11 Şubat 2024 Pazar

SA10575/SD3010: Sıkıntı (Roman); 6. Bölüm-Ova 46

       Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Yazdığım romanın adının ‘Sıkıntı’ olmasının sebeplerinden biri de buydu aslında. Bir roman yazdığımı artık onun da bilmesi gerekiyordu. Richmond’da iken gönderdiği mesaj bir tür barışma mesajıydı, bir süredir görüşmüyorduk."

Satanist Masonların ırk ayırmadığını da anlatmıştım Mahir’e. Nasıl oluyordu da kendilerine dayatılan bir sahteliği açık etmeye uğraştıkları için ‘iyi’ oluyorlardı? Hangi sahtelikti mesela? İçinde bulundukları karanlık zincirin boğucu ruhundan rahatsız olanları, hatta intihar edenleri de vardı, ama bu onların vicdanlarının tahammül edemediği kadar büyük bir kötülüğün içinde olduklarının da itirafı olarak nitelendirilebilirdi ve onların ifşaları, kullanılmalarına engel olmuyordu. Bunlar birer yarı tanrı gibi insanlığın önüne konuyor ve neredeyse her öğünde zorla yediriliyordu insanlara ürettikleri şeyler.

İngiltere’de yatılı okuyan ve bilinci Cenevre’de gelişen Hinduizm ve Sufizm’i birleşmesi gereken iki okyanus olarak tanımlayan, Doğu ve Batı kültürlerinin epistemolojik özellikleri ve bunlar arasındaki diyalog olasılığı üzerine birçok eser üreten, "medeniyetler arası diyalog" konulu uluslararası bir sempozyumla 1977 yılında çalışmalarını başlatan İran Medeniyetler Araştırmaları Merkezi'nin kurucu direktörü ve ‘Küresel Diyalog Ödülü’ sahibi, Kur’an’dan habersiz ruhuyla Dariush Shageyan kimdi ki? Mason olup olmadığını bilmiyordum, ama gerçekten ne özelliği vardı ki bu Azerî Türkü baba ile aristokrat bir Gürcü kızı olan bir annenin İranlı çocuğunun?

15 Temmuz’da ABD-NATO çıkarına Türkiye’de askerî darbe yapmaya kalkan ve halk tarafından durdurulan FETÖ’nün dinler arası diyalog faaliyetleri ile bütünleşik değil miydi bu faaliyetler? Satanist karanlığın bir tetikçisi olan mason FETÖ iyi miydi?

Mahir’le asla anlaşamazdık; ona kuramsal çerçeve mantığından bahsetmiştim, ‘Bir sistemin tanımladığı bir şeyi ancak o sistemin içinde ve kendi tanım aralığında kullanabilirsin!’ demiştim. ‘Allah’a inanmayanların, Allah’ın tanımladığı ‘iyilik’ ile tanımlanması kuramsal çerçevenin mantıksal ilkeleri gereği yanlıştır!’

‘Gibson, ‘siberpunk'la, kapitalist bilimin dünyada yarattığı cehennemi kırk yıl önceden haber ederek Batı’da anarşist ve underground edebiyata devasa bir yol açtı!’ demişti yine. ‘Sanatsal olarak başardığı kurgusal aykırılığa ise değinmiyorum bile; ‘punk'ın yerin dibine ittiği Amerikan-şeytan ahlakına küfür dolu bir bilicilikle yaklaştığını söylesem sen onu da bir büyük tezgâhın ürünü olarak göreceksin ve bu hiç bitmeyecek!’

Büyük bir ciddiyetle Mahir’e bakmış ve asla kabul edemeyeceğim bu söylemlerine sakin sakin cevap vermiştim, beni ezberci bir söylemle suçlayamazdı; nasıl düşündüğümü, onun gibi bir romantik olmadığımı ve ‘büyülü sözler’den etkilenmediğimi de çok iyi biliyordu.

