27 Temmuz 2014 Pazar

SA798/SD155: Eski Türkiye'nin Engelleri/ Hukuk Bazlı Reformlar ve Ürken Fincancı Katırları

"Hukuksuzluğun içinde bataklananlar, hangi etik ölçeklere göre hukuktan bahsedebilirler ki?"

Bugüne dek elde edilmiş olan kişisel ve kurumsal rantların ve çıkar döngülerinin artık sürdürülebilir olmadığını anlayan bu mantık güdücülerinin esas derdi nedir?
.
Biraz sohbet edelim, tüm kurumlarıyla değişen ve gelişen Türkiye'de hakkında. AK Parti İktidarı'na saldıranların bol olduğu bir zamanda bu sohbet kesinlikle gerekli. Hayatınız boyunca bir şeylerin tarafı olmuşsanız, sohbetimizi anlamanız güç gelebilir, ama eğer; siz de siyâset'in ve kamplaşmaların berbat havasından bunalan bir neslin bunalan çocukları iseniz, gelişmiş ülkelerdeki hayat standartlarını hak ettiğinizi düşünüyorsanız ve bu düşüncelerinizin gerçekleşmesinin siyasetçiler ve partilerle mümkün olduğunun farkındaysanız sohbetimizden tad alacağınıza eminim.

Sohbetimizin ana konuları olacak. Bu ana konular üzerinde birer vatandaş olarak gezineceğiz; eksikleri, fazlalıkları, değişiklikleri, yenilikleri inceleyeceğiz; (Ben meslek birliklerine taktım kafayı. Her şeye karşı çıkıyorlar; dertleri ne görelim beraberce) taraf tutmayacağız, tutsak bile bu kendi tarafımız olacak, bizim için yapılan düzenlemelerin hakkını vereceğiz.


Sonra geriye çekilip bakacağız sohbetimize ve teşekkür edilecekse edecek; kızılacaksa kızacağız. Varsanız buyrun başlayalım, yoksanız lütfen yazıyı sakince ve şimdi terk ediniz. Sohbetimiz sizi ilgilendirmiyor ve sizin için söylenebilecek tek şey nankörlük olacaktır; siz, size değil bize lâyık olan bir yönetim tarafından yönetilmeyi hak etmiyorsunuz demektir. Diktatörlükleriniz de, diktatörlerinizde- tanrılarınız da- siz de çekilin köşenize ve bizi, bu halkı daha fazla rahatsız etmeyin.Biz, bizim için çalışanın tarafındayız; kimsenin şartsız sesi,ulağı, kulağı ve uşağı değiliz.


Dilerseniz, öncelikle "İmam Hatipli bir Başbakanı" içine sindiremeyen hukukçuları hatırlayarak başlayalım sohbetimize (Hangi hukuk sisteminde, hangi kanunda böyle bir sindirememe maddesi var, merak ediyorum. Bu zihniyet mi hakkımı koruyacak olanların başkanlığını yapıyor?). Zira AK Parti İktidarının ilk günleri böyle başlıyor.


Türkiye Barolar Birliği(TBB) Başkanı Özdemir Özok, böyle karşılamıştı, bir sürü hukuk dalaveresiyle engellenmeye çalışılan İstanbul'u İstanbul yapan adamı; cezaevinden başbakanlığa giden yolu şiir okuyarak kateden adamı; Recep Tayyip Erdoğan'ı.


İşin figüratif kısmını geçelim. O güne dek TBB Başkanı, modern söylevlerinde (dillendirip geçtiği) hukuk kurumları ve hukukçularla ilgili sorunların çözümü için bir şey yapmıyordu. Ondan beklenen kendi birliğinin başkanı olarak seçilmiş bir başbakandan yargıya dair reform yapma isteğinden başka bir şey değildi.


Öldürülen avukatlar, sürgün yiyen hakimler, savcılar, siyasetçilerin elinde birer silaha dönen hukuk kurumları, yargı bağımsızlığı, özlük hakları ve daha bir sürü şey vardı konuşulacak, analiz edilecek, yapılacak. Rüşvetler, mafya, vicdan-cüzdan çelişkisi, derin devlet, tetikçiler vs... bunlar görülecek daha... Ama TBB Başkanı Başbakan'ın mezun olduğu üniversiteyi değil, mezun olduğu liseyi hazmedemiyor. Lise mezunu bir başbakandan daha yeni kurtulmuşken üstelik.


Ben onun neden bu taraftan salladığından bahsedeceğim. Ama önce olanları görelim, geriye bakıp konuşmak çok daha kolaydır her zaman;


İşe başlarken muhakkak cumhuriyet savcılığından 'temiz kağıdı' almışsınızdır. Yolunuz hiç değilse bu vesileyle -masum olduğunuzu düşünüyorum- Adalet Saray(!)larına düşmüştür. Türkiye'nin her ilinde, her ilçesinde birer izbelikten başka birşeye benzemeyen o saray(!)larda hangi zorluklarla aldığınızı hatırlayın 'temiz kağıdı'nızı. Sizi adam yerine koymayan, azarlayan, aşağılayan memurlara kızdığınız günleri hatırlayın. Eğer denk gelmişseniz, o dar ve uzun koridorlarda dava sıralarını bekleyenlerin çektiği rezaleti de görmüşsünüzdür. Mübaşirin aşağılayan bakışları ve azarlayan bağırtısıyla ekmek kuyruğunda bekler gibi kuyrukta bekleyen davalıları, davacıları çağırdığını gördüğünüzde içinizin burkulduğunu ve sessizce: "Allah,bizi buralara düşürmesin" dediğinizi hatırlayın.


Zanlıların suçlu muamelesi görmesini, cezaevi koşullarını, hâkim ve savcıların davranışlarını yazıp sözü uzatacak değilim. Ama kazara şahit olarak mahkemeye çıktıysanız: "Bu çağda bu nasıl dava, nasıl mahkeme?", demişsinizdir muhakkak. Hakimin cübbesinin içinden görünen kıyafetlerinin ya birinci sınıf ya da eski püskü olduğunu fark etmiş değilsinizdir belki, ama hakim ve savcıların maaşlarının bir aileyi geçindiremeyecek düzeyde olduğunu gazetelerden okumuşsunuzdur mutlaka. Birinci sınıf giyinen Hâkim'e ve Savcı'ya da hiç iyi bir gözle bakmadığınızı da itiraf edin. Eski püskü kıyafetlerini cübbesiyle saklayan hâkim ve savcılara da acıdığınızı biliyoruz.


Davaların ne kadar sürdüğünü, masumların nasıl mahkum edildiğini de tartışacak değilim. Ben TBB Başkanı'nın tüm bunlar yaşanırken ve mevcutken, orda ne iş yaptığını merak ediyordum. Neyin gergefini örüyordu veye hala örüyor? Örümceklerle işi çok mu?


Bugün, Türkiye'nin hemen her yerinde saray gibi adalet sarayları yapılıyor, gidip gördünüz mü? Hâkim ve savcıların maaşlarına büyük zamlar yapıldı; onlar için lojmanlar yenileniyor veya yeni lojmanlar yapılıyor. Niçin ve kimin için? Bizim için değil mi bütün bunlar? Mafya ile sıkı fıkı olan kamu hukukçularının meslekten menine gücü yetmiyor hükümetin (HSYK'da oy hakkı sadece iki), yerinin değişmesi konusunda- belki- bir şeyler yapabiliyor. HSYK'nın hukukçu üyeleri reformcu görünüyor değiller maalesef bu konularda. Eski sistemi seviyorlar, daha da özgür olmak; doğrudan vicdanlarına karşı sorumlu olmak istiyorlar-Dünya'nın hiçbir yerinde böyle bir özgürlük yok-


Şimdi düşünelim, siz halkın seçtiği oylarla halkı yöneten bir hükümetsiniz ve halk için iyi şeyler yapmaya niyetlisiniz ve reform yapmayı planlamışsınız; parti programınızda bir sürü vaat var. Ne yaparsınız? Yargı reformu, değil mi? İmam Hatipli bir Başbakanı içine sindiremeyen biri(leri), sizce alışkanlıklarının ve saltanatlarının değişmesine neden olabilecek bir reformu isterler mi? Ya da siz aslında onların ilgilendiği şeylerin Başbakan'ın mezun olduğu lise olmadığını, başka şeyler olduğunu mu düşünürsünüz? Hukuk dışı ve rant amaçlı ilişkilerin, insanları nasıl etkilediğini ve nasıl tepkiselliğe sürüklediğini aşağıda incelemeye devam edeceğiz. Ama bu konuyu kapatırken bir kaç şeyi söylememe izin verin. Bakın AK Parti hükümeti yargı reformuyla ne getirmek istiyor;


Adalet Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığınca hazırlanan (ve Mayıs 2008'de tartışmaya açılan), 'Yargı Reformu Stratejisi Taslağı' ile 'Türk yargısının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve etkinliğinin sağlanması, yargıya güvenin arttırılması ve adalete erişimin kolaylaştırılması' amaçlanıyor.


1. Askeri mahkemelerin askeri hizmet alanı dışına çıkarılması sağlanarak ilgililerin rahatça duruşmaları izleyebilecekleri mekânlar düzenlenecek.


2. Anayasa Mahkemesi başkan ve üyeleri dâhil tüm yüksek yargı başkan ve üyeleri için disiplin soruşturması açılabilecek.


3. Adalet Bakanı ve müsteşarın Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndaki üyelikleri devam edecek. Ancak Danıştay ve Yargıtay dışında ilk derece mahkemeleri ve kurulması planlanan istinaf mahkemelerinden de kurula üye alınacak.


4. Gizli olan yüksek kurul kararları kamuoyuna açıklanabilecek, kararlara itiraz yolu açılacak.


5. Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) ile sık sık karşı karşıya gelen Adalet Bakanlığı, hakim ve savcıları 'Hakimler ve Savcılar Birliği' adıyla yeni bir oluşum altında biraraya getirecek.


Ne mi amaçlıyor Ak Parti? (Merak etmeyin şeriat devleti değil.) Ak Parti taslağı yargı bağımsızlığının "toplumun demokratik değerlere sahip çıkmasının bir göstergesi" olarak görüyor. Taslağa göre;


6. Adli Tıp Kurumu, Adalet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığının yararlanıcısı olduğu 1500 hakim-savcı ve 4000 adli tıp uzmanı olmayan hekimin, 'İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Soruşturulması ve Belgelendirilmesine İlişkin İstanbul Protokolü' konusunda eğitimleri sağlayacak.


Ülkemizde yargı mensupları için etik ilkeleri ve davranış kurallarını derli-toplu bir şekilde bir araya getiren ve bunların önemini vurgulayan bir düzenleme bulunmamaktadır' denilen taslakta, uluslararası belgeler dikkate alınarak, yargının bütün kademelerini kapsayacak şekilde 'Yargısal Etik ve Davranış Kuralları'nı içeren bir belge oluşturulacağı ve bu konuda tüm yargı mensuplarına ve çalışanlarına eğitim verilecek.(*)


Durum bu, ama gelin görün ki; TBB Başkanı asıl derdini Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL'ün konuk olarak bulunduğu, Danıştay'ın 140.kuruluş yıldönümü ve idari yargı günü nedeniyle 10 Mayıs 2008'de yaptığı konuşmada bakın nasıl anlatıyor;


"Sayın Cumhurbaşkanım, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Anayasanın 69.maddesi ve Siyasi Partiler Yasasının 101.maddesindeki görev ve sorumluluklarının yasal gereği olarak Adalet ve Kalkınma Partisinin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesine açtığı dava, yukarda tanımladığımız 'erkler ayrılığı' ve 'hukuk devleti' ilkelerinin gereğidir"(**)


Elbette TBB Başkanı yukarıda zikrettiğimiz reformalara karşı çıkıyoruz, diyecek kadar enâyi değil. Ama bu reformaları yapacak olan partiyi partiler mezarlığına gömdükleri zaman reformlardan kurtulacaklarına eminler. Bu katliâmı da 'hukuk'un gereği'diyerek meşrûlaştırmaya çalışıyorlar.


Cumhuriyet sistematiği içinde karşılarına çıkan bir siyasi gücü, demokratik standartlara göre iktidar olan bir partiyi, erkler ayrılığının diğer bir ayağı olan yargı tarafından ekarte etmeyi hukuk devletinin ilkelerine bağlayan bir mantığın, halk için gerekli olan reformları önemsemesi mümkün müdür?


Bugüne dek elde edilmiş olan kişisel ve kurumsal rantların ve çıkar döngülerinin artık sürdürülebilir olmadığını anlayan bu mantık güdücülerinin esas derdi nedir? Gerçekte karşılarındaki esas gücün milletin kendisi olduğunu deklare ettiklerini de fark etmiyorlar mı? İdeolojik saptırmalarla def etmeye çalıştıkları tehlike(!), milletin menfaati değil midir? Hukuksuzluğun içinde bataklananlar, hangi etik ölçeklere göre hukuktan bahsedebilirler ki?


Anlatabildim mi, bilemiyorum. Onlar başlarına gelecekleri biliyorlar. Kaybedecekleri her şey bu ülkenin çocuklarına birer kazanım olarak geri dönecek. Ama onlar kendi kazanımlarını Cumhuriyet'in kazanımları olarak yutturmaya çalışmaktan vazgeçmiyorlar. Kimsenin derdi, Başbakan değil, bizzat Başbakan'ın- ve ekibinin- bu ülkeye kazandıracakları.


Hukuk konusunu daha fazla genişletmeden çıkalım. Siz kime kızacağınıza karar verin. Kimi takdir edeceğinize de. Vicdanım, bunları söylememin gerekli olduğunu söylüyor.



Seçkin Deniz, 27.07.2008, Sistematik Analizler 67


Seçkin Deniz Yazıları





(*)Yargı Reformu Stratejisi Taslağı
http://www.ntvmsnbc.com/news/445693.asp#storyContinues

(**)Danıştay'ın 140.Kuruluş Yıldönümü ve İdari Yargı Günü Dolayısıyla TBB Başkanı'nın yaptığı konuşma

http://www.barobirlik.org.tr/tbb/baskan/konusmalar/080510_danistay.aspx

Seçkin Deniz Twitter Akışı