yerin kulağı vardır. Bodur Hamza hem hatırı sayılır eşraftandır.. hem Sancak Beyimizin bibisi oğludur.. ya kulağına gitse ki kapıkulları hakkında ileri geri konuşur.. bizim halimiz nice olur?”

“Haklısın ağam.. biz bize yarenlik ediyoruz.. işte”

“Etmeyelim Çopurum.. etmeyelim.. bakarsın atlar dile gelip konuştuklarımızı yetiştirmiş beye.. kime ne anlatırız. Bak ne güzel yolumuzu aydınlatır ay.. ne güzel gökyüzü süslenmiştir yıldızlarla onlardan konuşalım canın konuşmak istiyorsa.”

Atını durdurdu. Bir at boyu arkalarından gelenler de durdu. Atının çevirip kendisini izleyenlere, “Siz ne dersiniz ağalar.. haksız mıyım? Eşraf hakkında bize düşen nedir?” diye sordu.

Hep bir ağızdan, “Allah uzun ömürler versin.. Allah sağlık ve afiyet versin!” diye cevapladılar.. Subaşı Çopur’a döndü gülerek:

“Bak gördün mü.. yarenler ne kadar dikkatli ve hakikate tutkunlar! Ne dersiniz burada biraz soluklanalım mı?”

“Siz nasıl münasip görürseniz ağam” dedi Çopur. “Ama az ilerde ağaçlıklı bir yer var.. dilerseniz orada konaklayalım.. sırtımızı ağaçlara veririz. Burası da fena değil ama!” diye sürdürdü konuşmasını.

“Yok!” dedi Subaşı. “Senin dediğin yer daha münasiptir. Deli düzün ortasında durup ne edeceğiz?”

Atını tırısa kaldırıp Çopur’un işaret ettiği yöne doğru sürdü. Diğerleri de peşi sıra koşturdular atlarını.

Atından ilk inen Çopur oldu. Atının yularını bırakıp Subaşının atının yularını aldı. Attan inmesine yardım etti Macit’in. Macit Çopur’un sırtını sıvazladı..

“Güzel yer.. hem korunaklı hem düz.. eh yerler de kuru.. bodur’u burada beklesek de olur.. eğer dağın öte tarafından değil de düz yoldan gitmeyi aklederse mecburen buradan geçecektir, değil mi Çopur?”

Macit üç kişinin sarabileceği bir ceviz ağacının altına uzanmış, yularların kazığa çekilişine refakat eden Çopur’a seslenmişti. İşini bitirip Macit’in yanına vardı bir adım ötesine bağdaş kurdu.

“Doğru dersin ağam.. ister istemez burada geçecektir. Ama pusudan çekinirse öte yoldan gider.. hoş zora da pek gelmez ya eşraf kısmı..”

Sustu. Yine potu kırdığının farkına varmıştı. Subaşı bıyık altından gülüyordu.

“Sataşmadan duramazsın değil mi Çopur.. başına ne gelirse dilin yüzünden gelecek.. demedi deme!”

 Çopur başını önüne eğip, “Haklısın.. alışmadık şeyde don durmazmış ağam.. benim ki de o hesap!”dedi.

“Boş ver bunları!” dedi Subaşı. “Boğazımız kurudu.. üşür gibi olduk.. hem susuzluğumuzu giderecek hem içimizi ısıtacak bir şeyleri olan var mı kırbasında..”

Çopur bir ağacın altında halka etmiş arkadaşlarına baktı “Ulan Sülün Zeki” diye bağırdı, cılız bir ses “Buyur ağam!” diye cevapladı Çopur’u. “Senin üzüm suyun vardır.. hele bir iki maşrapa kap da getir.. ağamın boğazı kurumuş.. siz de edep düstur neyim kalmamış.. hemen çömdünüz.. büyükleriniz ne halde umurunuzda bile değil!”

Cılız ses duyuldu:

“Estağfurullah ağam.. şimdi kırbayı açtım.. maşrapaları dolduruyorum.. siz içmeden bizim boğazımızdan dirhem geçmez vallahi!”

“Görüyorsun ya ağam.. hepsi çenebaz!” dedi gülerek. Subaşı da katıldı bu gülüşe. “Eh rehberleri sen değil misin? Armut dibine düşermiş değil mi ya!”

Sülün Zeki iki maşrapa üzüm suyunu getirdi. Saygıyla önce Subaşına sonra Çopur’a verdi. Geri geri giderken Çopur, “Az bekle Sülün!” dedi. Sülün Zeki olduğu yerde elleri bağlı bekledi. “Bak ağam!” dedi Çopur subaşına. “Bu sülün var ya bu sülün.. ne hindir sen bilmezsin.”

Subaşı maşrapadan uzunca bir yudum alıp elinin tersiyle ağzını sildi gülerek baktı sülüne..

“Bu sülün, rahmetli Mahmut efendiye bu üzüm suyuna benzer elma suyu içirdiydi.. hem de yüzü bile kızarmadan..”

Kahkahalarla güldü. Subaşı kaşlarını çattı:

“Merhumun arkasından bu ne edepsiz lakırdı.. hoş günahım kadar sevmezdim ama dini bütün bir adamdı böyle bir şeyi içer mi? İftira etmeyin!”

“Dur ağam hemen celallenme.. bak bir dinle!” diye karşılık verdi Çopur. “Bilerek içmiş değil.. aha bu sülünün oyununa geldi de öyle içti. Kendisi anlatsın.. de hele sülün.. ağama bir anlat.”

Sülün müstehzi bir eda ile karşılarında güya sıkılmış gibi duruyordu.

“Hadi nazlanma da anlat bakalım bu meseleyi!” diye emretti Subaşı.

Sülün dudaklarını ısırdı.. başını kaldırmadan konuştu:

“Bir halttır ettik.. ne zaman böyle bir araya gelsek Çopur ağam yad eder utandırır bizi.. bile isteye yapmış değiliz ağam!”

“İyi iyi.. hele anlat bakalım!” dedi çopur sülün de gülerek “yazdı. Yazın ey zamanıydı. Birkaç arkadaş pazarın çıkışında gölgelik bir yerde oturuyorduk. Kadı efendiyi gördük. Elinde irice bir mendil.. rahmetli çok terlerdi. Yüzünün-boynunun terini silerek dolaşıyordu. Bizim önümüzden geçerken rastgele Kadı efendi, dedim.. tabi saygıda kusur etmedik. Bir bize, bir ellerimizdeki maşrapaya bir ortamızdaki testiye baktı. Eyvallah ağalar dedi, sonra da utana sıkıla içtiğiniz nedir inşallah mazaratlı bir şey değildir, diye devam etti. Ben gayet edeplice aman kadı efendi bizim o taraklarda bezimiz yoktur.. elma suyudur.. biraz mayhoş.. sıcaktan olsa gerek.. ikramımız olsun içmez misiniz, deyip temiz bir maşrapaya doldurup uzattım. Çekine çekine aldı. Kokladı. İçmeden evvel bana ve diğer arkadaşları bir daha süzdü. Yavaş yavaş içti. Valla hoşuna gitti. Bir şey anlamadı. Teşekkür edip bir de hayır duası etti.. yeniden dolaşmaya çıktı.. susamış olmalı ki tekrar bizim yanımıza geldi.. eh ben de bir maşrapa daha verdim.. ondan sonra da kaçtık..”

Subaşı, Çopur gülmekten yerlere yatacak gibi oldular. Çopur “Valla korkulur bu sülünden ağam..” dedi. “Essah öyle!” diye cevapladı Çopur’u Subaşı.

Çopur, Sülün’e “Hadi var yoldaşlarının yanına da biraz soluklan.. ha üzüm suyunu fazla kaçırmayın.. alimallah çarşı ortasında falakaya yatırırım!” dedi.

Sülün baş eğip arkadaşlarının yanına koştu. “Ağam..” dedi Çopur sustu. Konuşmaya çekinir gibi bir hali vardı.

Subaşı gerneşti: “E.. niye sustun çopur.. de bakalım ne diyeceksen!”

“Demem o ki.. Şeref Beyimizin kurduğu çadıra gitsek daha evla değil mi? Hamza bey belki de çoktan varmıştır çiftliğine.. hani siz daha iyi bilirsiniz de.. Hamza beyin her ne yaptıysa iyi bir şey olmasa gerek.. eşkıya Şeref Bey’in çadırına varıp derdest etmese..”

“Derdin çengiler mi.. Şeref mi?.. sen var ya.. az değilsin ha çopur.. yolumuzun üstü zaten.. baktık bodurdan bir nişane yok.. doğruca işrete.. soran olursa da senin dediğin gibi.. tedbir maksatlı.. ha.. çocuklara seslen bir maşrapa daha içelim de yol düşelim!”

“Baş üstüne ağam.. sülün hele şu maşrapaları bir daha doldurun..” diye seslendi. İkinci maşrapaları da içip kalktılar.

Atlarına binmek üzereyken kendilerine doğru gelen atlı sesleri duydular. Subaşı kısık bir sesle, “Tiz saklanın.. atları da sessizce beraberinize alın!” diye emir verdi. Ağaçların arkasına saklandılar.

Gelenler Kizir’den dönen Bodur Hamza ve maiyetiydi. Altmışını geçkin Kizir Köyü’nün imamı Nuri’yi bir ata sıkıca bağlamışlardı. Ortalarında gidiyordu. Başı önüne düşmüş, kendinden geçmiş gibiydi. Bodur Hamza gurubun en önün yalnız geliyordu. O da bir takım sesler duymuş atını yavaşlatmıştı. Kimseyi görememişti ama duyduklarından emindi.

Yavaş bir sesle, “Bir iki kişi gidip baksın bakalım.. birilerini duydum gibi..” dedi.

Adamlarından iki kişi atlarından inip kılıçlarını ellerine aldılar. Yalın kılıç ilerlediler. Çopur gelenleri tanıdı 

“Bunlar bodur’un adamları ağam!” dedi. Subaşı “Destur ağalar.. ben Subaşı Macit..” diye seslenip ortaya çıktı. Bodur Macit’in sesini duyunca rahatladı. “Bre zevzekler ne işiniz var burada!” diyerek atını dehledi.

“Sancak Beyimiz sizin peşinize düşmemizi emretti. Ama yetişemedik.. burada biraz soluklanalım dedik. Hayırdır ağam.. ava mı çıkmıştınız?”

Bodur gülerek, “He.. kurt avına çıktık.. ama olmadı.. –imamı işaret ederek- bir tilki bulduk.. onunla yetindik artık!” dedi.

Subaşı memnuniyetsizliğini gizleyip, “Eh pek de bereketsiz bir av sayılmaz..” dedi, imalı bir biçimde sürdürdü konuşmasını. “Umarım bey de memnun kalır avınızdan.”

Bodur, Subaşı’nın sözlerinin altında yatanı anlamazlıktan geldi:

“Tasalanma sen subaşı.. biz birbirimizi memnun etmenin yollarını buluruz..” Kızgınlıkla atını mahmuzladı “ biz az beride soluklanmıştık..  yola devam edeceğiz.. çok geç olmadan çiftliğe varalım..”

Subaşının yanından hızla geçti. Yarı ayık yarı aygın bir biçimde atın üzerinde bağlandığı ipler sayesinde duran imam güç bela gözlerini açıp subaşına baktı. Başı önüne düştü. Subaşı ve arkadaşları atlarına binmeye acele etmiyorlardı. Bodur onların bu ağırdan alışlarına bir anlam veremedi atını durdurup subaşına döndü:

 “Burada mı konaklayacaksınız.. gelmiyor musunuz?” dedi..

Subaşı omuz silkip, “Şeref beyimiz arazide her hangi bir ava mava maruz kalmasın diye yoklayacağız” cevabını verdi.

Bodur Hamza atının başını hızla çevirdi. Atı tırısa kaldırıp gitti. “Sen az köteklik değilsin ya.. dur hele elbet bir fırsat çıkar karşımıza.” diye söylendi kendi kendine.

“Ateşle oynuyor bu adam!” diye sertçe konuştu Subaşı..

“Haklısın ağam” karşılığın verdi Çopur. “Allah vere de başka taşkınlıklar yapmamış olsa.. ama atın üstündekinin haline bakılırsa.. bey fena sinirlenecek bu işe.. ne diye ağzımızın tadını bozarsın be adam..”

Belli belirsiz söylenen bu sözlere baş sallamakla yetindi Subaşı. Bir hamlede atına atlayıp bağırdı:

“Atlara.. dere düzüne!”

Diğerlerini beklemeden dört nala sürdü atını. “Bu herif tam bir baş belası ve ahmak.. biz ateş küllensin, ortalık durulsun diye elli takla atıyoruz.. bu akıldan nasipsiz ha bire çomak sokar yılanın yuvasına.. ateşe neftle gider.. Bey’e ne diyeceğiz!” diye söylenip duruyordu.

Bir süre sonra Şeref’ Bey’in dere düzüne kurduğu çadırın soluk ışıkları belirdi. Saz sesleri de hafiften işitiliyordu. Çadıra elli altmış adım kala durdurdu atını. Diğerlerinin de gelmesini bekledi. Arayı epey açmıştı.

“Al bir ahmak daha.. biz gölgemizden ürkeriz adam adeta eşkıyaya gelin beni kaldırın der.. kendi canını düşünmediği gibi bizimkini de hesaba katmaz. Hoş kendi canının kıymetini bilmeyen başkasınınkini ne bilsin!” diye geçirdi içinden.

Şuh kahkahalar yankılanıyordu. Çopur ve arkadaşları gelip yanında durdular.

“Hadi bakalım! Belki bize de ikram edecekleri bir iki testileri vardır!” dedi Subaşı. Çopur atına “Durr.. tırs..” komutlarını verdi:

 “Ağam siz gitseniz de biz burada beklesek.. eh ne de olsa biz kapıkullarıyız.. bey rahatsız olur.. bizim yüzümüzden size söz gelmesin!” dedi.

Subaşı atını mahmuzladı:

 “Siz de benimle geliyorsunuz.. ben ne dersem o!”


<<Önceki               Sonraki>>


Puran Tilmiz, 29.10.2013, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar





Seçkin Deniz Twitter Akışı