‘Sorun şu ki; sen de aynı ezberle bütün eleştirileri ters yüz ederken de savunucusu oluyorsun sistemin!’ demiştim. ‘Hepsi bir ağın elemanları diyor ve ispatlıyorum. Gibson kim, babası kim, biliyor musun? Bilemezsin. Çünkü; biyografilerinde özellikle saklanmış, bunların hepsi kâhin mi Ağa ya? Dört yüz yıldır söyledikleri her şey bir bir gerçekleşiyor. Buna ben senaryo diyorum, yazıyor ve uyguluyorlar; senin söylediklerin de kanıtladığım tezleri destekliyor. Karanlıkta tasarlanan kötülüklerden haberdar olan tetikçiler karanlık hakkında bilgi sahibi olduklarında aydınlanmış oluyorlar; ama bu sıradan olan seni ve beni aydınlatmıyor, sıradan insanlar olarak sadece lağımı helva sanıyoruz ve böbürlenerek yiyoruz. İşte buna karşı çıkıyorum; işte amacım bu... ama emin ol insanların çoğunluğunun umurunda değil yedikleri şey; her karanlık bilgi kendi rahiplerini de inşa ediyor ve bu rahipler o tapınağa mümin sürüklüyorlar, buna karşı çıkıyorum, Allah'a imana çağırıyorum!

‘Matrix dolayısıyla, hem felsefî bir bağlamda punk distopik anlatılardan da az çok haberdarım!’ demiş ve itiraf etmişti: ‘Gibson'un baba ayrıntısını bilmiyorum. Bu açık ediş önemli; niyetlerini bilmem, ama niyet okumaya da karşıyım. Çünkü Gibson'un edebiyata kattığı etki iyi. Şöyle bir yol var aramızda; ben senin kutsala, Kur'an a dair tüm kabullerine zaten iman etmişim. Ama sen, kurama ve yazınsal pratiğe dair benim kabullerime çok sert tepki veriyorsun. Öte yandan çok ve büyük iddialara sahipsin. Eyvallah, lakin bu iddialar bir yana, bunları ortaya koyma biçimin, yorum biçimin çok sert; bu beni endişelendiriyor. Kendimi tutamıyorum, böyle konuşuyorum!’

‘Senin kabullerin mi, yoksa okuduklarının sana kabul ettirdikleri mi? Ben entelektüel kabullerinin sana dayatıldığını düşünüyorum Ağa!’ demiştim eşdeğer pervasızlıkla. ‘Söylemsel-kavlî imanla tahkiki, yani analitik iman aynı mıdır? Sence sen entelektüel çabana ayırdığın ilgi ve zaman kadar imanına ilgi ve zaman ayırdın mı, ki sert diyorsun söylediklerime? ‘İyilik’ ve ‘kötülük’ tanımı üzerinden yürüttüğüm bir akıl var, içeriğe dair teknik bir karşılaştırma yaptım, o mu sert, yoksa sert diyerek ezberlerine dokunmamı engellemek mi istiyorsun? Oysa ben senden bağımsız bir düşünce üretiyorum. Senin ürettiğim düşünceyi sert ve ezber olarak yorumlaman, eleştirdiğim şahısları savunman, müdahil olanın sen olduğunu kanıtlıyor. İddialarımı, büyüklüğünü öne sürerek zayıflatmaya çalışıyorsun, her şeyi tek tek kanıtladığım halde. İddia kanıtlanmış ise artık iddia değildir, kanundur. Analitik bakış ve romantik bakış farkı budur!’

Mahir durmuş, düşünmüş ve bir süre sonra, ‘Sıkıntı büyük, evet!’ demiş ve susmuştu. Yazdığım romanın adının ‘Sıkıntı’ olmasının sebeplerinden biri de buydu aslında. Bir roman yazdığımı artık onun da bilmesi gerekiyordu. Richmond’da iken gönderdiği mesaj bir tür barışma mesajıydı, bir süredir görüşmüyorduk.

Ali Şeriati’ye dair kaynak vererek bir bilgi paylaşmıştım onunla: ‘Ali Şeriati'nin kendisi de bir masondur. Babası Muhammed Taki Şeriati de bir Masondu ve aynı zamanda, en azından bir zamanlar, İngiliz İstihbaratının uzak doğu bölümünün bir ajanıydı. (Dreyfuss, s. 106-108 (alıntı); What Really Happened In Iran -İran'da Gerçekte Ne Oldu, Dr. John Coleman, 1984, s. 24 (1-800-942-0821))

‘Ali Şeriati’nin mason olduğuna dair tek sağlam bir kanıt yoktur; hiçbir yerde de bu dedikodu gibi sözden bahsedilmemiş. Bunu böyle kesin bilgi gibi öne sürmek büyük vebaldir.’ demişti.

‘’İran'da Gerçekte Ne Oldu’ adlı kitabın yayın tarihi 1984?’ diye sormuştum. ‘Şii İran üzerinden 1979’dan beri olup bitenleri nasıl izah etmek gerekir, ölenlerin vebali ne olacak? Ateşli konuşmalarıyla ABD-Fransa’nın iktidarı altın tepsi içinde sunduğu Humeyni’nin devrim yapmasına ortam hazırlayan ve hangi hesaplarla olduğunu bilmediğimiz şekilde İran’dan Londra’ya kaçan, oradan Amerika’ya gitmek için gittiği havaalanında kalp krizi geçirip ölen Ali Şeriati gibi, Müslümanların sefaletine vesile olanlar ne olacak? Graham Fuller adlı CIA ajanı FETÖ’ye hilafet kurdurduğunda ne olacak idiyse o oldu İran ve Pakistan'da. Ya sen ne zannediyorsun? Suud Hanedanı’nın parasıyla Türkiye, Balkanlar, Afrika, Pakistan ve Afganistan dahil dünyanın her yerinde Vehhabîliğe hizmet edenler hangi vebalin hesabını verecek? O kurulu algıdan çıkmazsa bu milletin okumuş evlatları, kimse çıkamaz. İşte asıl vebal budur. Veballe korkutursan, hesabını yapamadığın veballer seni de yakar. Çıktığım yolculuk veballeri alınmış milyonlarca masum insanın haklarını aramak içindir. NATO 12 Eylül darbesi yapmış, hemen arkasından darbeci generallerin yönettiği Türkiye, Ali Şeriati, Mevdûdi, Seyyid Kutub propagandası yapan onlarca İslamcı yayınevi ile kitap basma fırtınası estirmiş; alternatif olarak Sufizm yüceltilmiş İslamcılıkla birlikte. Bunlar da normal, öyle mi? Benim gözümde, 23 Nisan 1943 tarihli El-Tac el-Mısri -Mısır’ın Tacı- mason dergisinde ‘Masonluğu Neden Seçtim?’ başlıklı bir makale yazmakla beraber, Mısır diktatörüne ve Masonların gücüne isyan ettiği için idam edilmiş olan Seyyid Kutub, 22 Ağustos 1966’da kendisini idama mahkûm eden heyete hitâben, "Eğer Allah kanunu ile mahkûm edilmişsem ben Hakk'ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkûm olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah'a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda Allah'ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır.” dediği o anda değerlidir, gerisi umurumda bile değil! Ben öyle dediğim için öyle değil, öyle olduğu için ben öyle söylüyorum; gerçeği görmüş ve ölümü de göze alarak karşı çıkmış, onu değerli kılan da son 15 yılda verdiği mücadele. Akıl bunu böyle ayırır, iltiması anlamlı bulmaz!’

Susmuştu Mahir ve bir süre sonra gergin ve sinirli olduğu açıkça belli olan bir ses tonuyla yavaş yavaş, konuyu kişiselleştirerek konuşmuştu:

‘Kanaatlerini, yorumlarını ve fikirlerini hiç itiraz kabul etmez biçimde öne sürerken onların kabulü için kurduğun baskının farkında olmalısın; bu gidişle söylediğin hiçbir şey için aksini işaret edebilecek tek cümle kuramayacak hale gelmekten korkuyorum. Ben, tartışılması gereken bazı düşüncelerin konusunda ikimiz için de sağlıklı yorumda bulunabilmek üzere bildiğimce bir yol bulmaya çabalıyorum, oysa sen her dediğini kesin bir kabulle, kesin ispatlarla ortaya koyduğun bir metotla bu yolu tıkıyorsun; kanaatlerin yorumların fikirlerin sence çok değerli, emek işi analizlerin sonucu olabilir, ama bunlar tartışılmaz şeyler değil ve kusura bakma ama sana vahiy de gelmiyor; acizane hatalı olabileceğini düşündüğüm hususlarda bile artık ne diyeceğimi bilemez hale geliyorum çoğunlukla ve susuyorum!’ 


<< Önceki                      Sonraki>>


[02.02.2024, (6/93 (618))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 11.02.2024, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı