21 Ekim 2013 Pazartesi

SA451/ KY5-PT6: Kiziroğlu Mustafa Bey/ Roman- 1/6: Bodur Hamza

Kiziroğlu Mustafa Bey


-6-
Bodur Hamza, Kizir köyünde eli kılıç tutan hiç kimsenin kalmadığını, köyde bıyığı terlemiş birkaç gençle yaşı altmışın üzerinde ihtiyarın olduğunu öğrenmiş, fırsat bu fırsat deyip yirmi kadar atlıyla köye doğru yola çıkmıştı. Muhakkak köyün eli kılıç tutan kişileri Kiziroğlu’nun yanına gitmişlerdi, bu da Kiziroğlu’nun ölmediğini belgeliyordu. Ölmediği ve yaralı olduğu kesindi, yoksa ne diye köyün insanları bir anda ortadan kaybolsunlar? Gidip geçmiş olsun dileklerini ileteceklerdi. Yaralı hem de ağır yaralı olmalıydı. Kıytırıktan bir durum olsa başka türlü olurdu. Şimdiye çoktan evini, çiftliğini basardı eşkıya.. ne Sancak Beyi’ne ne diğerlerine danışmadan köye gidip Kiziroğlu'nun yerini köydeki acuzelerden öğrenecek ve ani bir baskınla eşkıyayı ya esir alacak ya da öldürecekti. Bu pek kolay görünmüştü gözüne. Azarlanmaktan, alay edilmekten bıkmıştı. “Böyle yaşamaktansa ölmek yeğdir!” diye söylenip durmuştu bütün gece.

Köyle vardıklarında köyün müezzini ikindi ezanını okuyordu. Adamlarına atlarından inmesi için işaret verdi. Yirmi atlı atlarından inip on, on beş dakika kadar dinlendiler. Tekrar Bodur’un işaretiyle atlarına binip dörtnala camiye doğru sürdüler atları.

Namazı bitiren üç beş ihtiyar camiden çıkıyorlardı. İmam en son çıktı. Bodur Hamza çıkanları cami duvarına yaslamış, kendisini bekliyordu. İmam ağır ağır atın üstünde kendini bekleyen Bodur’a yaklaştı. Eliyle duvara yaslandırılan ihtiyarları gösterip sordu:

“Hamza Ağam nedir bu hal Allah aşkına?.. yazık günah değil mi bu ihtiyarlar yaptığın?.. eşkıya yapmaz senin yaptığını!” 

Bodur Hamza atı imamın üzerine sürüp, “Sus bire melun.. başındaki sarıktan utan.. eşkıya senin ceddindir.. ya bana eşkıyanın inini söylersiniz ya da aha sizi bu köy meydanında falakaya yatırır geberinceye kadar köteklerim.. yetti.. aha burama kadar çıktı!” dedi boğazını göstererek.

Adamlarından bir kaçını Kiziroğlu’nun dul anasıyla kız kardeşinin yaşadığı eve gönderdi. Eşkıyaya unutamayacağı bir ders vermeyi aklına koymuştu. El mi yamandı bey mi? Alem görecekti. Bundan kelli eşkıyayı oturup çiftliğinde konağında beklemeyecekti.

Kırçıl sakalını sıvazlayıp kuşağından bir kese çıkardı. Kendisini nefretle süzen ihtiyarlara gösterip, “Bu kesede elli altın var.. eşkıyanın yerini söyleyenindir bu hazine. Size kalmış. Ya falaka ya hazine! Sabrımı yeterince zorladınız.” diye bağırdı.

İmam ellerini göğe kaldırıp dua eder gibi yaptı. Bodur öfke ile atı imamın üzerine sürüp yere düşürdü:

“A, it soyu; aklınca yukarı şikayet ediyorsun he.. benden yukarısı yok bunu iyi belle!”

Kiziroğlu’nun kız kardeşi Elif, kom evinden köye doğru gelirken atlıları görmüş, bir kayanın arkasına sinmişti. Az ilerden geçen atlıların abisi için geldikleri ortadaydı. Durumu bir şekilde Kiziroğlu’na bildirmeliydi.

