3 Mayıs 2024 Cuma

SA10727/SD3098: Dûrira | Post-Analitik Bakışlar 13: Türkiye’nin Küresel Öncelikleri-10; Yargı Sisteminin Yeterlilikleri

        Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Yargı Sisteminin yeterliliklerinin Anayasal ve yasal engelleri vardır, ancak bu engellerin giderilmesi adaletin tam olarak tesis edilmesine yetmeyecektir; seçmenlerin ve yargı üyelerinin yeterlilikleri adalet beklentileriyle doğru orantılı olmadığı sürece gerçek bir adaletten bahsetmek mümkün olmayacaktır."

Adalet, canlı ve cansız bütün varlıkların ihtiyaç duyduğu, varlığıyla düzen ve istikrar sağlanan, yokluğuyla da kaos ve kötülük üretilen bir yönetim özelliğidir. Demokrasi, kendisi de monarşilerden farklı boyutlarda adaletsizlikler üretse de varlığının gerekçelerini toplumların adalet ihtiyacından almıştır.

Hangi sıfatla anılırsa anılsın bir yönetim sisteminin ve rejiminin en temel özelliği adalettir; adalet her adalet talep eden için tesis edilmediği sürece -tarihte birçok örnekte görülebileceği gibi- o sistem ve rejim tamamen çökmeye mahkûm olur. Temsili demokrasilerin varoluşlarını borçlu oldukları temsil, temsilcilerin temsil ettikleri toplulukların adalet taleplerini de yönetim erki için yerine getirilebilir hale getirmesini zorunlu kılar. Türkiye gibi çok zorlu tarihsel süreçlerden geçmiş, temsili demokrasi ile yönetilen bir devlet için de bütün adalet taleplerinin tam olarak yerine getirilmesi hususu büyük bir önem arz etmektedir.

Monarşilerin demokrasilere göre uzun ömürlü olmasının belirleyici özelliği monarkın adalete verdiği önem değildir, adalet taleplerine rağmen toplumların bütün olarak kontrol ve baskı altına alınması, dinî gerekçelerin ihdası, savaşlar ve daha birçok unsur monarşilerin demokrasilere göre daha uzun ömürlü olduğu düşüncesini doğursa da bu yanlıştır. Demokrasilerde adalet talebinin yerine getirilmesi olasılığı monarşilere göre daha yüksektir ve bu olasılığın yüksek olması demokrasilerin de uzun ömürlü olmasında en temel unsur haline gelir.

ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin gibi küresel satanist sistemin sürdürücü araçlarının yönetim sistemlerinin ya da rejimlerinin birbirinden farklı olmasının hiçbir öneminin olmadığı, yeterli oldukları iddia edilen anayasa ve yasaların varlığına rağmen yöneticilerinin adalet ile ilgili herhangi bir kaygılarının olmamasından anlaşılabilmektedir. BMGK üyesi bu beş ülkede ve bu ülkelerin egemenlik alanlarındaki bütün ülkelerde yaşanan adaletsizliklerin başka bir açıklaması yoktur. 

1945 sonrası kurulan dünya düzeninde, veto hakkına sahip BMGK üyesi ülkelerin liderlerinin tasarladığı ve uygulamaya koyduğu birinci ve ikinci dünya savaşları ve sonrasında yaşanan soğuk savaş, tarihte benzeri olmayan adaletsizlikler üretmiştir, buna rağmen bu liderlere hesap sorulmamış ve toplumların adalet taleplerini yerine getirebilecek herhangi bir kurum ya da anlayış mevcut olmamıştır.  

Soğuk Savaş sonrası Irak ve Afganistan'ın ABD tarafından işgali, Suriye'de yine işgalci ABD tarafından başlatılan iç savaş sonunda öldürülen, tecavüz edilen, işkence gören ve ülkelerinden sürülen milyonlarca Müslüman için adalet arayışı hiç kimse tarafından umursanmamıştır. 

Uluslararası Adalet Divanı (UAD-1945) ya da Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM-2002) dünyadaki bütün adaletsizliklerin esas sorumluları olan BMGK üyesi beş ülke ile bir terör devleti olarak kurulan ve bir terör devleti olarak yönetilmeye devam eden İsrail’in Filistin/Gazze'de yaptığı soykırım dolayısıyla herhangi bir yöneticisini yargılayamamıştır. 

Bu mahkemeler bugüne kadar küresel satanist sistemin yürütülmesini sağlayan hukukî araçlar olarak BMGK üyesi ülkelerin çıkarlarına zarar veren küçük ülkelerin liderlerini yargılamakla görevlendirilmiştir ve bu anlamda çarpık bir adalet sağlayıcısı rolü oynamışlardır. BMGK üyesi ülkeler ve İsrail dışında kalan bütün ülkelerde yargı sistemleri de yine bu çerçevede tesis edilmiş ve yargı iş ve işlemleri bu amaçla yürütülmüştür. 

Dünyadaki dokunulmaz ülkeler statüsü, her ülkede dokunulmaz topluluklar, kastlar, aileler ve kişiler statüsü oluşturmak üzere kopyalanmıştır. Sonuç olarak yargı bu dokunulmazların çıkarlarını tesis edecek şekilde çalışmış ve tam tasarlandığı gibi, halklar ve kişiler için ortaya çıkan adaletsizliklere karşı adalet taleplerinin monarşilerde ya da demokrasilerde yerine getirilmesi hiçbir zaman tam olarak mümkün olmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti de, ilk Meclis sonrası, 1945’e kadar, bir monarşi olan Osmanlı’nın son üç yüzyılından tevarüs ettiği Sufizm ve Masonik kökenli yargısal hastalıkları ‘Meşrutiyet’ adı altında yeni bir dikta türü üreten İttihat ve Terakki geleneği ile derinleştirmiş ve yargı sistemi 1945 sonrası kurulan küresel sistemin bir parçası olarak yeniden tanımlanmış ve tahkim edilmiştir. 

Son dört yüzyıllık -monarşi, meşrutiyet ve demokrasi tanımlı yönetim biçimlerinin hâkim olduğu- dönemde yargı sistemleri halkın adalet taleplerini yerine getirecek bir yeterlilikten hep uzak olmuştur, tam aksine yargı halk üzerinde monarşilerde olduğu gibi kontrol ve baskı aracı olarak kullanılmıştır.

1960, 1971, 1980, 1997 askerî darbeleri halkın adalet taleplerinin önüne geçmek , halkı baskı altına almak ve yerel/küresel dokunulmazların çıkarlarını savunmak amacıyla planlanmış ve uygulanmıştır; 1961 ve 1982 Anayasaları ve bu anayasalara uygun yasalar, yine uygun yargı kurumlarını oluşturacak ve itaatkâr yargı görevlilerini seçerek atayacak şekilde tasarlanmıştır. Sistem adalet dağıtmak için değil kendi varlığını ve dokunulmazların hakimiyetini sürdürmek için çalışmıştır.

2002 yılında yapılan genel seçim sonuçları bu açıdan Türkiye Cumhuriyeti seçmenlerinin, yoksulluk, ayrımcılık ve küçük topluluklara, kastlara, ailelere ve kişilere dokunulmazlık üreten sistematik adaletsizliklere karşı tepkisi olarak değerlendirilebilir. 

Ne var ki; 2002 yılında, varoluş felsefesi gereği halka hizmet etmesi beklenen devleti yönetmek üzere seçilen Erdoğan’ın halkın adalet beklentisini tam olarak karşılaması sistematik engeller dolayısıyla mümkün olmamıştır. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek mahkemelerde oluşmuş bulunan kast üyeleri kendilerini sistemin bekçileri olarak görenler adına adil olmayan kararlar alarak Erdoğan hükümetlerini adaletin tesisi için çalışmaktan alıkoymuştur. 

2002 öncesinde yargı sisteminin en alt basamağından en üst basamağına kadar kadrolaşmış bulunan sağcı, solcu, FETÖ kast üyelerinin neredeyse işlemez hale getirdiği yargı sistemi halkın adalet beklentilerini karşılayabilir hale getirilememiştir.  

Askeri darbe tehditlerinin sürdüğü, AYM, Yargıtay ve Danıştay başkanlarının siyasete doğrudan müdahale ettiği, Erdoğan’ın liderlik ettiği iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’ne açılan kapatılma davasının sürdüğü 2004-2008 arasındaki yıllarda toplumun adalet beklentisi sistem tarafından reddedilmiş, seçilmiş hükümet yargısal baskı altına alınmıştır. 

tün bunlara karşılık Adalet Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığınca hazırlanan ve Mayıs 2008’de tartışmaya açılan 'Yargı Reformu Stratejisi Taslağı' ile 'Türk yargısının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve etkinliğinin sağlanması, yargıya güvenin arttırılması ve adalete erişimin kolaylaştırılması' amaçlanmış ve halkın temsilcileri halkın adalet taleplerine uygun olarak adım atmışlardır.

Yargı reformu çerçevesinde 2010 referandumu ile dokunulmazlar için çalışan AYM’nin ve HSYK’nın yapısı değiştirilmiş, ancak FETÖ lideri ve üyelerinin sinsi faaliyetleri dolayısıyla yargı sistemi halkın adalet beklentilerini yerine getirmek için çalışacağına FETÖ’nün yakın ve uzak çıkarlarının ve daha sonra anlaşıldığı üzere mason mahfillerinin, kastların, ailelerin, kişilerin çıkarlarını korumak üzere işlemeye devam etmiş ve süreç sonunda kendileri için tehdit olarak tanımladıkları dönemin Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarını (2012), görevdeki bakanları ve Başbakan Erdoğan’ı (2013) yargı darbesiyle etkisiz hale getirmeye çalışmışlardır.

15 Temmuz 2016 Askerî darbesi, 1960, 1971, 1980, 1997 askeri darbelerinin devamı olarak ve küresel sisteme hizmet eden rejimin ve yargı sisteminin varlığını korumak amacıyla gerçekleştirilmiştir. 2017 Referandumu ile yapılan anayasa değişiklikleri, 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’ın seçilmesini sağlamış ve toplumun adalet beklentilerinin gereğini yerine getirmek üzere sistemi değiştirmiştir.

Ancak, yirmi iki yıl sonra bugün Türkiye Cumhuriyeti küresel yolculuğunu -bütün dünya halkları için rol model olarak- sürdürürken yaptığı yargı reformlarına rağmen halkına beklediği düzeyde adalet sağlayan bir yargı sistemi üretebilmiş değildir. 

Bunun temel sebepleri arasında adalet algısındaki dört yüz yıllık derin bozulma, hukuk sisteminin bütün unsurlarının geçmişten gelen karanlık (Sağ-Sol-DHKP-C-PKK-FETÖ örgütleri ve diğer Masonik yapılar) bağlarından tamamen arınmamış olması ve yargı alanının, yasal ve temsili yetki sahibi hükümet ile yasadışı yetki ve hak iddia edenler arasında büyük bir çekişme alanı olması sayılabilir.

Yargı Sisteminin yeterliliklerinin tartışılmaya devam ettiği bir dönemde, halkın adalet beklentisi temsili demokrasinin yeterlilikleriyle birlikte, bütün değişikliklere rağmen bir askeri darbe Anayasası olarak 1982 Anayasasının ve yasaların yeterliliklerini de sorgulamayı gerektirmektedir. 

Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’ın yirmi iki yıl süren iktidarına verdikleri desteğe rağmen, seçmenlerin hiçbir zaman ona TBMM’de yeni bir Anayasa yapacak yeterli bir çoğunluğa ulaşacak desteği vermemesi, dikkate değer bir adalet beklentisi yorgunluğu ve umutsuzluğu olarak gözlemlenebileceği gibi, seçmenlerin yeterliliklerinden de kaynaklanan sorunların doğal bir sonucu olarak da değerlendirilebilir.

Yargı Sisteminin yeterliliklerinin Anayasal ve yasal engelleri vardır, ancak bu engellerin giderilmesi adaletin tam olarak tesis edilmesine yetmeyecektir; seçmenlerin ve yargı üyelerinin yeterlilikleri adalet beklentileriyle doğru orantılı olmadığı sürece gerçek bir adaletten bahsetmek mümkün olmayacaktır.


<<<Önceki                           Sonraki>>>


Seçkin Deniz, 03.05.2024, Sonsuz Ark, Dûrira | Post-Analitik Bakışlar


Dûrira | Post-Analitik Bakışlar

Seçkin Deniz Yayınları




Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

Seçkin Deniz Twitter Akışı