12 Ekim 2013 Cumartesi

SA441/ KY5-PT5: Kiziroğlu Mustafa Bey/ Roman- 1/5: Kadı

Kiziroğlu Mustafa Bey


-5-
Kadı Cemalettin huzurdan çıkmış bir iki esnafa uğramıştı. Azledilen Kadı Sadreddin Efendinin nasıl biri olduğunu soruşturmuştu. Sadreddin bir iftiraya mı kurban gitmişti? Medrese arkadaşıydı Sadreddin. Nice zaman bir dilim kuru ekmeği paylaşmışlardı medresedeki küf kokan odalarında. Kimseden hakları olmayan bir şeyi almayı zul addetmişlerdi; hediye alan elin gün gelip emir almaya başlayacağını bilirlerdi. Hediye almayı kabul eden bir kadı gün gelir kararını da hediyelere göre verir olurdu. Öğrencilik zamanında bir tek falsosunu görmemişti. İçinin ısındığı nadir insanlardan biriydi Sadreddin. Pek dürüst biriydi. Sağlam bir kişiliği olduğuna inanırdı. Sonraları değişmiş olabilir miydi?

Pek aklı yatmasa da nice şahit olduğu olaylar böylesi bir değişimin mümkün olduğu hükmüne vardırıyordu vardırmasına ama içi bir türlü kabule yanaşmıyordu. İftiraya uğrayan nice arkadaşları da olmamış değildi. Kadılık zor işti. Kılı kırk yarmak bile yeterli olmazdı zaman zaman. Kimi zaman gözle görülenin bile öyle olmadığı zamanlar olurdu. Bunu fark edecek ferasete sahipti Sadreddin. Fakat dinledikleri.. hele kahvecinin söyledikleri..


İkindi namazını büyük camide kılıp bir süre daha tebaadan birkaç kişiyle konuştu. Sadreddin o dürüst insan, kılı kırk yaran arkadaşı bir haramzadeye dönüşmüştü. Şüphesi kalmamıştı. Yıkılmıştı adeta.

Evine vardı. Birkaç lokma bir şeyler atıştırıp zor attı kendini evden dışarı. Hanımının bütün üstelemelerine karşın bir tek kelime etmemiş, “mide şişkinliği herhal..” diye geçiştirmişti. Evden çıkarken kendisini uğurlayan hanımı, “Bari hekime bir uğra.. bahar havası da çarpmış olabilir.. bende de bir kırıklı var!” dedi. Olur, anlamında başını sallayıp, Değirmenci Yusuf’un damadının evine doğru yürümeye başladı.

Sancak’ın çıkışına doğru derme çatma evlerin olduğu aşağı mahalledeydi Damad’ın evi. Kahveciye evin nerede olduğunu sorduğunda kahvecinin gözleri iri iri açılmış, hayretler içindeydi. “Hocam benimle eğleniyor musun?” der gibiydi. “Pek şaşırdın evladım.. hayırdır?” kahveci huzurda ileri geri konuşmuş akabinde on beş değnek yemiş birinin kaldığı yeri değil bir kadı sıradan bir insan bile sorsa şaşırırdı.

“Bağışlayın.. hani bugün huzurda olanları duydum da.. birileri onu görmeye gittiğinizi duyarsa diye.. hani yani.. pek tuhaf!” cevabını verdi. Kadı gülmekle yetindi: “Hele sen evi bir tarif et bakalım.. gerisini ben düşünürüm!” dedi. Kahveci başını sallayarak evi tarif edip “Ama hocam dikkatli olun.. bu sancak gördüğünüz gibi pek tekin değildir!” diye uyardı Kadı’yı. kadı kahvecinin uyarısına gülümsemeyle karşılık verip evinin yolunu tutmuştu.

Sancağın merkezi ne kadar tertipli düzenli ise varoşa giden yol da o kadar tertipsiz düzensiz idi. Sanki yağmur sadece bu bölgeye yağmıştı her yer vıcık vıcık çamurdu. Bundan evvel görev yaptığı diğer iki sancakta da durum pek farklı değildi. Eşrafın yaşadığı alanlar göz alıcı güzellikte ve bakımda olurken eşrafın “baldırı çıplak” dediği kesimin kaldığı yerler bakımsızlıktan insanın yüreğini kaldırmazdı. Bu duruma içerlemeyen nedense hep yönetici kesim olurdu.

Ağır kokulardan midesi kalkmıştı Kadı Cemalettin’in. Ayakları ıslanmış neredeyse dizine kadar çamura gömülmüştü. “Lahavle kuvvete illabillah!” diye söylendi çaresizlikle. Tek gözlü sıra sıra evlerin baştan dördüncüsünün önünde durdu. Kapıya vurdu “Destur var mı?” dedi. Yirmili yaşlarda pala bıyıklı genç gürbüz bir erkek kapıyı açtı. “Bu damat olmalı!” diye düşündü Kadı. Kapıyı açan adam şaşırmıştı. Yeni gelen kadı kapılarında akşamın bu vaktinde ne arıyor olabilirdi? Hem de bugün olup bitenlerden sonra. “Buyurun Kadı efendi” dedi adam.. içeri gireceğine ihtimal vermeyerek “Bir emriniz mi vardı?” diye sürdürdü konuşmasını.

“Şey..” dedi Kadı. “Yusuf Usta burada dinleniyormuş diye duydum. Durumunun öğreneyim dedim.”

İçerden Değirmenci Yusuf’un bitkin sesi, “Doğan aruz ediyorlarsa kadı efendiyi içeri al.. niye kapıda bekletirsin?” Doğan yan durup Kadı’yı içeri buyur etti. Dar üç adımlık sofadan geçip oturdukları odaya Kadı önde Doğan arkada girdiler.

Odanın en dip köşesinde Yusuf usta eski bir yatakta yatmaktaydı. Sağ tarafta bir kapı başka bir odaya açılıyor olmalıydı. Kapının yanında yaşmaklı genç bir kadın saygı ile duruyordu. Yusuf usta inleyerek doğrulmaya çalıştı. Kadı hemen yanına varıp “Rahatsız olma usta.. ben şöyle bir hal hatır sorup gideceğim..” dedi. Yusuf’un yataktan kalkmasını engelledi. Etrafına bakındı. Doğan kapı yanında saygı ile duran karısına işaret etti. Kadın kapıyı açıp karanlık odaya girdi. Kapıyı kapattı.

Yusuf, Kadı’ya eliyle yanı başındaki minderi gösterip, “Buyurun şöyle oturun. Kusurumuza bakmayın.. ne tahtımız, ne koltuğumuz ne sandalyemiz vardır.. buyurun oturun!” dedi Kadı kendisine gösterilen mindere oturdu. Çocukluğu, kendi ailesi gözleri önünde belirdi. Kendisi de böyle bir evde doğmuş on iki yaşlarına kadar yaşamıştı.

Köyün imamı babasına, “Maşallah bu senin oğlan pek akıllı pek zeki.. gel bunu payitahta gönderelim.. okusun bizim köyden de bir kadı, bir molla çıksın.. gel sözümü dinle.. çiftte çubukta heder etme oğlanı!” demişti. Babası zor bela kabul etmişti. Abisi de destek çıkmıştı. İkisini de rahmetle andı.

“Ben de böylesi bir evde doğup büyüdüm Yusuf ustam.. konaklarda büyümedik.. yer döşeğinde yatıp, yer minderinde oturduk!” dedi gülümseyerek.

“Eh madem öyle.. bir ekşi ayranımızı da içersiniz!” Kadı’nın cevabını beklemeden “Doğan kızıma söyle de birer bardak ayran hazırlasın!” 

Kadı, “Zahmet etmeyin!” dese de Doğan hanımın biraz önce çıktığı kapıya yöneldi. Odadan çıktı. Yusuf Usta, “Densizliğimi bağışlayın hocam.. açsanız bulgur pilavı vardı.. patatesli.. kızım diye demiyorum pek lezzetli yapar..”dedi

“Yok..” dedi kadı, “Tokum elhamdülillah..”

Sustular. Bir süre sonra bakır bir tepside iki toprak bardak ile ayran dolu sürahi elinde içeri girdi Doğan. Tepsiyi önlerine bırakıp ayranları doldurdu. Önce Kadı’ya sonra ihtiyara uzattı bardakları. Geri çekilip saygıyla biraz uzaklarında oturdu. Kadı ayrandan bir yudum aldı:

“Yusuf Usta elimden fazla bir şey gelmedi. Kusura bakma. Gönül isterdi ki cezaya tümden mani olayım.. ama olmadı.”

Yusuf Usta, “Hiç dertlenme Kadı efendi.. sağ olun var olun..” dedi gülerek. “Hiç değilse bu yaşta falakaya yatmadık.. sebeb-i ziyaretinizi öğrenmeyi dilememin bir mahzuru var mı?”

“Yok.. hem özür dilemek.. hem de sancak hakkında konuşmak istedim. Senin durumunla ilgili görüş bildirenler hakkında da.. seyfiyenin tamamı neredeyse iddianın aleyhindeydi. Bir de Sadreddin Efendi olayı var..”

Son sözler üzerine Yusuf Usta öfkeyle doğruldu..

“Sadreddin efendi mi.. bak a Kadı efendi.. şimdi olmadı.. hani ziyaretinle gönlümde taht kurdun.. ama şimdi o taht kaydı gitti altımdan.. hem seninle ilgili duyduklarımı da silkeledi bu sözlerin..”

Kadı, şaşkınlığını gizlemeye gerek duymadan sordu:

“Ne duydunuz hakkımda? Hhem niye böyle celallendiniz Sadreddin efendiyi duyunca.. iftiraya uğramadığı ne malum?”

Yusuf Usta başını sallayarak, öfkeyle konuştu:

 “Olmadı Kadı efendi.. olmadı.. sizin için adil, hakkaniyetli biridir, demişlerdi de onun için huzura gelmeyi göze almıştım.. yoksa dayak meraklısı değilim. Ne işim vardı benim huzurda? Sizi merak ettim.. babasına bile eyvallahı olmaz dediydiler.. ama şimdi bir haramzadeye ne olduğunu soruşturan biri var karşımda.. zavallı Mahmut efendinin kanını soracak yerde rüşvetçinin, hak nedir bilmezin, adaleti keseye göre dağıtanın ahvalini soruyorsunuz.. yakışmadı size Kadı efendi.. isterseniz siz de şimdi falakaya yatırın.. çağırın subaşını, alaybeyini yatırsınlar beni falakaya canım bundan fazla yanmaz.”

Hınçla bakıyordu Kadı’ya. Kadı gözlerini kaçırmadan, vakarını kaybetmeden tane tane konuştu:

“Bak Usta.. yaşına hürmeten burdayım.. haramzade dediğin kişiyle odamı paylaşmışım, bir dilim kuru ekmeği.. ne soğuk gecelerde ısınmak için birbirimize sarılıp yattığımız bir insanı sorarım ben. Mert, dürüst bir insanı sorarım.. bir insan böyle değişir mi? Beni yıkan budur.. içim der ki iftiraya uğradı.. değiştiğini kabul edemeyişimdir sorduran.. her sorduğum kişi nerdeyse aynı sözü söyledi.. bu da beni harap etti. Can-ciğer olduğum, dürüstlük abidesi bildiğim bir insan.. keşke ölseydi..”

Olduğu yere çökmüştü adeta. İki büklüm olmuştu Kadı Cemalettin.

Yusuf usta durumu anlayınca nasır tutmuş damarları fırlamış titreyen elleriyle Kadı efendinin ellerini tuttu: “Vallahi bilmiyordum.. vallahi şimdi senden çok üzüldüm. Bilirim böylesi yıkılmayı. Bağışla tez canlılığımı.. inan senden çok üzüldüm. Demek Sadreddin efendi arkadaşındı. Namusluydu he.. vah kahpe dünya..”

Gözleri dolmuştu Kadı Cemalettin’in. Yusuf ustanın sıcacık ellerini sıktı:

“O da sizin benim gibi yoksul bir köylünün evladıydı. Hem yetim hem öksüz kalmış, çobanlık yapmış, itilip kakılmış.. nasıl olmuşsa olmuş payitahta gelip medreseye sığınmıştı. Dedim ya çok dürüst, çok ilkeli biri idi.. bazen eşraftan biriler talebelere yiyecek, giyecek türü hediyeler getiriri birer ikişer dağıtırlardı. Biz üç dört arkadaş öyle zamanlarda kaçardık.. bizi hediye almaktan men eden de Sadreddin Efendi idi.. şimdi sen söyle Yusuf Usta ben nasıl onun bir haramzade olduğuna, haklıyı keseye göre belirleyen biri olduğuna inanayım.. nasıl?”

“Haklısın Kadı efendi.. haklısın.. keşke iftira olsa diyebilirim artık rahatlıkla.. ama değil. Yaranı daha fazla deşmeyelim.. başka şeylerden söz edelim dilersen.. kasabanın dışına hiç çıktınız mı? Gerçi daha birkaç gün oluyor geleli ya..” diye sordu.

Kadı Cemalettin:

“Dediğin gibi birkaç gün oluyor geleli.. fırsatım olmadı. Ama nasip ise her tarafı bihakkın gezmeyi düşünüyorum.. Merhum Mahmut Efendiyi sor demiştin.. eşkıya katletmiş diye duydum.. şimdilik söylenenlere inanmaktan başka bir şey gelmez elimden. Kiziroğlu denen eşkıya tarafından katledilmiş..”

Doğan Kiziroğlu adını duyunca yerinden kıpırdadı. Kayınbabasıyla bakıştılar. Kayınbabanın Doğan’a göz edişi Kadı’nın gözünden kaçmamıştı.

Yusuf Usta boğazını temizledi. Ayrandan bir yudum daha aldı.

“Her söylenene inanmıyorsunuzdur herhalde he Kadı Efendi..”

“Elbet her söylenene inanmayız. Ama her söyleneni dinlemek te boynumuzun borcudur. Kimin söylediğine değil ne söylendiğine bakarız. Anladığım kadarıyla sizin de söyleyecekleriniz var..” deyip damadı ve Yusuf ustayı ayrı ayrı süzdü.

Damat’ın öfkelendiği her halinden belliydi. Yusuf Usta yılların verdiği tecrübe ile temkinli davranıyordu.
“Var!” dedi Yusuf Usta.. “Var ama.. vakitsiz öten horozun başını keserler meselince erken olduğunu düşünüyorum. Vakti olduğuna karar verdiğimizde biz de açarız ağzımızı.”

Kadı Cemalettin söylenenlerin altındaki gerçeği fark etmişti. Henüz kendisine güvenmediklerini söylüyordu dolaylı yoldan. Güvenlerini kazanamamıştı besbelli. Kararını verdi doğrudan doğruya konuşacaktı.

“Anlıyorum” dedi. “Anlıyorum bir bardak ekşi ayranınızı içmeyi kabul edişimle, yanı başınızda diz çöküp oturuşumla emniyetinizi kazandığımı düşünecek kadar saf değilim. İtimat etmelisiniz. Hem de hemen şu an. Ben bütün samimiyetimle buradayım. Size ve sizin gibilere yapılanlara göz yummam. Dün yummadım. Bugün yummadım. İnşallah yarın da yummayacağım. Bunun için de sizlerin yardımına muhtacım. Dediğim gibi ben kimin değil ne söylendiğine bakarım. Kişiyi değil sözü dinlerim. Söyleyeni sözüyle değil ameliyle ölçer biçerim. Buna çalışırım. Beylik, payitaht bana buralarda bir eşkıyanın varlığından söz etmiştir. Ve o eşkıyanın da şer-i şerif’in temsilcisini katlettiğini söylemişlerdir. Bunu söyleyen tek kanattır. Sizler bildiklerinizi söylemezseniz hem ben hem payitaht bize söylenenin doğruluğuna hükmeder öyle amel ederiz. Bilirim kimi beyliklerde gerçek eşkıya beydir. Ve tebaadan gözü kara kimi yiğitler bu zulme isyan eder baş kaldırır. Onlar davalarında haklı olsalar da benim nazarımda haksızdırlar. Haksızdırlar zira hak-hukuk intikamla alınmaz. İntikam yerine adalet peşinde koşulsa hem böyle zalim beyler bir daha iş başında olmaz hem kendileri eşkıya diye anılıp darağacına gönderilmez. Kan davası gütmek gibi bir şeydir bu. Bu dahi dinimizce haramdır. İşte ben dedim diyeceğimi. siz dahi söylemelisiniz! Yoksa iki dünyada da elim yakanızdadır!”

Sürahiye uzanıp boşalan bardağını doldurdu Kadı. Biri iki yudum aldı. Suskunluğuyla sözlerinin etkisini tartıyordu. Yusuf Usta iyice doğruldu yatağında. Onun da bardağı boşalmıştı. Kadı Yusuf ustanın bardağını da doldurdu. Doğan sinirli sinirli dudaklarını kemiriyordu. Kayınbabası Kadı’nın doldurduğu bardaktan güçlükle bir yudum içti.

“Doğru söylersin Kadı Efendi.. intikamla hak-hukuk olmaz.. ama hak-hukuk hak ile yeksan olmuş ise çaresiz kalır insanlar.. bu dahi bir hakikattir. Sordun söyleyelim öyle ise.. bakalım adaletin terazisi tezekten midir değil midir.. görelim. Kadı Mahmut Efendi’yi Kiziroğlu değil Sancak beyi öldürmüştür. Hem de bizzat kendi eliyle öldürmüştür. Konağında oğlunun gözleri önünde yapmıştır bunu. Oğlu zevzeğin hafif meşrebin biridir. Çengilere bu hadiseyi övünerek anlatmıştır. Çengilerden de ben bir şekilde öğrendim. Nasıl ispat edebiliriz? Oğlu babası aleyhine şahitlik eder mi? Ha bunu duyan çenginin şahitliği adalet önünde makbul mü? Bey’in sözüne karşılık benim ve bir çenginin sözü.. bunu hangi mahkemeye taşıyabiliriz ki? Sizin dahi gücünüz yetmez.. hayal görmeyin Kadı efendi.. hayal görmeyin sonunuz Kadı Mahmut efendinin sonu gibi olur. Ne subaşı ne alaybeyi ne sipahi ne seyfiyenin diğer azaları Sancak Beyi’nin mahkemeye çıkarılmasına rıza gösterir.. birlik olur sizin başınızı da yerler. Payitaht onlara inanır.. onların yanında yer alır.. siz de biz de çırpındığımızla kalırız.. bu böyle değil, diyebilir misiniz?”

Kadı Cemalettin bu tür sözleri ilk bu sancakta işitmiş değildi. Uykularını kaçırtan gerçeğin ta kendisi sözlerdi.

“Ben bu oyunu bozacağım.. siz hiç tasalanmayın! Beni Kiziroğlu’yla buluşturun..”

Yusuf Usta başını salladı:

“Kiziroğlu kim bilir hangi dağın hangi köşesini yurt edinmiştir.. biz ne bilelim yerini de sizi buluşturalım?” diye karşılık verdi Kadı’nın sözlerine. “Bizi sana yanlış tanıtmışlar.. ne tanışıklığımız vardır ne kendisini gördüğümüz.. ha sancaktaki her beni adem gibi biz de adını duymuşuzdur. Size kim ne söylediyse yanlış söylemiş!”

Kadı ayağa kalktı. “Misafirperverliğiniz için teşekkür ederim.. sizin hakkınızda kimseden bir şey duymuş değilim.” deyip Doğan’a baktı. Doğan da ayağa kalkmış elleri bağlı başı eğik kapının kenarında duruyordu. “Hani olur a.. bir tanıyan vardır.. siz onu tanırsınız. Ağzı sıkı ser verip baş vermeyecek bir olmalı. Bizi buluşturmalı. Bir de onu dinlemeliyim. Ondan sonra da bakalım terazimizi tezek midir değil midir, cümle alem görsün. Şimdilik Allahaısmarladık. Geçmiş olsun Yusuf usta!” dedi kapıya doğru yürüdü.

Doğan kapıyı açıp misafirini geçirdi. Gelip Yusuf Usta’nın yanı başına oturdu. “Baba bu Sancak beyinin bir oyunu mu, dersin?!” diye sordu.

Yusuf usta başını salladı. “Yok kadı hakkında iyi şeyler duydum. Gerçekten adil bir insan imiş.. ama insan bu.. işte kendi ağzından arkadaşını duyduk. Biz tedbiri elden bırakmayacağız elbet.. ama Kiziroğlu’na da durumu bildirmeliyiz.. şu Şeref denen şerefsiz çıkıp babası aleyhine şahitlik yapsa var ya.. değme keyfimize.. şimdi sen atla atına doğru Hüsam Dayı’nın yanına var.. ve Kadı’nın isteğini durumu etraflıca anlat. Bakalım Hüsam Dayı Kiziroğlu ne der nasıl bir yol takip ederler.. biz bize düşeni yapalım. Hadi davran!”

“Baş üstüne Baba!” deyip odadan çıktı Doğan. Yusuf Usta’nın kızı babasının yanına gelip tepsiyi topladı. Babası yeniden yatmıştı. “Allah rahatlık versin baba!” dedi idareyi söndürdü. “Sana da kızım.. sana da Allah rahatlık versin!”


<<Önceki               Sonraki>>


Puran Tilmiz, 11.10.2013, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar





Seçkin Deniz Twitter Akışı