Atlılar geçip gittikten sonra yeniden koma doğru koşarak yola çıktı. Değirmenci belki de dönmüştü. O ne eder eder abisine durumu iletirdi. O zalimler köyü yakıp yıkmadan birileri belki imdatlarına gelirdi.

“İnşallah dönmüş olsun!” cümlesi döküldü ağzından. Soluk soluğa vardı değirmene. Kimsecikler yoktu. Kapının önüne çöktü için için ağlamaya başladı. Gözyaşlarını tutamıyordu. Zavallı yaşlı anasına kim bilir nasıl işkence edeceklerdi..

Ayağa kalktı sağa sola bakındı. Bir köye gitmek için hamle yaptı bir dağ yoluna.. çaresizdi. Çaresizlikle yeniden değirmenin kapısının önüne çöktü. Başını iki eli arasına alıp, “Vah benim garip anam.. benim anam garip anam..” diye inledi. Aynı sözcükleri yineleyip durdu.

Akşam olmak üzereydi. Bir üşüme gelmişti üzerine. Değirmenin kapısını açıp içeri girdi. Değirmencinin kerevetine çıkıp oturdu. Durup durup ağlıyordu. Anası aklına geldikçe yüreği burkuluyordu. Abisinin yerini bilse uzakta olsa gidecekti. Bilmiyordu ki. Hem ağır yaralı abisi ne yapacaktı ki?

Karma karışık düşüncelerle zihni allak bullak olmuş bir o yana bir bu yana bakıyor, etrafa kulak kabartıyordu. Karanlık iyice bastırmıştı; derenin zayıf sesinin verdiği azıcık bir güven duygusu, yorgunluğun, çaresizliğin itkisiyle uyuya kalmıştı. Korkulu rüyalar görüyordu.

Bir yangının ortasında kalmıştı. Dört bir yanı alevlerle çevriliydi. Ne yana koşsa orada dev alevlerle karşılaşıyor, yüz geri dönüyordu. Annesini gördü. Yüzü kireç gibi bembeyazdı. Annesine koştu sarıldı. Annesi elini öpmek için hamle yapmış, Elif şaşırmıştı. Annesinin elini zorla alıp öpmüş, “seni çok özledim ana!” demişti. Sıcacık elleriyle saçlarını okşamıştı kadın. Yüzünde gülücükler vardı.

Alevler kendilerine yaklaştı yaklaşıyordu handiyse. Alevlerin gerisinde abisini gördü. Abisinin üstü çıplaktı. Cepkeni gömleği lime lime olmuştu. Boynunun sol tarafından göğsüne doğru kan sızıyordu. “Abi.. abi!” diye haykırdı. Kendi haykırışına uyandı. Gözlerini karanlığa alıştırıp etrafına bakındı. Kulak kabarttı. Derenin sesinden başka bir ses duyulmuyordu.

Acaba köyde neler oldu, diye düşündü. Yeniden için için ağlamaya başladı. Değirmenden çıktı. Köye gitmeye karar vermişti. Yarım ay ortalığı pek güzel aydınlatıyordu. Bir iki adım atmıştı ki bir atlının geliş sesini duydu. Yeniden hızla değirmene koştu. Değirmene girdi. Kapıyı usulca örtüp buğday çuvallarının arkasına sindi.

Atlı, değirmenin önünde durmuştu. Acaba köye gelenlerden biri miydi? Kendisini mi takip etmişlerdi. Bilemiyordu. Ama köye gelenler olsa, kendini takip etmiş olsalar bu kadar geç varmazlardı buraya..

“Belki de Yusuf Amca’dır!” diye geçirdi içinden. Ama ne olur ne olmaz diye iyice pustu olduğu yerde. Yusuf Usta ise değirmene girer, idareyi yakar o zaman kendisi de ortaya çıkardı. Kıpırdamadı. Birden kapının aralık olduğunu fark etti. “Kahretsin.. niye zırzalamadım ki?” diye kendi kendine lanetler savurdu.

Atlı kapının önünde durmuş olmalıydı. Atından indi. Gölgesi içeriye taşmıştı. Burada olduğunu anlamış olmalıydı gelen her kimse. Bir adamın sesi yankılandı. “İçerde kim var.. kimdir mekanımıza destursuz giren!”  sevinçle bulunduğu yerden çıktı Elif. Bu değirmencinin damadı Doğan’dı..

Ağlamaklı bir sesle “Benim Doğan ağam.. ben Elif..” dedi dışarı fırladı. Adamın boynuna sarıldı şaşkınlıkla.

Doğan bu ürkmüş korkudan perişan olmuş genç kızı geri tuttu:

“Neyin var senin böyle Elif.. ne oldu sana?”

Elif ağlamaklıydı:

 “Köyümüzü bastılar.. sanırım ağamı arıyorlar..”

“Kim bastı? Kaç kişiydiler..”

“Kim olduklarını fark edemedim.. ben kom evinden köye dönüyordum. O zaman karşılaştım. Bir kayanın arkasına sindim. Yakınımdan geçtiler ama korkudan bakamadım. Onlar köye girince ben de Yusuf Usta’ya geldim. Ondan ağama haber götürmesini isteyecektim.. bekledim belki yakında gelir diye.. ama gelmedi.. ağamın nerde olduğunu bilsem yürürdüm.. nerede olduğunu bilmediğim için değirmene girdim.. Burada kaldım!”

“İyi etmişsin” dedi Doğan.. “O yolu yaya alamazdın.. Babam huzura çıkmıştı bugün.. neyse uzun hikaye.. sen onların geçip gitmediğine emin misin?”

“Eminim.. ezan okunduğunu duyunca durup namazın bitmesini beklediler.. öyle girdiler köye.. hemen gidip ağama haber verelim he Doğan ağa..” kolundan çekiştiriyordu Doğan’ı.

Doğan, elinden geldiğince sakinleştirmeye çalıştı:

“Gecenin bu vaktinde.. atım ikimizi taşıyamaz.. sen burada kalmalısın.. ben durumu Kiziroğlu’na anlatırım.. gönlünü ferah tut, ağana yaraşır metanet göster.. hadi şimdi değirmene girelim. Sen Babamın yatağında yatarsın ben sabah olmadan gelirim..”

Elif, “Ama..” diyecek oldu. Yutkundu. Doğan haklıydı. Değirmene doğru yürüdüler. Koşar adım ayak sesleri üzerine bir an durdular. Doğan yavaşça değirmenin kapısını açtı. Elif’i kolundan tutup içeri soktu. Kapı aralığından dışarıyı gözetlemeye başladı.

Elif titriyordu.. fısıltıyla:

“Beni mi arıyorlar dersin ağam!” dedi.

Doğan olanca dikkatiyle dışarıya bakıyordu. Kızın ses tonuna yakın bir sesle, “Sanmam.. bu gelen yaya belki köyünüzden geliyordur. Sen geride dur sesini çıkarmadan bekle! “ dedi.

Bir erkek çocuğu değirmene az bir mesafe kala durdu kısık bir sesle: “Yusuf baba.. Yusuf baba içerde misin?” diye seslendi.

Doğan bir süre yanıtlamadan durdu. Çocuktan başkası olup olmadığını kontrol ediyordu. Elif sevinçle “Bu Mehmet Ali.. imam Nuri dayının yeğeni ..” diye bağıracak oldu. Doğan eliyle kızın ağzını kapadı.

 “Şişşt!” dedi.. “Bakalım yalnız mı?. başkaları var mı? Acele etme.. ben şimdi dışarı çıkacağım. Sen kesinlikle dışarı çıkmayacaksın.. belki bu tıfılı bilerek salmışlardır.. ben durumu öğreninceye kadar sen kıpraşma!”

Elini kızın ağzından çekti. Kıza daha geriye, çuvalların arkasına gitmesini işaret etti. Elif gözden kaybolunca kapıyı yavaşça açtı. Bir ayağı dışarıda kapıyı kendine siper ederek seslendi:

“Ne var ne istiyorsun çocuk.. ne bağırıyorsun gece gece?”

Mehmet Ali afallamıştı. Ses Yusuf Baba’nın sesi değildi. Korktu, gerisin geri kaçacaktı ki Elif kapı önünde belirdi ve can havliyle kendisine doğru koştuğunu görünce olduğu yerde kaldı “Abla.. Elif abla sen misin?” dedi ikisi birlikte iki göz iki çeşme ağlamaya başladılar.

Doğan öfkeyle başını salladı:

 “Siz çıldırdınız mı? Ya birileri bu tıfılın peşinden geldiyse..” diye çıkıştı.

Mehmet Ali gözyaşlarını yenine silerek ağlamaklı konuştu: “Peşimde kimse yok ağam.. gittiler.. bizi serbest bıraktılar.”

Elif Mehmet Ali’yi bağrına bastı “Ağlama balam.. ağlama.. ne oldu çok zarar verdiler mi?”

Doğan koşup yanlarına vardı. Her ikisini değirmene sürükleyerek, “Değirmende konuşursunuz.. hele yürüyün!” diye çekiştirdi. Elif ve Mehmet Ali birbirlerine sarılı değirmene girdiler. Doğan da içeri girip kapıyı kapadı. Yusuf’un değirmendeki küçücük odasına geçtiler.

Doğan kerevete oturttu genç kızı ve Mehmet Ali’yi. Mehmet Ali on iki yaşlarında var yoktu. Ayakları çıplaktı. İhtimal çalılardan ayakları yaralanmıştı. Yaralarına aldırmadan, “Elif aba.. büyük anayı fena dövdüler.. ağzından burnundan kan geldi de öyle bıraktı uğrular.. anam büyük anayı bizim eve aldı. Yatırdılar.. dayımı da köyün meydanında atlarla yerlerde sürüttüler.. sonra da yanlarında götürdüler.. eğer ağan gidip onlara teslim olmazsa her gün kırbaçlayacaklarmış dayımı!”

Doğan dişlerini gıcırdattı:

“Kim bu deyyuslar.. ne cesaretle bunu yaparlar.. nereden bulmuşlar bu cesareti?” dedi.

Çocuğu omuzlarından tutup “Söyle bakalım Mehmet Ali.. kimdi bu uğrular?” diye sordu.

“Anam Bodur Hamza dedi.. taş attım o deyyusa ama erişemedi.. elim kırılsın..”

Taşı attığı elini kerevete hızla vurdu cezalandırmak istiyordu isabet ettiremeyen elini. Elif duyduklarında ötürü daha da perişan olmuştu, artık en yüksek perdeden ağlıyordu.

Doğan’ın ellerine sarılıp “Ağam, Doğan ağam biz köye gidelim.. anamı dünya gözüyle bir daha göreyim.. sen de ağama durumu anlat.. tez gelsin.. o uğruların ocaklarını başına yıksın!” diyerek ağlamasını sürdürdü.

Doğan kızın başını okşadı.

“Siz bence burada kalın. Büyük ana ne eziyetler yaşadı.. öyle bir iki kötekle koyuvermez kendini. Ortalık iyice ağaranda birlikte gideriz. Ben gidip ağanı bulayım, durumu anlatır hemen geri dönerim..” diye cevapladı. “Sakın sesinizi çıkarmayın.. ben değirmeni üstünüzden kilitleyeceğim.. bir şey duyarsanız olduğunuz yerden ayrılmayın. Benden başkasına cevap vermeyin.. anlaşıldı mı?” diye tembihledi.

Çocuklar başlarını salladılar. Doğan yanlarından ayrıldı. Değirmenin kapısını dışarıdan kilitledi. Çocukların kısık da olsa ağlayışlarını duyar gibiydi.

Başını salladı “Lanet olsun sana Bodur..” dedi.. “Lanet olsun.. bu yanına kâr kalır sanma melun deyyus!”

Atına atladı, dört nala dağa doğru sürdü atını.


<<Önceki               Sonraki>>


Puran Tilmiz, 21.10.2013, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar




Seçkin Deniz Twitter Akışı