29 Eylül 2017 Cuma

SA4938/KY57-AHCZD43: Sûre Sûre Kur'an'da Mü'minlerin Vasıfları 6: Bakara (201-222)

 "Müminler,  Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. 


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e  salât u selâm olsun.


BAKARA SURESİNDE MÜ’MİN/MÜSLÜMANLARIN VASIFLARI (201- 222. Ayetler)[1].


1-   Mü’minler, Allah’tan dünyada da ahirette de iyilik isterler, cehennem azabına maruz kalmamayı ve oraya girmeyi sağlayan kötü bir hayat sahibi olmamayı isterler. Yani imtihanda olduklarının bilincinde olmalarına rağmen, kendi elleri ile yaptıkları ortada iken bile  cehenneme girmemek için Allah’tan yardım isterler.

وِمِنْهُم مَّن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

“Onlardan, “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru” diyenler de vardır.” (Bakara, 2/201.)

“İşte onlara kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir.” (Bakara, 2/202.)

2- Rabbimiz Mü’minlere aynı zamanda cehennemin en alt tabakasını da oluşturacak olan insanımsı, günü kurtardığını sanan, yanardöner, ikiyüzlü, ahireti yalanlayan ve Müslümanlardan nefret eden kalbi hastalıklı münafığı tanıtır.

وَمِنَ النَّاسِ مَن يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللّهَ عَلَى مَا فِي قَلْبِهِ وَهُوَ أَلَدُّ الْخِصَامِ

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine (Sözünün özüne uyduğuna) Allah'ı şahit tutar. Halbuki o düşmanlıkta en amansız olandır.” (Bakara, 2/204.)

Ahireti yok sayıp bu dünya hayatına bağlı, hayatı dünya ile sınırlı gören insan tipi, aslında olduğu canavardan farklı olduğunu ve herkese kendisini bir nasihatçı olarak  göstermeye çalışır. Tekrar tekrar insanları ikna etmeye çalışarak şöyle der: "Benim iyilikten başka bir şey dilemediğime Allah şahittir. Ben şahsî çıkar için değil hak, doğruluk ve insanların kurtuluşu için çabalıyorum." Ama dünyaya bağlı bu tip adamın, tüm bu güzel sözleri yalandır ve iki yüzlülükten kaynaklanır. Bu münafık tip,  "Hakk'ın en büyük düşmanı"dır. Çünkü o, düşmanlığında, akıcı konuşmasına, ikna edici sözlerine ve Allah'a ettiği yeminlere rağmen Hak aleyhine her tür kötü, hilekâr girişimlerde bulunmaktan çekinmez.

İçyüzü ile dış görünüşü çelişik, görüntüsü ile içyüzü taban tabana zıt, yalancılığı, kandırmacılığı ve yağcılığı özenli bir meslek haline getirmiş olan bu tip, günün birinde iş başına geçince, sorumlu bir mevkiye gelince gerçek yüzü meydana çıkar, maharetle gözlerden sakladığı iç alemi açıklığa kavuşur; kötülükten, azgınlıktan, kinden ve bozgunculuktan ibaret olan özü gözler önüne serilir.

Bu insan tipi görev başına geçince bütün katılığı, kırıcılığı ve inatçılığı ile kötülüğe ve bozgunculuğa yönelir. Bu yönelişi, her türlü canlının kökünü kurutma eyleminde somutlaşır. Bu mahvetme eyleminden ne bitki, ürün ve meyve alanı olan tarım alanları ve ne de hayatın sürekliliğini sağlayan insan nesli kurtulabilir. Bu ölçüdeki bir hayat düşmanlığı ifadesi, bu yıkıcı yaratığın yapısına için için işlemiş olan kini, kötülüğü, gaddarlığı ve bozgunculuğu sembolize etmektedir. Onun yapısına işleyen bu yıkıcılığı dilinin tatlılığı, yağcılığının gözboyacılığı; yararlı, iyiliksever, hoşgörülü ve yapıcıymış izlenimini uyandıran sahte dış görünüşü örtüyor, gözlerden saklıyordu. Müslümanların bu kadar detaylı anlatılan bu alçak kişileri iyi tanımaları ve onları velî edinmemeleri, onlara karşı uyanık olmalarını gerektirir.

وَإِذَا تَوَلَّى سَعَى فِي الأَرْضِ لِيُفْسِدَ فِيِهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الفَسَادَ

"O, (senin yanından) ayrılınca (bu yapmacık konuşmasından sonra her zamanki günlük hayatına döndüğünde) yeryüzünde bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeğe çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez." (Bakara, 2/205.)

وَإِذَا قِيلَ لَهُ اتَّقِ اللّهَ أَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالإِثْمِ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُ وَلَبِئْسَ الْمِهَادُ

"Ona "Allah'tan kork" denildiği zaman gururu onu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin hakkından cehennem gelir. O ne kötü yataktır!" (Bakara, 2/206.)

Ayet, belirli bir karakterin tablosunu canlandırıyor, belirli bir insan tipinin ana özelliklerini tanıtıyor. Sen bu insan tipinin insanlar arasındaki benzerlerini orada-burada görebiliyorsun. Ayette tasvir edilen birinci insan tipi münafık, ikiyüzlü, kötü kalpli, şirret karakterli, amansız düşmanlık taşıyan ve mayası bozuk bütün insanlara uyarlanabilir.

3- Mü’minler Allah'ın rızasını kazanmak için kendilerini ve sahip oldukları her şeyi  feda ederler. Ama dünya ya da Allah’ın dışında bir şeyi elde etmek için Allah’a ihanet etmezler, Allah’ı, dinini gözden çıkarmazlar.

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَشْرِي نَفْسَهُ ابْتِغَاء مَرْضَاتِ اللّهِ وَاللّهُ رَؤُوفٌ بِالْعِبَادِ

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'ın rızasını kazanmak için kendini  feda eder. Allah kullarına çok şefkatlidir.” (Bakara, 2/207.)

Münafık tasvir edildikten sonra ikinci olarak mümin vasfı anlatılır. Mü’min, müttakî, âdil, ihlâslı, varlığını tümü ile Allah'a adamış ve Rabbi için hayatın bütün nimetlerini gözden çıkarmış kimsedir. Bu iki tip insanlar arasında iyi tanınan örneklerdir. Rabbimiz onları böylesine veciz biçimde canlandırıyor ve onları gözler önüne dikiyor. İnsanların bu örnekler vesilesi ile gerek Kur'an'ın mucizevi niteliği üzerinde ve gerekse insanları münafıklık ile müminlik kutupları arasında bu kadar birbirinden farklı yapan ilâhi yaratış mucizesi üzerinde derinliğine düşünmeleri isteniyor. Ayrıca yine insanların tatlı söze ve yağcılığın cazibesine aldanmayarak bu tatlı sözlerin, yapmacık ses tonlarının, münafıklığın, ikiyüzlülüğün ve gösterişçiliğin arkasında saklı olan gerçeği araştırmaları bekleniyor. Bunların yanısıra bu iki insan tipi aracılığı ile iman terazisinde ağır basan değerlerin neler olduğu tanıtılıyor.

4- Allah  ihlâslı, varlığını tümü ile Allah'a adamış Mü’minlerden  tüm varlıkları ile İslâm'a ve barışa girmelerini ister. Bu aynı zamanda İslam’ı ve değerlerini çok iyi temsil etmeyi, İslam insanı olmayı da gerektirir. İnsanı yaradan Allah aynı zamanda insanın dünya hayatında uyması gereken değerler bütününü de açıklamıştır. Geriye kalan yaradılan ve kulluk etmesi beklenen insanın tavrını, seçimini ortaya koymasıdır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ

“Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam'a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bakara, 2/208.)

Yani, "Hiçbir tereddüte mahal bırakmaksızın her şeyinle İslâm'a gir. Düşüncelerin, teorilerin, kültürün, bilimin, davranışların, ilişkilerin, çabaların ve buna benzer her şeyin, hayatının her vechesi İslâm'a teslim olmalıdır. Bu teslimiyet, yüce Allah'a boyun eğmeyen, O'nun hükmüne ve yazgısına razı olmayan en ufak bir düşünce, duygu, niyet, eylem, arzu ve endişe kırıntısını geride bırakmayan kesin bir teslimiyet olmalıdır.  Hayatını bir bölümünde İslâm'a uyulan, diğer bölümünde de İslâm'a uyulmayan parçalara ayırmamalısın."

Bu teslim oluş, kendilerine adım adım kılavuzluk edecek bir ele ellerini verme biçiminde olmalı (Allah’a mutlak teslimiyet ve güven); bu elin kendilerini yararlıya, iyiye ve başarıya götürmek istediğinden emin olarak gerek dünyada ve gerekse Ahirette bu el sahibinin izleteceği yolun ve ulaştıracağı noktanın doğruluğundan en ufak bir kuşku duymamalıdırlar. Mümin için ise, insan varlığının amacının yüce Allah'a kulluk etmek olduğunu, kendisinin Allah'a kulluk etmek için yaratıldığını bilmesi, biç kuşkusuz onu bu parlak ufka yüceltici bir etkiye sahiptir.

Buna göre ona yaraşan; insanlara haksızlık ve kötülük etmemektir, ona yakışan, insanları aldatmamak ve kandırmamaktır, ona yaraşan, azgın ve zorba olmamaktır, ona yakışan tutum kirli araçlar ve iğrenç metodlar kullanmamaktır. Yani Allah’ın razı olduğu Müslüman kimliğine, değerlerine ve yaşantısına sahip olmaktır.

5- Mü’minler Allah’ın lütfu olan hidayet ve gönderdiği delilleri görüp bütün benlikleri ile O’na itaat edip kulluk ederler.  Allah’ın gönderdiği delilleri gördükten sonra yan çizen, emrettiği hususları yok sayan kimseler için bu ayet muazzam bir tehdit içermektedir.

فَإِن زَلَلْتُمْ مِّن بَعْدِ مَا جَاءتْكُمُ الْبَيِّنَاتُ فَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

“Size apaçık deliller geldikten sonra, eğer yine de yan çizerseniz, bilin ki Allah, gerçekten mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara, 2/209.)

Burada müminlere yüce Allah'ın "aziz (üstün iradeli)" oluşunun hatırlatılmış olması, dolaylı olarak yüce Allah'ın güçlülüğünü, kuvvetliliğini, tartışmasız baskınlığını ve O'nun direktiflerine ters düştükleri takdirde bu üstün güçle karşı karşıya geleceklerini anlatma amacı taşır. Yüce Allah'ın "hikmet sahibi" oluşunun hatırlatılması da O'nun kullar için seçtiği her şeyin hayırlı, onlara yasakladığı her şeyin kötü olduğunu, eğer müminler O'nun emrine uymaz ve yasaklarından kaçınmazlarsa zarara uğramalarının kaçınılmaz olacağını düşündürme amacı taşır. Buna göre ayetin sonuç cümlesi her iki kanadı ile burada korkutma ve uyarma anlamı taşıyor.

6- Mü’minlere, inkar edenlerin ve münafıkların, tehdit ve korkutma içeren bu soruya muhatap oldukları halde inatçılığı sürdürenlerin ansızın o korkunç günün gelip çattığını herşeyin bittiğini ve korkutulmaları amacıyla kendilerine tasvir edilen o sürprizle yüz yüze gelene kadar iman etmeyecekleri haber verilmiştir. Ya Müslümanlar Allah’ın razı olduğu kimseler olmak için neyi beklemektedirler? Neyi kaybettiklerini ve neyi terk ettiklerini ne zaman hatırlayacaklardır?

هَلْ يَنظُرُونَ إِلاَّ أَن يَأْتِيَهُمُ اللّهُ فِي ظُلَلٍ مِّنَ الْغَمَامِ وَالْمَلآئِكَةُ وَقُضِيَ الأَمْرُ وَإِلَى اللّهِ تُرْجَعُ الأمُورُ

“Onlar (böyle davranmakla), bulut gölgeleri içinde Allah'ın (azabının) ve meleklerin kendilerine gelmesini ve işin bitirilmesini mi bekliyorlar? Halbuki bütün işler Allah'a döndürülür.” (Bakara, 2/210.)

Bu sözlere özellikle dikkat edilmelidir; çünkü bunlar, evrensel bir gerçeği yansıtmaktadırlar. Allah insanı, bir imtihandan geçmesi için bu dünyaya göndermiştir. O, rasûlleri aracılığıyla Hakk'ı (İslâm) vahyetmiş ve insana bu gerçeğe inanma veya inanmama, inandıktan sonra da ona teslim olma veya olmama özgürlüğünü vermiştir. Allah, gerçeği hiçbir zaman herkesin kayıtsız şartsız kabul edeceği bir şekilde çırılçıplak gözler önüne sermez; çünkü, o zaman imtihan diye bir şey söz konusu olamaz ve başarı veya başarısızlık kavramları anlamlarını yitirirler. 

Bu nedenle Allah insanları şöyle uyarmaktadır: "Allah'ın melekleri ile birlikte tüm azametiyle önünüze çıkacağı günü beklemeyin. O zaman sizin için azap mühürle onaylanmış olacak ve hiçbir şansınız da olmayacaktır. O zaman iman ve itaat etmenin hiçbir anlamı kalmayacaktır. İman ancak, gerçek sizin duyularınızdan gizli (gayb) iken ve siz aklınız ile muhakeme edip, hiçbir zorlama olmaksızın onu kabul ederek ahlâkî seviyenizi gösterdiğinizde değerli olur. Allah'ı, istiva ettiği Arş'ta gözlerinizle görüp, yerde ve gökte görevli melekleri müşahade ettiğiniz ve kendinizi tamamen O'nun kudreti altında hissettiğiniz zaman, iman ve itaatin hiçbir değeri olmayacaktır. O zaman inatçı kâfirler ve en büyük günahkârların bile inanmama ve itaat etmeme seçenekleri olmayacaktır. Fakat artık iş işten geçmiş olacaktır; çünkü imtihan süresi dolmuştur. Perde kaldırılıp gerçeği herkes gözleriyle görebildiğinde, kimseye şans tanınmayacak ve artık imtihan olmayacaktır; çünkü artık Hüküm Günü gelmiştir.

7- Mü’minler, kendilerine nimet veren Allah’a ve ihsan ettiği nimetlerine ihanet eden ve lanetlenmiş Yahudilerden ibret alıp aynı hataya düşmemelidirler. Bunca uyarıya rağmen ibret alınmaz ise aynı hatalar aynı sonuçları doğuracaktır.

سَلْ بَنِي إِسْرَائِيلَ كَمْ آتَيْنَاهُم مِّنْ آيَةٍ بَيِّنَةٍ وَمَن يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللّهِ مِن بَعْدِ مَا جَاءتْهُ فَإِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

“İsrailoğullarına sor; biz onlara nice açık mucizeler verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah'ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek çetin olandır.” (Bakara, 2/211.)

Yüce Allah Yahudilere nice açık ayetler (mucizeler) sunduğu halde yine de kendilerine yönelik çağrılara kulak asmamışlardır. Kendilerine verilen nice nimeti, iman ve barış nimetini değiştirmişler, tahrif etmişlerdir. Burada sözü edilen ilâhi nimet barış nimeti olabileceği gibi iman nimeti de olabilir. Zaten bunların ikisi de aynı anlama gelir. Bu nimeti değiştirmenin doğurduğu tehlikenin başta gelen somut örneği yahudilerin durumudur. Yahudiler, Allah'ın nimetini değiştirdikten, gönüllü itaati reddettikten ve Allah'ın direktifine teslim olmaya yan çizdikten, isyanı seçtikten  sonra artık bir daha barış, huzur ve güven yüzü görememişlerdir. İnsanlık bu nimeti ne zaman değiştirdi ise daha Ahiretteki azapla karşılaşmadan önce dünyadayken bu ağır azaba uğramışlardır. Ne yazık ki Müslümanların ahvâli de bunu doğrulamaktadır. Allah kullarına zulmetmez, kulları ama bilerek ama bilmeyerek kendi seçtikleri ve yaptıklarının neticesini görürler.

8- Mü’minler asıl hayat olan Ahireti unutmaz, Ahireti kazanma yeri olan dünyayı da ihmal etmezler. “Oyun ve eğlenceden” ibaret olan dünyanın haber verilen böyle bir zehirli çekiciliği vardır buna da azami dikkat ederler. Nitekim bu zehirli ve aldatıcı çekicilik bizden öncekilerinden de ayaklarını kaydırmış, bizim de ayaklarımızı kaydırmaya devam etmektedir. Asıl mesele bizim bu dünya ile ne yapacağımızdır…

زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ اتَّقَواْ فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَاللّهُ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ

“İnkar edenlere dünya hayatı süslü gösterildi (çekici kılındı). Onlar iman edenlerle alay etmektedirler. Allah'a karşı gelmekten sakınanlar ise, kıyamet günü bunların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.” (Bakara, 2/212.)

Gerçekten şu dünya hayatı basit nimetleri ve küçük amaçlı uğraşları ile kâfirlere cazip görünür. Yeryüzünün bataklığına saplanmış, dünya kaynaklı hedeflerin tutsağı olmuş basit insanlar bu cazibeye kapıldıkları için dünya hayatına takılıp kalırlar, onu aşamazlar, bakışlarını onun ötesinde bir şeye yöneltmezler, onun değerleri dışında kalan değerleri bilmezler. Şu dünya hayatının sınırları önünde dikilip kalan kimselerin düşüncelerinin, müminin kafa yorduğu yüce ideallerin düzeyine yükselmesi, müminin bakışlarını diktiği uzak ufuklara göz atması mümkün değildir.

9- Allah Mü’minlere, insanların sığınacakları değişmez bir ölçü/hakem, yegâne kurtuluşları, başvurabilecekleri bir son söz, aralarında hüküm verecek Kur’an-ı Kerim’i gönderdi. Zaten yaradan, ölçüyü belirleyendir. Müslümanların, Allah’ın koyduğu ve sorumlu tuttuğu bu eşsiz değerdeki Kur’an ile ilişkileri nasıl düzelecektir? Nasıl ve ne zaman Allah’ın razı olduğu standartlarda bir kul olmayı başaracağız? İnsanlığın kurtuluşu olan Kur’anın önce bizi kurtarmasına izin verecekmiyiz? Allah’ın kitabına sımsıkı sarılıp Kur’anı mehcûr halden ne zaman kurtaracağız?

كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ وَأَنزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَمَا اخْتَلَفَ فِيهِ إِلاَّ الَّذِينَ أُوتُوهُ مِن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ فَهَدَى اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ لِمَا اخْتَلَفُواْ فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِهِ وَاللّهُ يَهْدِي مَن يَشَاء إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ

“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara, 2/213.)

Ancak kitap verilenler, kendilerine açık deliller geldikten sonra karşılıklı ihtirasları yüzünden bu kitap hakkında anlaşmazlığa düştüler. Bu arada Allah'ın izni ile mü'minleri, kâfirlerin üzerinde anlaşmazlığa düştükleri gerçeğe iletti. Zaten Allah dilediği kimseleri doğru yola iletir.

Bundan dolayı elimizde uyuşmazlığa düşenlerin birlikte başvurabilecekleri değişmez bir ölçü, dâvacı ve dâvalı tarafların müracaat edebilecekleri bir adil hakem, taraflar arasındaki tartışmaya son verebilecek ve herkesi kesin bir kanaate vardıracak bir son söz mutlaka olmalıdır. İşte bu son söz, mutlaka insan ihtiraslarından, insan yetersizliğinden ve insan bilgisizliğinden etkilenmeyen adil bir hâkimin yani yaradanın sözü olmalıdır ki bu da âlemlerin Rabbi olan Allah’tır.

İnsanlar, hakla batılın ne olduğuna karar veren hakem değillerdir. İnsanların onayladıkları şey her zaman hakk değildir, insanların doğru saydıkları şey din değildir. İslâm'ın tarih görüşü herşeyden önce şu ilkeye dayanıyor: İnsanlar herhangi bir şeyi yapabilirler herhangi bir şeyi söyleyebilirler ve yaşam tarzlarını herhangi bir şeye dayandırabilirler. Eğer sözkonusu "şey" Allah'ın kitabına ters düşüyorsa bu durum o şeyi "hakk"ın yerine geçirmez, onu dinin esaslarından biri yapmaz, ona dinin pratik yorumu sıfatını kazandırmaz; ardarda gelen kuşakların onu benimsemiş olması, ona haklılık gerekçesi sağlamaz.

Müslümanlara bu konuda özellikle İsrailoğulları'na bakıp ibret almaları tavsiye edilmektedir; çünkü onların yerine, dünyanın önderliğini üstlenen müslümanlar için İsrailoğulları, yaşayan bir örnektir. İsrailoğulları'na nimet olarak peygamberler ve ilâhî kitaplar verilmiş ve bütün dünyanın önderleri olma görevi onlara emanet edilmişti. Fakat onlar kendilerini dünyevî arzulara, iki yüzlülüğe ve kötü amellere teslim ettikleri için kendi kendilerini bu nimetlerden mahrum bıraktılar. Bu nedenle onların makamına geçen müminler, bu kötülüklere karşı uyanık olmaları ve onların tarihinden ders almaları konusunda uyarılıyorlar.

10- Allah Mü’minlere, kendilerinden öncekiler nasıl imtihana tabi tutuldularsa aynı şekilde Müslümanlarında imtihandan geçirileceklerini;  iman ve cihad, sıkıntı ve meşakkat, sabır ve direnme ve sırf Allah'a yönelme yolunu bildirmiş, arkasından zafer ve daha sonra da Cennet mutluluğunun geleceğini  haber vermiştir. Müslümanların öncelikle Allah’ın yardımını hak edecek bir hale/kıvâma ulaşmaları gerekiyor.

أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُم مَّثَلُ الَّذِينَ خَلَوْاْ مِن قَبْلِكُم مَّسَّتْهُمُ الْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء وَزُلْزِلُواْ حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللّهِ أَلا إِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَرِيبٌ

“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü'minler, "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah'ın yardımı pek yakındır.” (Bakara, 2/214.)

Ayette müminler, rasûller ve onlara uyanların her zaman, Allah'a asi olanlarla savaşmak zorunda kalacakları ve İslâm'a gerçekten iman etmenin kolaylıklarla dolu bir yol olmadığı konusunda uyarılmaktadır. Hak dini ikâme etmek ve bunu engellemeye çalışanlara karşı savaşmak için kişinin tüm gücünü harcaması, hatta gerekirse canını bile vermesi gerekebilecektir.

Yüce Allah ilk müslüman cemaate böyle hitap ediyor, dikkatlerini kendilerinden önce yaşamış olan mümin cemaatlerin tecrübelerine ve seçilmiş kullarının eğitilmesine ilişkin ilâhî kanununa (sünnetullaha) yöneltiyor. O seçilmiş kullar ki, yüce Allah, sancağını onların ellerine veriyor, yeryüzünde halifesi olma emanetini, sistemini ve şeriatını omuzlarına yüklüyor. Bu hitap, aynı zamanda bu büyük görevi üstlenen, bu son derece önemli misyonu taşımayı seçen herkese yöneliktir.
"İyi bilin ki, Allah'ın yardımı yakındır."

Bu yardım onu hak edenler için hazır bekletiliyor. Fakat onu ancak sonuna kadar direnmeye devam edenler, sebat edenler hak edebilir. Sıkıntıya ve darlığa göğüs gerenler, sarsıntıya kapılmaksızın bu direnişi gösterenler, zulüm karşısında baş eğmeyenler, yüce Allah'ın bu yardımını dilediği kimselere göndereceğine kesinlikle inananlar, hatta sıkıntı doruk noktasına ulaştığı anlarda bile yalnızca Allah'ın yardımını gözleyenler; başka hiçbir çözüme, Allah'ın katından gelmeyen herhangi bir desteğe kesinlikle ümit bağlamayanlar bu yardıma hak kazanabilirler. Zaten söz konusu yardım sadece Allah katından gelebilir.

Bu kurtuluş, sahibini son çözümde Cennet hayatına lâyık hale getirecek faktördür. İşte yol budur. Yüce Allah'ın gerek ilk müslüman cemaate ve gerekse her kuşaktan müslümanlara anlattığı gibi yol budur.

أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ

“İnsanlar, “İnandık” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler.” (Ankebût,29/2)

11-   Allah Mü’minlere kendi ihsân ettiği nimetlerden yine kendi rızası için ve kendi yolunda harcamalarını; bu harcama, iyiliklerin hiçbirisinin de zâyi olmayacağını bildirmiştir. Böylece Allah  benimsediği ve üzerine sosyal düzenini oturttuğu infâk eğitim metodunu bildiriyor.

يَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلْ مَا أَنفَقْتُم مِّنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ

“Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.” (Bakara, 2/215.)

Allah yolunda harcanacak her şey de yapılan yardım hayırdır, hayrın ta kendisidir. Veren için hayırdır, alan için hayırdır, cemaat (toplum) hesabına hayırdır, başlı başına hayırdır, iyi bir davranıştır, iyi bir sunuştur, iyi bir şeydir. Çünkü başkalarına birşey vermek kalbi temizleyici, vicdanı arındırıcı bir davranıştır; Bunun yanısıra başkalarına sağlanan bir yarar, bir yardımdır. Karşılığını Allah’tan bekleyerek O’nun yolunda infâk asıl kalbi temizleyen, vicdanı arındıran ve kişinin safını belli eden muazzam bir tavırdır.

12- Allah Mü’minlere sadaka verme meselesinin hemen arkasından gelen cihad farzına da aynı eğitim metodu uyarınca öğretiyor ve şartları oluştuğunda da farz kılıyor. Yani cihad, İslam binasını oluşturan namaz, zekat, hac, oruç gibi yapıtaşlarından biridir. Bunları emreden Allah cihadı da emretmiştir.

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ

“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 2/216.)

Allah yolunda savaşmak, meşakkatli bir farzdır. Fakat böyle olmakla birlikte yerine getirilmesi gereken zorunlu bir görevdir de. Yerine getirilmesi zorunludur, çünkü gerek tek tek müslümanlar hesabına gerek İslâm toplumu hesabına gerek tüm insanlık hesabına ve gerekse hakk, iyilik ve yapıcılık adına birçok yararlar içerir. Yokluğu ise yıkımdır.

Eğer insan, hayatında başından geçen olayları gözünün önüne getirdiği zaman, hayır çıkan birçok istemediği şey ve yine arkasında kötülük saklanan birçok hoşuna giden şey bulur. İnsanın nice istekleri olmuştur ki, elinden kaçtılar diye neredeyse üzüntüden kahrolacak duruma düşmüş, fakat bir süre sonra meydana çıkmıştır ki, sözkonusu isteğinin vaktiyle yerine gelmemiş olması, yüce Allah'ın bağışladığı bir kurtuluştur. Buna karşılık insanın karşısına öyle sıkıntılar çıkmıştır ki, istemeye istemeye, acı çekerek onlara katlanmış, fakat bir süre sonra o sıkıntılar sayesinde hayatının en uzun ömürlü mutluluğuna kavuştuğunun farkına varmıştır.

13- Allah Mü’minlere fitnenin (zulüm, baskı) insan öldürmekten daha büyük bir suç olduğunu haber veriyor. Aslolan fitneye fırsat vermemek, şayet vaki olursa fitne karşısında Müslümanca bir tavır koymaktır.  Aynı zamanda yaradan Allah insanın değerler sistemini inşa ediyor. Neye iyi neye kötü hatta çok daha kötü olarak bakacaklarını tanımlıyor. Yaradan, hükmü belirleyendir.

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ فِيهِ قُلْ قِتَالٌ فِيهِ كَبِيرٌ وَصَدٌّ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَكُفْرٌ بِهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَإِخْرَاجُ أَهْلِهِ مِنْهُ أَكْبَرُ عِندَ اللّهِ وَالْفِتْنَةُ أَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِ وَلاَ يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّىَ يَرُدُّوكُمْ عَن دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُواْ وَمَن يَرْتَدِدْ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَأُوْلَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

“Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar. De ki: “O ayda savaş büyük bir günahtır. Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır. Zulüm ve baskı ise adam öldürmekten daha büyüktür. Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.” (Bakara, 2/217.)

Kur'an'da fitne kavramının söz konusu edildiği ayetlerde en çok dikkat çeken husus, şüphesiz ki, dinî inançlarının gereğini yaşamak isteyen insanlara yapılan şiddet, işkence ve sindirme konularını işleyen ve bu tür davranışları kınayan pasajlardır. Bu nedenle fitne, öncelikle din ve inanç hürriyetini engelleme bağlamında anlaşılabilir.[2]

İmam Birgivi’ye göre fitne: İnsanları, meşrû bir fayda olmaksızın ıstıraba, ihtilale, ihtilafa ve belaya düşürmektir. Fitneler toplumda can ve mal emniyetini ortadan kaldırır. Güvensizlik ve panik havası oluşturur. Şüphe, tereddüt, korku ve güvensizlik ortamında müspet manada bir gelişme olmaz. Bu yönüyle fitne öldürmekten bile beterdir. Öyle dayanılmaz fitneler vardır ki, insan bu fitneler karşısında ölümü bile temenni eder hale gelir. Ayrıca fitne kitlesel ölümlere yol açar. Korku, kaos, kargaşa, katliam, terör, günah, inkar gibi kötülüklere yol açan fitnelere alet olmamak, bilakis izalesi için gayret göstermek her mü’minin görevidir. Elinden hiç bir şey gelmeyenler ise hiç olmazsa sabretmek ve fitneden uzak durmak durumundadırlar. Başlangıçta bir kıvılcım gibi olan fitne söndürülmezse bütün toplumu sarar, kurunun yanında yaş, zalimin yanında mazlum da yanar.

Hz. Peygamber (s.a.v.) vuku bularak fitneler karşısında takınılacak tavır hususunda şöyle buyurmuştur: “Kıyametten hemen önce karanlık gece parçaları gibi fitneler zuhur edecektir. O esnada kişi mümin olarak sabahlar, akşama kâfir çıkar, mümin olarak akşamlar, sabaha kâfir çıkar. Fitne esnasında oturan ayakta olandan daha hayırlıdır. Yürüyen koşandan daha hayırlıdır.” (Ebû Davud, Fiten 2, Tirmizi, Fiten 33)[3]

Günümüzde modern haçlıların temsilcisi olan mason, siyonist, faşist ve nazi Batı hem her türlü kanvansiyonel silahla Müslümanları katletmekte hem de kendi uydurduğu İslamofobia aparatı ve silahı ile İslam ve Müslümanları terörle eşleştirmeye çalışarak (şeytanlaştırmaya) buna ek olarak ta ISIS gibi kendi kurduğu terör örgütleri ile İslam ile savaşını sürdürmektedir.  Özellikle Avrupa ve Amerika’da dinî inançlarının gereğini yaşamak isteyen Müslümanlara yapılan şiddet, işkence ve sindirme operasyonlarına hız kesmeden devam etmektedirler. Müslümanlar küresel ölçekte savaşı ve yoğun fitneyi beraber yaşamaktadırlar. Modern haçlıların bütün bunları bu kadar rahat yapabiliyor olmaları aynı zamanda Müslümanların Allah için yapmaları gereken görevleri ihmal etmeleri ve vahyin rehberliğinden uzaklaşıp Müslüman kimliğine yabancılaşmalarından kaynaklanmaktadır. Yani gavura kızmadan önce kendimize çeki düzen vermek zorundayız, bir şekilde bâtıla bu gücü ve imkanı biz tanıyoruz.

14- Mü’minler iman etmiş, hiçbir kınayanın kınamasından korkmayan, şartlar gerektiğinde hicret edebilen ve yine şartlar oluştuğunda Allah yolunda, O’nun belirlediği ölçüler çerçevesinde tüm gücü ve kaynakları ile cihad eden kimselerdir. Hem zaten Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. 

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أُوْلَئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّهِ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

“İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler; şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Bakara, 2/218.)

İslâm, hayata pratik olarak yaklaşan bir sistemdir. Hayalî, donuk ve uygulama yeteneğinden yoksun romantik teori kalıplarına dayanmaz. O insan hayatını pratik engelleri, çeşitli çekici yönleri ve şartları ile olduğu gibi ele alır. Böylece hayatı ele alarak onu aynı anda ilerlemeye ve yükselmeye doğru yöneltir. Bu yönlendirmeyi hayatın realiteleri ile uyuşan pratik çözümlerle gerçekleştirir, hayatın realitesi karşısında hiçbir işe yaramayan ham hayaller ile ve boş rüyalar ile oyalanmaz.

“Arapça "cihad" kelimesi bir amaca ulaşmak için kişinin elinden gelen çabayı sarfetmesi anlamına gelir. "(Kutsal) Savaş" ile eş anlamlı değildir, bundan daha geniş bir anlamı vardır ve her tür çabayı içerir. Mücahid ise her zaman idealini elde etmeye çalışan, onu dili ile, kalemi ile tebliğ eden ve onun yolunda tüm kalbi ve bedeni ile çalışan kimsedir. Kısacası o, tüm gücünü ve kaynaklarını bu ideali elde etmek için harcar ve ona karşı çıkan tüm güçlerle savaşır; o kadar ki hayatını bile bu yolda feda etmekten kaçınmaz. Böyle bir kimsenin çabası ve gayreti teknik olarak cihaddır. Buna karşı, bir müslüman tüm bunları zulme karşı çıkmak, Allah'ın ortaya koyduğu hayat biçimini hâkim kılmak ve O'nun kelâmını yüceltmek için belli ahlâkî sınırlamalar dahilinde, Allah yolunda yapmak zorundadır. Müslüman cihad ederken bundan başka bir gayeye sahip olmamalıdır. İşte bu şekilde, müslümanın cihadının "kâfirleri ortadan kaldırmak için açılmış genel bir savaş" olmadığı açığa kavuşur.”[4]

Şeytanca işler yapan ve şeytani aklını her türlü fitne ve kaos çıkarmaya kullanan modern batı bugün kendi icat ettiği ve terörü küresel hale evirdiği IŞİD gibi işgal aparatları ile bir taşla kuş bırakmama rüyası görmektedir. IŞİD gibi bizden olmayan ve bizi temsil etmeyen batı kontrolündeki yıkım, işgal ve terör ekibi sayesinde hem İslam’a hem İslam’ın değerlerine hem de Müslümanlara hayasızca saldırmaktadır. Bu terör ile Allah’ın emri olan cihad ve bu cihadı Allah için yapan Mücahitleri kirletmeye, terörle eşleştirmeye ve Müslümanların ağızlarına bile alamamalarını sağlamaya çalışmaktadır. Yani modern haçlı batı saldırıp coğrafyamızı talan ederken, işgal ve katliamlarına meşru savunmayı bile önceden yok etmek istemektedir.

15- Mü’minler Allah’ın kendilerine emrettiği esasların hepsini kabul eder  ve bunları hayatında uygulamaya koyar, yok saymaz bu esasları. Mü’min Allah’ın yasakladığı bütün kötülüklerden (münker) uzak durması gerektiği gibi içki ve kumardan da uzak durması gerekir. Zira bunları yasaklayan yaradan Allah’tır.

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ قُلْ فِيهِمَا إِثْمٌ كَبِيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَإِثْمُهُمَآ أَكْبَرُ مِن نَّفْعِهِمَا وَيَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلِ الْعَفْوَ كَذَلِكَ يُبيِّنُ اللّهُ لَكُمُ الآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ

“Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahirî) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.” Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan arta kalanı.” Allah, size âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz.” (Bakara, 2/219.)

Sadaka, vasiyet, cihadın farz kılındığı ayetleri okurken bir anda içki ve kumarın yasaklanması ile ilgili ayet karşımızda. İşte Kur’anın üslubu. Hayatın tamamını içine alan hiçbir boşluk bırakmayan fıtrata uygun bir yaşam. Yaradan Allah emrediyor, yaradılan kulun ise itaat edip hayatını bu esaslara göre tanzim etmesi isteniyor.

Bu, alkollü, sarhoş edici içkiler ve şans oyunları ile ilgili verilen ilk emirdir. Burada, ileride kesin yasaklamaya giriş teşkil edecek şekilde bunların kabul edilemeyeceği bildirilmektedir. Bu emrin ikinci aşaması, müminlere sarhoşken namaz kılmanın yasaklanmasıdır. "Ey müminler, sarhoşken ne dediğinizi bilecek duruma gelinceye kadar namaza yaklaşmayın." (Nisa Suresi, 43) En sonunda içki ve kumar tamamen haram kılınmıştır. "Ey müminler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları kuşkusuz Şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz."·(Maide Suresi, 90)

16- Mü’minler Allah’ın bir emri olarak kardeşleri olan yetimlerin haklarını korurlar ve bozgunculuk etmezler.

فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْيَتَامَى قُلْ إِصْلاَحٌ لَّهُمْ خَيْرٌ وَإِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِ وَلَوْ شَاء اللّهُ لأعْنَتَكُمْ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

“Dünya ve ahiret hakkında düşünesiniz, diye böyle yapıyor. Bir de sana yetimleri soruyorlar. De ki: “Onların durumlarını düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlara karışıp (birlikte yaşar)sanız (sakıncası yok). (Onlar da) sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyu yapıcı olandan ayırır. Allah, dileseydi sizi zora sokardı. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara, 2/220.)

Kıble, namaz, hac, iman etme, küfür, şirk, nifaktan uzak durma, sadaka, vasiyet, cihad, içki ve kumarın yasaklanması ve yetimlerin hakkının korunması ile ilgili ayet karşımızda. İşte Kur’anın üslubu. Hepsi Allah’ın emri ve hepsinin uygulanmasını istiyor. Hiç birisi İslam’ın tek başına anlatmak için yeterli değil ama hepsi ve diğer emredilen/ yasaklananlar ile Allah’ın muradı beraber anlaşılabiliyor. Bu aynı zamanda bir eğitim metodu. İslâm'ın birçok yasal düzenlemesini, birçok farzını ve birçok direktifini incelerken somut biçimde meydana çıkıyor.

Sosyal dayanışma, İslâm toplumunun temelini oluşturur. Müslüman cemaat, birlikte yaşadığı güçsüzlerin ihtiyaçlarını gözetmekle yükümlüdür. Bu arada ana-baba desteğinden yoksun olan yetimleri gözetmek ve korumak bu alanın öncelikli görevlerindendir. Yetimlerin kendileri gözetilecek ve malları korunacaktır. Böylece yetimlere yardım meselesi tümü ile yüce Allah'a bağlanıyor, inanç sisteminin ve hayatın çevresinde döndüğü ana eksene tutturuluyor. Bu durum, bu inanç sistemine dayanan yasal düzenleme sisteminin temel özelliğidir. Bu sistemin yürümesindeki teminatın vicdanların derinliklerinden gelen bir isteğin ürünü olduğu kabul edilmezse dışarıdan gelen etkilerle olabileceğini söylemek asla mümkün değildir.

Bu ayet nazil olmadan önce yetimlerin hakkının korunmasını emreden çok sert uyarılar yapılmıştı. "Yetimlerin hakkını yiyenler, karınlarını ateşten başka bir şeyle doyurmuyorlar" yolundaki uyarılar müslümanları o kadar korkutmuştu ki, yetimlerin velileri, onlarla ayrı yemek yemeye başlamışlardı. Buna rağmen yine, de onların mallarından bir kısmının kendi mallarına karışmasından ve Allah'ın bu sebepten dolayı kendilerini cezalandırmasından korkuyorlardı. Bu nedenle Hz. Peygamber'den (s.a) yetimlerle nasıl bir ilişki içinde olmaları gerektiğini ayrıntı ile açıklamasını istemişlerdi. Burada onlara iki tarafın çıkarına uygun olanı yapmaları ve aynı zamanda Allah'ın her şeyi bildiğini unutmamaları söylenmektedir.

17- Allah müslüman erkeğin, müşrik (puta tapan, Allah'a ortak koşan) bir kadınla ve müşrik bir erkeğin, müslüman bir kadınla evlenmesini haram kılmıştır. Yaratan ve her şeyin sahibi olan Allah, nasıl yaşayacağımızı, nasıl kulluk edeceğimizi, neyi iyi neyi kötü göreceğimizi; ne yapmamız ve de ne yapmamamız gerektiğini bildirdikten sonra evliliğimizin hangi şartlarda olacağını da belirlemektedir. Yani hayatın hiçbir safhasında Rabbimiz boşluk bırakmamıştır. İnkarcı, modern ve azgın insanın hoşuna gitmeyen de budur.

وَلاَ تَنكِحُواْ الْمُشْرِكَاتِ حَتَّى يُؤْمِنَّ وَلأَمَةٌ مُّؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِّن مُّشْرِكَةٍ وَلَوْ أَعْجَبَتْكُمْ وَلاَ تُنكِحُواْ الْمُشِرِكِينَ حَتَّى يُؤْمِنُواْ وَلَعَبْدٌ مُّؤْمِنٌ خَيْرٌ مِّن مُّشْرِكٍ وَلَوْ أَعْجَبَكُمْ أُوْلَئِكَ يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ وَاللّهُ يَدْعُوَ إِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِإِذْنِهِ وَيُبَيِّنُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ

“İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan (müşrik) kadınlarla evlenmeyin. Allah’a ortak koşan kadın hoşunuza gitse de, mü’min bir cariye Allah’a ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır. İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan erkeklerle, kadınlarınızı evlendirmeyin. Allah’a ortak koşan hür erkek hoşunuza gitse de; iman eden bir köle, Allah’a ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle, cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, insanlara âyetlerini açıklar ki, öğüt alıp düşünsünler.” (Bakara, 2/221.)

Artık bir müslüman erkeğin, müşrik (puta tapan, Allah'a ortak koşan) bir kadınla ve müşrik bir erkeğin, müslüman bir kadınla evlenmesi haram kılınmıştı. Bundan böyle aynı inancı paylaşmayan iki kalbin evlilik aracılığı ile birleştirilmesi yasaktı. Çünkü bu durumda evlilik bağı yapay, çürük ve zayıf bir bağdı. Çünkü bu evliliğin tarafları Allah'ta buluşmuyorlardı. Bu tür bir evlilikle de hayat ortaklığı gerçekleştirilemezdi. İnsanı onurlandırıp hayvanların üzerinde bir düzeye yükseltmiş olan yüce Allah evlilik ilişkisinin hayvansal bir içgüdü, basit bir şehvet boşalması olmasını istemiyor, bunun yerine onu yüceltip Allah'la ilişki kuracak düzeye çıkarmak, hayatın gelişmesi ve arındırılması alanında bu kurum ile Allah'ın dileğini ve sistemini ortak bir noktada buluşturmak istiyor.

Müminlerin müşriklerle evlenmelerinin yasaklanmasının nedeni “en büyük zulmü” işlemeleri ve "onların ateşe çağırması"dır. Yani bu tür evlilikler, müminleri şirk yollarına yöneltebilir. Çünkü karı-koca arasındaki ilişki sadece cinsel değil, aynı zamanda duygusal ve kültürel bir ilişkidir. Müslüman bir eşin müşrik bir eşi etkileyip onu, ailesini ve çocuklarını İslâm'a kazanması mümkündür. Fakat müşrik eşin müslüman eşi, ailesini ve çocuklarını şirk yollarına düşürmesi de aynı derecede mümkündür. Büyük bir ihtimalle böyle bir evliliğin sonucu olarak İslâm ve gayri İslâm aynı ailede gelişmeye devam edecektir. Bir gayri müslim bunu kabul edebilir; fakat bir müslüman kabul edemez. İslâm'a samimi olarak inanan bir kimse, sadece şehvetini tatmin etmek için böyle bir riske atılamaz. O kendisini veya en azından çocuklarını küfre, isyana ve şirke götürebilecek bir şeyi küfre, isyana ve şirke götürebilecek bir şeyi yapmaktansa arzularını bastırmayı tercih eder.[5]

18- Mü’minler Allah’ın bir emri olarak aybaşı dönemlerinde kadınlardan uzak durur, temizleninceye kadar onlara yaklaşmazlar (cinsel ilişkide bulunmazlar).

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِ قُلْ هُوَ أَذًى فَاعْتَزِلُواْ النِّسَاء فِي الْمَحِيضِ وَلاَ تَقْرَبُوهُنَّ حَتَّىَ يَطْهُرْنَ فَإِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَمَرَكُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ

“Sana kadınların ay hâlini sorarlar. De ki: “O bir ezadır (rahatsızlıktır). Ay hâlinde kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şüphesiz Allah çok tövbe edenleri sever, çok temizlenenleri sever.” (Bakara, 2/222.)

Kur'an, bu tip ince meselelerde çok dolaylı ve imâlı bir ifade kullanır. "Onlardan ayrılın" ve "Onlara yaklaşmayın" diye ifade edilen emirler, Yahudilerde, Hindularda ve diğer bazı toplumlarda olduğu gibi âdet kanaması boyunca kadınlara hiç dokunulmayacağı anlamına gelmez. Hz. Peygamber (s.a) bu emrin sadece, âdet boyunca onlarla cinsel ilişkide bulunulamayacağını kastettiğini bildirmiştir. Tüm diğer ilişkiler daha önceki gibi devam edebilir.

Kadın-erkek ilişkisi içinde cinsel ilişki amaç değil, araçtır. Hayatın doğal akışı içinde daha etkili yeri olan bir amacı gerçekleştirmenin aracıdır. Bu amaç çoğalmak, hayatın sürekliliğini sağlamak sonuçta bunların tümünü Allah'a bağlamaktır. Aybaşı kanaması döneminde cinsel ilişki kurmak hayvansal haz sağlayabilir. Gerçi bu ilişkinin hem kadına ve hem de erkeğe rahatsızlık verdiği, her iki taraf için de sağlık yönünden zararlı olduğu kesindir. Fakat bu, ilişkinin ardındaki yüce amacı gerçekleştirmez. Üstelik sağlıklı ve bozulmamış fıtrî eğilim, bu dönemde cinsel ilişkiden kaçınır. Çünkü normal fıtrata egemen olan iç kanunlar hayata egemen olan kanunların aynısıdır. Fıtrî yapı, döllenmeye ve canlı üretimine imkân sağlamayan bu durumda, bu kanunlar uyarınca doğal olarak cinsel ilişkiden uzak durur. 

Burada İslâmın hoşgörüsüyle karşılaşıyoruz. İslâm, insanı, doğal eğilimleri kaçınmaları imkansız ihtiyaçları ile olduğu gibi kabul eder, yücelme ve arınma adına fıtratı yok etmeye kalkışmaz, varolup olmaması insanın elinde olmayan, kaçınılmaz içgüdülerinden tiksinmeye yönelmez. Aslında insan, hayat hesabına, hayatın devam etmesi ve gelişmesi hesabına bu içgüdülerin gereğini yerine getirmekle yükümlüdür. 

İslâm sadece insanın insanlığını belirginleştirmeye, onun düzeyini yükseltip yüce Allah ile ilişki kurmasını sağlamaya girişir. Bu girişimleri sırasında insan organizmasının içgüdülerini anlayış ve hoşgörü ile karşılar. Organizmanın içgüdülerini önce insanca duygularla, son aşamada ise din duyguları ile bir araya getirerek gelip geçici organik isteklerle sürekli insanî amaçları ve bunların her ikisi ile vicdanın ince dini titreşimlerini birbirine bağlamaya ve bunların her üçünü aynı anda, tek bir davranışta, tek bir istikamette kaynaştırmaya girişir.


<<Önceki                     Sonraki>>


 Ahmet Hocazâde, 13.10.2017, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Muhâfız ya da Muârız'a dair

Ahmet Hocazâde Yazıları





[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir. Ayrıca Rabbine kavuşmuş iki güzel insanın tefsir çalışmalarından istifade edilmiştir. Rabbim kendilerine rahmeti ile muamele etsin.
[2] Doç. Dr. Mesut ERDAL, KUR'AN'DA FİTNE KAVRAMI.
http://dergipark.ulakbim.gov.tr/esosder/article/view/5000067898
[3] Ali Rıza Temel, Fitneden Uzak Durmak, Altınoluk, 2014 - Mayıs, Sayı: 339, Sayfa: 020.
[4] http://www.sevdalara.net/kuranikerim/2-bakara-suresi/bakara-suresi-mevdudi-tefhimul-kuran-tefsiri.html?sayfa=3
[5] http://www.sevdalara.net/kuranikerim/2-bakara-suresi/bakara-suresi-mevdudi-tefhimul-kuran-tefsiri.html?sayfa=4



Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı