13 Ağustos 2015 Perşembe

SA1642/KY1-CÇ141: Hasırlı/ Roman- Bölüm 2-8

"Yazgım kadınlara eşlik içinmiş; bunu şimdi daha iyi kavradım. Bu yerde, bu kadınlar cehenneminde daha bir iyi anlaşılıyor her bir şey."

“Cinayet etmedi cânı gibi anın câm
Boguldı seyl-i belaya tagıldı erkânı”
Taşlıcalı Yahya

BÖLÜM İKİ
8
“Roxelenna! Roxelenna.. şahitlik makamına geçiniz.. lutfen.. yinelettirmeyin ama.. şahitlik makamı dediysem şahitlik makamıdır.. bir dil sürçmesi falan değil yok ortada! Olmaz da! Olamaz da! Evet Roxelenna senin bu serseri KARA MASTIK hakkında söyleyeceklerini dinleyelim..”

“Efendim ben.. aslında benim de sözcüklerim çalınmıştır.. aslında çalınmıştır diyerek kimseyi suçlamış olmayayım.. kayıptır.. o yüzden.. bilmem ki..”

Ömer Ağamın hiddetini hiç görmemiş.. ya da unutmuş olmalı.. kim bilir belki de umursamıyordur.. umursamazlık işine geliyordur.. işte avurtlarını şişirdi.. işte yumruklarını sıktı.. işte tekmesi havalanacaktır belki de.. yanın da ben olsam çoktan havalanmıştı tekmeleri.. yazık.. keşke yanında olsaydım.. ah canım Ömer Ağam.. o gerginlik bir gün inme indirecek sana ya.. sıkma kendini bu kadar, kasma kendini ben yanında olmayınca..

“Hep aynı herzeler.. bu da aranızda bir oyun olsa gerek.. ve bu oyun da şu itin başının altından çıkmıştır.. Hanım Yenge olmasa bilirdim, bilirim yapacağımı da.. la havle.. ciddiyete davet ediyorum sizi.. bakın kötü olacak.. tiz eveleyip gevelemeden anlat bildiklerini.. Serma’nın başına gelenlerin senin başına gelmemesi için bir gerekçen var mı?”

“Şimdilik yok efendimiz.. şimdilik!”

Çileden çıkarmaya uğraşıyor.. haha ha! Var bir hinlik bu kadının tavırlarında.. var da çözemedim. İncecik boynu var oysa.. incecik beli.. bir sıkımlık canı var, derler ya.. ama bazen tutuyor böyle tuhaflıkları.. bildiği bir şeyler mi var geleceğe ilişkin.. o çakır gözler.. geleceği mi görüyor.. Medaha Yenge boşunda demedi “Uzak dur ondan garibim.. uzağında dur O’nun.. korkarım O’nun yüzünden bir zarar göreceksin.. O çakır gözlü var ya O.. o çakır gözler..”

Kimin haddine böyle konuşmak velinimetim, efendim sahibim Kara Ömer Ağam.. alay edercesine adeta.. oysa onun geçtiği yerlerde otlar bile sararır.. kuşlar mevsimi olmadığı halde tüylerini döker.. atlar huysuzlanır, merkepler anırır, inekler böğürür, kuzular analarının altına saklanır.. bir fareler çekinmez gibi bir de Roxelenna.. kedileri kuşlarla karnını doyurmasa farelere göz açtırmazlar da.. midelerini tıka basa doldurunca işler karışıyor.. Ömer Ağam da haylazlık yaptıklarını sanıyor kedilerinin.. yine de kıyamıyor.. ben ne güne duruyorum ki.. madem kediler iştahsızdır fare peşinde koşmaya.. ben ne güne duruyorum.. iyi de ben fare kovarken kuşları kim kurtaracak ki kedilerden.. bunu anlayamıyor.. anlayamıyor ve hep bir maraza çıkarıyor benim maraza çıkarmaya çalıştığım sanısına kapılarak.

“Bak densiz.. lafı uzatma.. ne biliyorsan anlat şu it hakkında..”

“Şimdiii.. bağışlayın sözcüklerim kayıp olduğu için tam toparlayamayabilirim.. evden çıkmış tarlaya gidiyordum.. yok.. kar vardı sanırım.. ağıla mı göndermişti annem.. şimdi çıkaramıyorum.. yüzlerini tanımadığım insanlar birden çöktüler üzerime..”

“Aralarında bu it de var mıydı?”

“Dedim ya göremedim yüzleri tam.. ama yok onların rengi beyazdı sanırım.. yok.. kapkaraydılar.. iri elleri vardı.. simsiyah.. değil.. evden dışarı çıktığımda üzerime saldıranlar beyazdı.. yalan söylemeyeyim şimdi.. Annem ağlar gibi oldu.. sevindi ama.. ben haykırırken O gözleri yaşlı üzülme kızım.. direnme kızım.. sen saraylarda olacaksın.. kırk odalı konaklarda yaşayacaksın, diyordu.. kırk odalı konak.. saraylar.. bu iyi bir şeydi.. soğuktan üşümezdim artık.. diye düşündüm.. düşündüğüm gibi de oldu. Hem ben bir şey düşünmeyeyim.. o şey sanki birkaç gün sonra oluverir..”

Dedim ben.. var bu kadında bir hal.. bak.. nasıl da ağzından aldım gerçeği Ömer Ağam.. büyücü.. cadı bu ya.. hakkımda ne derse desin.. onun şahitliği geçerli olmayacak.. böylece suçlamaların bir kısmı da asılsız olmuş olacak! Yaşasın!

“Bize ne senin ne düşündüğünden bire namert.. ne diyeceksen de bu itin sana asıldığını, seni ayak yoluna giderken, gelirken ve hatta orada def-i hacet eylerken gözetlediğini söyleyen sen değil misin.. der piş-i ez in!”

“Der piş-i ez in!.. der.. evet.. doğrudur.. sanki öyle bir şeyler anımsıyor gibiyim.. gerçi bu dava başka bir dava gibi.. başka bir kadı baksa bu davaya.. bunca erkek arasında en mahrem anlarım teşhir olunsun istemem doğrusu..”

Yok.. sen kaşınıyorsun kızım.. inan kaşınıyorsun.. işte gözlerinden alevler fışkırmak üzere Ömer Ağamın.. hepiniz yandınız.. yandınız ben diyeyim!

“Sen var ya.. şeytana pabucunu ters giydirirsin sen.. sanki üstü örtük anlatmayı beceremezmişsin de.. sanki.. konuşturma beni şırfıntı.. dilini keserim senin.. bak demedi deme.. hemen başla.. sabrım taşıyor artık..” 

Doğru sabrı taşar Kara Ömer Ağamın.. hem de aniden.. durup dururken.. hele böylesi bir durumda.. hışmına hiç uğramamış gibi zavallı.. oysa bak Vildan ne güzel konuştu.. Serma ne güzel konuşurdu.. hiç sekteye uğratmadan konuyu ve bir solukta.. duraklamadan.. duraklanırsa kurduğu anlaşılırdı.. bunu ben bilemedim.. bilsem de fark etmezdi.. hangi sözcüğün hangi düşüncenin karşılığı olduğunu bulup çıkarıncaya kadar akşamsa sabah sabahsa akşam olurdu.. duraklamam yalan söylemek için değildir ki! Bunu sanki onlar bilmiyorlar öyle mi? biliyorlar.. biliyorlar da eğlence olsun diye.. benim gibi bir itin yaşamından ne çıkar.. yaşamım üzerine oyun oynayacak kadar olsun bir değerim olduğu için sevinmeliyim hatta. Ben çok şey istemişim.. şu an daha net görüyorum.. ne aptalmışım..

“Efendim.. Suat – ki Siz onu serseri, kara mastık, dengesiz ve benzeri şeylerle çağırırken biz odalıklar genelde Suat ULU deriz- benim çocukluk arkadaşım desem abartmış olmam.. yapıp ettiklerimiz çocukçaydı da onun için derim böyle.. öyle çok düş kurardık ki.. o çöle, vahalara çağırırdı ben gitmezdim.. gider gözüksem de gitmezdim.. o da belki benim çağırdığım yerlere gelmezdi. Doğru tehditle epey iş gördürdüm. Düşlerime de öyle gelirdi. Aynı mahallede, aynı sokakta, aynı insanlarla, yaşıtlarımızla –hoş ikimiz de nedense 10’lu yaşlarda olmayı severiz, yani severdik- oyunlar oynardık.. aynı itlerin peşinden koşardık.. et taşırdık onlara.. aynı kuşlara aynı sapanlarla –aynı sözcüğünü sık sık söyleyişim mazır görülsün.. sanki onu söylememiş olsam.. bir şeyler eksik kalacakmış gibime geliyor.. yani başka bir amacım yok böylesine sık yineleyişimin- aynı kuşlara taş atardık.. aynı kurnalarda aynı güğümleri yıkardık.. birlikte ağaç dalları kırar, birlikte kırmazdan önce aynı dallara iple salıncaklar kurardık.. sokağımızdan geçen yabancıları –diş geçirebileceğimize kanaat getirdiklerimiz olduklarını belirtmeme bilmem gerek var mı?- birlikte döver, birlikte ağlatırdık.. bir Krilow vardı.. onlar iki kardeşti.. çok güçlüydüler.. mahallede hepimiz çekinirdik onlardan.. kardeşi Boris’ten çekinmezdik de kardeşinden ötürü O’ndan da çekinmek zorunda kalırdık.. O’nu da saymak zorunda kalırdık. Yoksa Boris’i dövmek işten bile değildi. Yani zor bir şey değildi. Boris pek çelimsizdi.. çelimsizdi ama abisinin cüssesi ve acı kuvveti yetiyordu ikisine de.. bir de bir edepsizdiler ki.. sormayın.. Krilow kaç itimizin, mahallemizin itlerinin ırzına geçmiştir.. gizliden gizliye gözlerdim.. yapardı o itliği.. kimseyi umursamazdı.. fazla ortada olmayan dalda bir yer buldu mu tamam.. hiç utanması yoktu.. kardeşi de başlarını tutardı itlerin.. korkardım her ikisinden de.. düşlerimde bile korkardım.. aklıma getirmemeye çalışırdım.. ama nedense o ikisi hep karşıma çıkardı.. Suat’ı işte o zamanlar çağırırdım.. naza çekerdi kendisini.. rüşvete bayılırdı ama.. nedense ben çağırınca duraksardı..  istemez gibi yapıyordu.. hoş bazen canım çekince tehditle de işimi gördürmedim desem yalan olmaz.. aaa! Kınamayın lutfen.. çekiyor insanın canı bazen.. her neyse işte.. düşlerimde o iki iblise rastlayınca sizin kara mastığınızı çağırırdım.. oysa Suat da tıpkı bizler gibi, yani ben ve Vildan, Serma, Sevgi Erdal, Daştan ve daha nicelerimiz gibi çekinirdi o iki kardeşten.. sizden çekindiği gibi.. yüzü nikaplı – bu nereden gelirse aklına- süvarilere benzetirdi onları.. yardımıma gelmeyi istemez ayak sürürdü.. işte o zaman zıvanadan çıkardım doğrusu.. yani niye yalan söyleyeyim.. benim bu yaptıklarımda bir art niyet aramış olsa da korkularımı görmezden gelmesine sinir oluyordum.. yani oldum.. öfkelendim.. kızdım.. sonra sanırım ortak bir düşte buluşurduk.. Medaha Yengemizin kuşları.. kedilerden kurtarma operasyonları düzenlerdik beraberce.. bu operasyonlara kimler katılmazdı ki.. en başta Vildan ve Serma.. avare olduğumuz için değil.. o kuşların düşlerimizde olsun kurtuluşu içimizi soğuturdu nedense.. bir kuşun yere konduğunu görsek hemen kaldırırdık kediler, -hele o gözlerinin rengi farklı olan kediler yok mu.. ah..- kapmasın isterdik.. bir bir yüzümüze bakardık.. ilk kim “kış!” diyecek diye..gerçi bizim sokakta olsaydı Medaha Yenge’nin beslediği kuşlar.. bize iş düşmezdi.. düşmezdi çünkü köpekler göz açtırmazdı kedilere.. Krilow yoksa ortalıkta. O da köpeklere göz açtırmazdı.. evet.. bu bir oyundu.. hepimizin ortak haz duyduğu bir oyun.. ve çekinmeden, severek katıldığımız oyun.. mahallemizin kız-erkek bütün çocukları bir günde bir-kaç kere tıpkı Suat gibi yani sizin serseriniz, kara mastığınız gibi KORTMA! Derdik.. o korkma diyemiyordu. Belki diyordu da demiyordu.. bilemiyorum.. yani bunu bilemiyorum.. en iyisi kendisine sormak.. ama biz diyemediğini sanıyorduk.. belki de oyun içinde bir hoşluk olsun içindir.. yani bu tür hinlikleri sever.. bir kelleci Murat vardı.. pislik murat da derdik.. yani hakkediyordu bu adlandırmayı.. yerde ne bulsa ağzına atardı.. ıığh.. bir dilim ekmek parçası.. kemirilmiş yarım bir elma.. daha bir sürü şey.. kara sakız bile çiğnerdi.. yerde bulur ağzına atardı.. hepimizin midesi bulansa da kara mastığın midesi kaldırırdı.. bir de Daştan’ın.. hoş Daştan’ı tanımam.. nakkaşmış.. öyle diyordu Suat.. onun midesi hiç bulanmazmış.. ama Daştan kelleci Murat’ı görmüş olamaz ki.. görmediği birinin haline nasıl iğrensin ya da iğrenmesin.. yani.. demem o ki bence bu serseri her şeyi bir birine karıştırıyor.. hafızasında var olan geçmişine ait kırıntı görüngülerle bu yaşadığı anı karıştırıyor.. örneğin Necmi kimdir? Öyle bir anlatıyor ki.. duyan ilk başta sevgilisi sanır.. ama ablası.. entarisinin kokusundan söz edişini duyan çılgın bir aşığın metresine duyduğu hoyrat arzularını dile getiriyor sanır..”

Yo! Yo bunlar iftira.. ablamla aramı açamazsın.. ben O’nun o Benim emanetimdi.. ben emanetimi yitirdim.. o emanetini yitirdi.. hiç saygınız yok mu sizin.. seni çakır gözlü cadı.. seni azgın fahişe.. kendinle beni ablamı niye karıştırıyorsun?

“Hoşt oradan edepsiz.. Ömer Efendi.. Ömer Efendi.. duyuyor musun? Kulaklarına pamuk mu tıkadın? Bu itin havlamasını mı dinleyeceksiniz.. benim sözlerimi mi?”

Özür binler özür.. bir an boş bulundum.. ne haddime.. benim ne haddime..

“ Atlılar anne.. atlılar..”

“Ne oldu şimdi sana? Birden bire ağız değiştirdin.. yok.. bu böyle olmayacak.. bu böyle olmayacak.. Reni’ye de söyledim.. Reni kimdi bilmiyorum.. ama birine söylemiştim.. adı Reni olsun istedim.. öyle birini ne duydum ne tanıdım.. şimdi geldi aklıma.. ama söylediğimi söylediğim şeyi söylediğin kesin.. belki Vildan’a ya da ne bileyim Serma’ya söylemişimdir.. istedim ki adlarını vermeyeyim.. bu yüzden kattım araya Reni’yi.. kimden duyduğumu sorsanız bilmiyorum derim.. kelleci murattan uzak durmasını kaç kez söyledim.. ama dinlemedi.. dinlemez.. burnunun dikine gider.. aksilik, terslik ruhuna işlemiş haytanın.. Sevgi’nin söyledikleri bence yersiz.. dedim.. kaç kez dedim hem de.. uzak dur o kuyucudan.. ah ne acımasızdır.. bir çekişte kaç kuşun kafasını boynundan koparmıştır rezil.. bu yüzden az sopa yemedi.. hem de ne sopa.. diyeceğim o ki kimse onun peşine takılmamışken, takılmazken Sevgi niye takılmış peşine?”

“Destur.. destur.. ne diyorsun sen ya! Hani kara mastık.. neresinde bu söylediklerinin.. Sevgi nereden çıktı şimdi? Kim sordu sana Sevgi’yi.. Serma’yı.. Vildanı? Kim sordu ha?”

“Ama.. ama demiştim ben.. daha önce ikaz etmiştim yapamayacağımı.. beceremeyeceğimi.. söyledim.. herkes de –yani art niyetli olmayan herkes- buna şahitlik edecektir duraksamadan.. ben.. yani ne diyebilirim.. ben göndermedim o iti bahçeye.. akşam biraz sıcakladım.. bahçeye çıkayım dedim.. kimin aklına gelirdi ki yolumu kesecekler.. hem de has bahçede? Kimin haddine? Benim suçum has bahçenin güvenirliliğine olan inancım, imanımdır..”

Vay kaltak.. bak nereden vuruyor.. hıh!

“Hakaretin bini bir para.. ben niye anlatayım ki? Severdim bu iti.. işte yüzü işte yüzüm.. ne kusurlarını kabahatlerini gizledim.. bakın onlardan bir tekini bile açık etmedim.. ama bu nankör.. bana bir düşkünmüşüm gibi sözler sayma cür’etini gösteriyor.. tiz susturun! Yoksa.. ben susuyorum!”

“Atlılar anne.. atlılar.. tökezleyen atlardan yuvarlanan biniciler.. niye kaçıyorlar ki anne.. niye gözlerinin önüne bakmazlar ki? Niye fırsatları yok ki? Baldıra saplanan mı gırtlağa saplanan ok mu daha çok acı verir anne? Hem başları üstüne düştüklerinde canları yanmaz mı? Yanmıyor mu? Atlılar anne.. atların ayakları altında kalan çocuklar.. anneleri etekleri altında saklasalar daha çok korunmuş olmazlar mı? korunaklı has bahçeleri olmadığı için mi şaha kalkmış atların ayakları altında param parça oluyorlar anne? Atlılar.. atlılar abla..”

“Boşuna hevesleniyorsun.. açtım ağzımı bir kere.. açtım işte.. hadi elindeyse sustur.. atlılarmış.. sen o masalı çemberime anlat hayta.. beni susturamazsın anladın mı? duvardaki delik senin marifetin.. açarken görmedim sanıyorsun? Bakarken görmedim sanıyorsun ha! Seni serseri seni! Seni kara mastık seni..”

Duvarda bir delik.. demek benim eserim.. bu kadar çok yinelerseniz.. inanırım.. niye inkâr edeyim ki? Demek ki ben yapmışım.. Sedye Hala’nın güğümlerini de ben çaya atmışım.. ben yapmışım.. hınzırlığımdan.. hınzırlığı nedense pek seven biriymişim ben.. gözetlemeye de bayılırmışım.. bilmeyen yoktu kabilemde.. babam da yakalamış birkaç kere.. kulağımı çekmiş.. hatta o iri elleriyle tutup havaya kaldırmış ve sırt üstü vurmuş yere.. annemin faltaşı gibi açılan gözleri önünde.. Necmi garibim pusup kalmış.. bir kilimi üzerine çekip, büzülüp kalmış öyle.. öyleymiş ben anımsamasam da.. bunu Serma görmüş.. o anlatmış Medaha Yenge’ye.. Medaha Yenge de bana doğrulatmak için anlattı.. dudak büktüm.. ölmemiş olsa şimdi doğrulardım duyduklarının yaşandığını.. ben mi yaşadım bir başkası mıydı? Bilemem.. ben yaşamışım gibi doğrulardım.. Serma neredeymiş o an.. diye sorulsa Roxelenna ile bahçede geziniyorlarmış derdim.. öyle derdim.. ve beklerdim.. beklerdim ki desin Medaha Yenge; “Kafan iyiden iyiye karışmış benim kara böceğim.. iyiden iyiye karışmış.. Allah vere de havale geçirmeyesin.. gel bakayım.. gel şöyle yanıma da bakayım ateşin var mı? aç bakayım ağzını.. bademciklerin mi şişmiş senin.. yanıyor mu boğazın? Cereyanda kalırsan olacağı budur.. düştün kuşların peşine.. boş ver kendini böylesine paralama.. kuyruğu hekimlerin eline bir kaptırırsan görürsün o zaman!”

Kuyruğu başkasına kaptırdım Medaha Yenge.. ne çok arzu edeni varmış kuyruğumun meğer.. Ömer Ağam! Haşmetmeab! Yiğidim! Aslanım! Velinimetim! Roxelenna’nın söylediklerine itirazım var kızmazsanız eğer! Yani kızmasanız! Gerçi tanrıların sofrasına çokça konuk olmuştur bilirim. Arandığını da bilirim. Ah evet! Gördüm yalan yok! Tanrıları gözetlediğimi yadsıyamam! Gördüm tanrıların otağında onu. Ak saçlı tanrıların öfkeli bakışları altında raksedişini de gördüm. Ateş suyu sunularının bir tekini bile çevirmediğini bilirim. Yine de kızmazsanız.. kızmayın ama.. o delik benim eserim değil. Doğrudur sıkça giderdim oraya. Sıkça gözümü dikerdim o delikten.. ama bunda benim bir suçum yok.. çekerdi beni. Tıpkı bir mıknatısın iğneleri çekişi gibi. O delik de beni çekti. Ama direndim. Direnip gitmeyişlerim kapılıp gidişlerimden fazladır. Yine de tanrılar otağını görmek, tanrıları görmek az bir şey değildir. Ak saçlı tanrılar henüz bıyığı terlememişlerden daha çekici daha görkemli geldiler gözüme. Titredim heybetlerinden. Dizlerimin bağı çözüldü. Ah doğru.. kimi münkirler gibi küfretmedim de değil.. ama şu çakır gözlünün önünde yerlere eğilmeleri yok mu? İşte o anlar yoldan çıkardı beni ve günahkâr kıldı. Ben tanrılarımın kulları önünde eğilmesine tanık olurken hiç acı çekmemiş olsam daha mı inanlı biri olmuş olurdum? Hayır! Roxelanna’ya katılmıyorum. Hem de hiçbir söylediklerine..

Ben tanrıları gördüm önünde eğilirlerken bunun.. bu tanıklığımdır onu öfkelendiren.. dilini büken.. gözüm yok ki makamında.. çıkacağı yerde.. kürsülerde.. bana düşmanlığı geldiği yeri bilmemdir. Bir tanrı olmadığını fısıldayabileceğim olasılığı böyle delirtmiş olmalı… evet.. oysa derdim kimsenin ne olduğu değil.. hayır.. ben ne olmayacağımı biliyorum.. ne olmayacağını bilen ne olacağını da bilmiş olur.. tanrılar şölen düzenlediklerinde bana gereksinim duyarlar mı bilemem.. gereksinim duyduklarında gelmem diyemem.. o şölende bu çakır gözlüyle karşılaşsam tutup da “Bir zamanlar birlikte kedi kovmuş, it okşamış, pirinç ayıklamıştık!” diyecek halim yok.. asla! Demek beni tanımamış.. ya da insan unutuyor demek ki tanrılarla düşüp-kalktıkça.. 

“Tiz koparın şu münkirin azgın dilini! Tiz susturun! Böylesi azgınlıkları dinleme cüretinde bulunmak ne affedilmez suçtur.. siz dahi ortak olmuyor musunuz bu sözleri dinlemekle? Bu ne pervasızlık! Ne ciddiyetsizlik? Ne vurdumduymazlık..hala durmuş dinliyorsunuz bu küfürbazın küfürlerini..daha söyletmen.. vurun!”

Bir suçları yok ki onların.. onlar burada yok ki Kuyucu Murat’ım? Onlar benim içimde.. hem sen de.. bak seni aklıma getirmesem.. bir anda yoksun.. hahaha! Böyle celallenirsen.. kızar-köpürür bağırırsan.. söndürürüm ışığını.. takmam tanrılığını.. içimde sökmezsin.. içimde bir şeyler sökemez değil mi Medaha Yenge? Bana onca iftira atılırken bıyık altından gülüp sakal sıvazlamak kolay değil mi? işte böyle.. sesini kesecek biri varsa o da sizsiniz haşmetmeap! Yine de izin verdim konuşmanıza.. nasıl görmezsin çakır gözlü cadının tavrını.. iftira atıyor bana, hem de alenen, yüzü bile kızarmıyor.. kızarmıyor.. böyle mi olmalı? Gözünüzde bir sinek kadar bile değeri olmayan ben bile o kadar alçalamam.. evet.. Medaha Yenge’nin güğümleri kaybolduğunda da Erdal suçlanmıştı.. tıpkı benim buradaki suçlanışım gibi.. oradaki kara tanrılar ve tanrı adayları hep bir ağızdan onu suçladıklarında susup başımı önüme eğmedim.. korkmadım.. savundum.. herkes kesin bir bilgiye sahipçesine “O yaptı!” diyorlardı. Ben “Hayır! O yapmadı!” deyip durdum. Ayak diredim. O kadar ki, neredeyse beni suçlayanlar çıktı aralarından. Kuşkular bana yöneldi.. buna rağmen savundum.. kimin çaldığını görmüştüm. Çalanı söyleyemezdim.. tanrılar kürsüsünde karşımda duruyordu.. Erdal’ı savundum.. iftiralara katılmadım.. huzura çıktım.. yeminler ettim.. daha küçücüktüm.. sözüm dinlenir değildi.. yine de kabile de kuşkular doğurmadım değil.. hoş Erdal da çalmış olabilirdi.. çalanı görmesem, Erdal’ın çaldığını da görmesem diğerleri gibi O’nun çaldığı yargısında bulunurdum. Hiç düşünmeden.. ama görmüştüm.. susamazdım. Çalanı gördüğümde gidip söylemek geçti içimden.. ama.. o bakışlar.. sırdaşım Necmi’ye bile söyleyemedim. Ki O’ndan hiçbir şey saklamış değildim.. saklayamazdım. Ama onu sakladım. Kendimden bile saklamanın yollarını aradım. Ve fakat masum biri suçlanınca dayanamadım. Susamazdım. Başımı önüme eğip duramazdım. Haşmetmeab Roxelenna’nın söyledikleri gerçeğin hilafındır.. ve o sözlerle bu konuda suçlanamam..
Ayağınız kaşınıyor diyelim.. bu durumda bir kaşağı mı alırsınız tırnaklarınızı yeni kestiniz diye? Yapmayın? Roxelenna hanım kaşınan yerini kaşıtacak bir şey bulamayınca.. öhm!

Yağmurlar, diyordum, yağmurlar niçin küs? Kanına kim girdi?
Kime sorsam sırt çeviriyor bana!
Tersliyorlar.
Tersleniyorum!
Ayaklarım ağırdı oturmaktan. 
Ayaklarım beyler, hanımlar ayaklarım ağrıyor! Baldırlarım et kesti.. ser sefil oldum!
İşte anlatamadığım ŞEY bu!
Niçin anlamıyorsunuz?
Niçin?

Saçlarımı tarayıp öyle çıkmıştım oysa. Canlıydı. Atlar öksürünce işler değişti. Ve işte elim kolum bağlı zamanı gözlüyorum.. canım yanıyor.. benim canım yanıyordu onun bacak arası! Demiştim, bacaklar üzerine güzelleme yaptığında, ya da yapıldığında yanıma oturmalısın. Ve hiçbir şeye kulak asmamalısın!

Ama ne oldu? Dinlemedi beni.. hep bir evham.. hep bir şeyler kurdu. Yani boşuna mı taramıştım kıvırcık saçlarımı? Rüzgar dağıtsın diye mi taramıştım?

“Bak nasıl da darmadağın yapıyorum.. nasıl da güçlüymüş nefesim?” deyişini duyayım diye mi? Sen böyle mi düşündün sahi?

Ben saçlarımı niye taramıştım mendebur Çıfıt? Niye? Rüzgarların eğlencesi olsun için mi? Kuş kadar beyin yok sende.. kuşlar bile gülüyor üzerine bak.. her bacak aran acıdığında beni aklına getireceğine.. söyletme beni.. beni daha fazla söyletme ve çek git!

Canım yanıyor işte.. canımı yakıyorsun! Biberler ne kadar canını yakmıştır bilmem.. ama bu acı biberlerin doğurduğundan fazla.. anla ki duvarlar biberlerden daha acı.. hani aklında bulunsun.. ne olur olmaz.. birden coşmak hevesi doğar içinde.. biber falan bulamaz duvarlara yanaşırsın.. bu kere yakınında iftira edecek bir Kara Mastık da bulamazsın.. bütün bir dünya güler üstüne.. bütün dünya alay etsin ister misin? Süleyman bile koruyamaz seni.. işte bak söylüyorum.. koruyamaz.. adın çıkar.. hem duvarlar ne keskin şeylerdir bilemezsin.. kanatır. İşte tanığı ellerim.. işte alnım.. bak nasıl da kanattı.. sen yine vazgeçme biberden..

Canım yanıyor Roxelenna! Canım yanıyor Serma.. canım yanıyor Vildan.. duvarlar canımı yakıyor..




Cemal Çalık, 13.08.2015,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Hasırlı, Roman 


Seçkin Deniz Twitter Akışı