30 Aralık 2023 Cumartesi

SA10509/SD2967: Sıkıntı (Roman); 6. Bölüm-Ova 33

   Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Bazen dışarıdan geliyordu o sesler; gördüklerimiz, duyduklarımız, dokunduklarımız, kokladıklarımız ve tattıklarımız hafızalarımıza da hükmeden nefsimizin zayıf ve vantuzlu yapısına yapışıyordu. Bazen çevremizdeki insanlar oluyordu o seslerin kaynakları, bazen de okuduklarımız, izlediklerimiz."

Ve roman bitene dek o fanus o yazarı, o yazar o fanusu terk edemez. Roman bittiğinde ise romancı bitkin ve büyüsünün sonuçları için meraklıdır. Fanus dağılır ve herkes geride kalan romanı ve romancıyı görür.

O andan sonra artık herkesin özgür harfleri dudaklarından dökülmeye başlar. Yazarın kelebeği konacağı sonlu sayıda zihin aramaya çıkmışsa da gök asla tekin değildir; göktaşları asla küçük değildir. Eleştiriler göktaşı yağmurları gibi yağarlar. Ne yazık ki; yazar korumasızdır ve artık gök durulana dek başkalarının büyülerine tahammül etmek zorundadır.

Yazarının bizzat kendisi mi ya da kahramanıyla özdeşleşmiş olmak isteyen gerçek bir insan mı olduğu hususunda zihinlerde çetrefil izdüşümlerin peydahlandığı anlarda, harflerin büyücüsü olarak yazar eleştiri istemeyecek kadar derin bakıyor olur. Düğmeler bu yüzden ilkinden sonuncusuna kadar iliklenmiştir. Yazar hâlâ fanusun içindedir ve içinde kalmaya devam edecektir. Göktaşlarına karşı oluşturduğu güvenlik kalkanı insanın ta kendisidir.

Ben ‘Sıkıntı’yı yazarken herhangi bir yazar gibi sözcüklerle büyü yapmıyordum; romanlarla, şiirlerle, tiyatrolarla, senaryolarla büyülenmiş, aldatılmış, sahte gerçeklerle yaşar hale getirilen insanları aynı tekniği kullanarak uyandırmaya çalışıyordum. İş ahlakım gereği bunu da en iyi şekilde yapmaya kararlıydım.

‘Ova Yazarı’nın notları insanın ruhunun derinliklerinde her an nasıl bir işleyişle yaşadığını anlamamızı kolaylaştırıyordu; ‘Bekçi’ yeni bir bakış açısı geliştirmişti ve bunun insanlar tarafından bilinmesini istiyordu.

Düşüncelerimizin nasıl oluştuğunu ve çok boyutlu bir şekilde nasıl çeşitlendiğini, nelerden etkilendiğimizi bilmek bizi daha güçlü kılacaktı. Allah’ın neden aklımızı kullanmamızı istediğini anladığımızda kolaylıkla aldanmayacaktık.

Herhangi bir ânda ‘aklımıza gelen’ şeyin, aklımıza nasıl geldiğini bildiğimizde o şeyin bizi yönetmesini engelleyebilirdik. Hepimiz biliyorduk ki; aklımıza gelen şeylerin tamamı ‘iyi’ şeyler değildi ve bu iyi olmayan şeylerin kaynağı şeytandı. Biliyordum.

‘Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.’ diyordu Allah Fussilet Suresinin 36. ayetinde. Hafızamızı kullanıyordu şeytan, nefsimiz üzerinden giriyordu içimize; zayıflıklarımızı biliyordu ve aklımızı kıpırdayamaz hale getiriyor, irademizi esir alıyordu.

Sonra yapacağımızı yapıyorduk. Yapan bizdik, ancak bunun bizim kendi isteğimiz olduğunu ve zihinsel işletim sistemimizde yankılanan o sesleri, fısıltıları bize ait sanıyorduk.

Bazen dışarıdan geliyordu o sesler; gördüklerimiz, duyduklarımız, dokunduklarımız, kokladıklarımız ve tattıklarımız hafızalarımıza da hükmeden nefsimizin zayıf ve vantuzlu yapısına yapışıyordu. Bazen çevremizdeki insanlar oluyordu o seslerin kaynakları, bazen de okuduklarımız, izlediklerimiz.

Vücudunun çekici yönlerini teşhir eden ve ilgisini bütünüyle hedeflediği erkeğe yönelten bir kadının neden bir erkeği etkilediğini ve onun zihninde nasıl bir etkileşim zincirini tetiklediğini anlayabilirdik mesela. Erkeğin gözlerinden zihnine giden her şey, hafızasındaki önceki izlerle birleşerek zihninin tamamını kuşatıyor ve düşüncelerinin akışkanlığını yok ediyordu.

Allah’ın elçisi Yusuf, ‘“Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” dedi’ diyordu Yûsuf Suresi’nin 54. ayeti.

Richmond’da yaşadığım o ânları hatırlamıştım. O ân bana olanları anlayamamıştım ve bunun sebebini merak ediyordum; ama artık şimdi anlıyordum. ‘Ova Yazarı’nın simülasyonu zihnimdeki boşluğu tespit etmeme yardım etmişti. Bu benim için büyük bir sınanmaydı; hiç kimsenin bu tür sınanmalardan muaf olmadığının da kanıtıydı. İD’nin kışkırttığı zihinsel işletim sistemimdeki o sesler bana ait değildi, nefsime aitti.

Bilgisayarımızdaki herhangi bir uygulamanın ya da tarayıcının yaptığı gibi bize bildirimlerde bulunan nefsimiz bazı şeyleri kolaylaştırıyordu ve bizi ikna ediyordu, ama işin tuhaf tarafı da biz ikna olarak ona kandığımızda ona zulmetmiş olmamızdı. Demek ki nefsimizin bütün arzularını yerine getirmemiz onu mutlu etmeye yetmiyordu ve yine biz sorumlu oluyorduk. Bu kıskaçta yaşamak gerçekten zordu.

Heyecanla hafızamdaki Kur’an’ı tarıyordum; nefse dair ayetleri dikkatle seçiyor ve düşünüyordum. Simülasyonun doğru işleyişi beni şaşırtmıştı. Uçak bulutların arasından geçerken ben de zihnimdeki Kur’an fırtınasına tutulmuştum.

‘Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendi nefislerine zulmederler.’ diyordu Yûnus Suresinin 44. ayeti.

Çünkü sonradan yapacağı şeylere pişman olacaktı ve aklımızı kullanarak ona direnmediğimiz için kendisini, irademizi, yani bizi suçlayacaktı. Bizi bilgilendiriyordu Kıyâme Suresinin 2. ayeti: ‘Ve daima kendini kınayan nefse andolsun.’

Nefs böyle yaratılmıştı, bize düşen de onun isteklerini Allah’ın emir ve yasaklarına uygun bir şekilde kontrol etmek ve her ân yaptıklarımızı farkında olarak yapmaktan asla vazgeçmemekti; onu asla başıboş bırakamazdık.

‘Kim, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.’ Nâzi’ât Suresi 40-41. ayetler

Bu inanılmaz bir döngüydü. Allah bize nefsimize zulmetmememizi emrediyordu, ancak Şeytan’ın bize ulaştığı yer olarak da aşırı derecede kötülük emreden nefs tanzim edilmişti. Şeytan’ın fısıltılarını bize aitmiş gibi gösteren nefsimiz, hafızamızı dilediği gibi kullanıyor, arzularımızı yeniden tanımlıyor ve tatmin edilmek üzere onları aklımıza ve irademize dayatarak zihnimizin akışını işgal ediyordu.

İsrâ Suresinin 14-15. ayetlerinde Allah, bizi kışkırtan nefsimizin bize hesap soracağını da bildiriyordu:

‘Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. Kitabını oku! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter. Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak nefsi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.’

Şeytan’ın, nefsimiz dahil sindiği her yerden bize saldırdığını bildiğimizde ondan daha iyi korunabilirdik ve Âl-i İmrân Suresinin 135. ayetinde belirtildiği gibi Allah’tan bağışlanma dileyebilirdik:

‘Yine onlar, çirkin bir iş yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim bağışlar- ve bile bile işledikleri üzerinde ısrar etmeyenlerdir.’ 


<< Önceki                      Sonraki>>


[28.12.2023, (6/67 (592))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 30.12.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı