29 Ekim 2023 Pazar

SA10420/SD2906: Sıkıntı (Roman); 6. Bölüm-Ova 16

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Empati prosesleri üzerinden pişirilen şiirlerin, medeniyet kurgularının, ‘öteki’yi yok etmesini istediğini saklayan otoriter faşizmin, entelektüel sosyalizmin eserleri olduğunu söylemek gerekiyordu. Söylemek gerekiyordu tasavvufun ‘ötekileştirmemek’ adlı tencerede pişen yemekle beslenen ordugahın neferlerini yetiştirdiğini."

İyi bir insandı İD; ancak insanın iyiliği de kötülüğü de ölene dek sona ermeyecek olan sınamalardan muaf değildi. İnsan, tercihlerinin sonuçlarına katlanmak üzere yaratılmıştı. Bu tercihlerin ilk insandan bu yana nerede, nasıl, neden, kime karşı ya da kimden yana olduğu önemliydi. Her ân tercih etmek zorundaydık; iyiyi ya da kötüyü ya da gri bölgede olan herhangi bir şeyi. Bu yüzden özgürdük, bu yüzden de yargılanacaktık.

“Allah yaratır ve doğru olanı öğretir!’ demişti Mahir o konuşmamızda. "Şeytan ise ancak bunun rağmına insana bir şey önerir. İnsan ise bir seçim yaparken, birinden birini öteki haline getirir.”

Sonra biraz durmuş, sözlerini tartmış ve sormuştu: “İnsan Allah'ı mı, yoksa şeytanı mı ötekileştirir?”

Mahir’in eleştirmenlikten gelen dikkati, biraz da kendi hayat akışındaki dalgalanmalardan da etkileniyordu; biliyordum. Bazen, inandığı Allah’ın sonsuz merhametine sığınarak günah olduğunu çok iyi bildiği işleri de yapıyordu. Sonra birdenbire çıkıp gidiyordu sevdiği günahların kıyısından, kimi zaman da içinden, tam ortasından; onları terk ediyordu.

“Bilemiyorum!" diyordu. "İçimdeki saf Allah inancı mı beni koruyor, yoksa aldığım aile terbiyesi mi?"

Kaliteli günahlara vurgundu Mahir.

Ona da her zamanki gibi dikkatle cevap vermiştim.

'Çoğunlukla Allah’ı inkâr ediyor insan, bırak ötekileştirmeyi!’ demiştim. ‘Açıkça Allah’ı yok sayıyor, yaptığı tercihi haklı ve tek seçenek olarak göstermek için, Allah’ı yok sayarak ona en büyük saygısızlığı yapıyor.’

Mahir’in ötekileştirmekle ilgili ağır sorgulamaları vardı. Ve haklıydı da… insan zihni bütün seçimlerinde ‘öteki’ doğuruyordu. Bu doğal bir mekanizmaydı.

Mahir’in sorusunu bilinç akışıyla cevaplamıştım. O seviyordu böyle akışları; durup dinliyor, süzüyor ve itiraz edecekse ediyor, tasdik edecekse de hiç çekinmeden ‘Doğru!’ diyordu, ‘Bunu hiç böyle düşünmemiştim!’

Zaten öyle olduğu için Mahir’di o; aksi halde konuşacak bir şeyimiz kalmazdı.

‘Öteki’ ile ilgi çok şey anlatmıştım Mahir’e.

Öteki kurma, öteki kurgulama insan ömrünün en ufuk açıcı eylemiydi. İnsan öteki algılara ilgi duyuyor, öteki algıların nasıl olduğuna dair hayâller kuruyor, öteki algıları etkilemek istiyordu; öteki olmadan, ötekinin dışındakiler olamazdı çünkü. Öteki var olduğu için, ötekini değiştirmek ya da kabullenmek diye bir hülya dolaşıyordu dilinde insanların…

Şarkılar ‘öteki’den derlenen özlemlere, hüzünlere ve diğer korlanmış duygulara dokunmak istiyorlardı. Ötekinin duyguları, beklentileri, kokusu, gözyaşları, öfkesi ve sevgisi ötekinin dışındaki varlıkların hayat kaynağıydı.

Öteki, yaşıyor olmanın doğal bir sonucuydu. Kadın ötekiydi; erkek ötekiydi. Zengin-fakir, uzun-kısa, güzel-çirkin daima ötekiydi.

Ötekileştirmek, ötekinin kendi kanı ve ruhuyla edindiği kimliğini zihnin özgürlüğüne teslim ederek ona saygı duymak demek değilse, neydi? Ötekileştirmek, kendisinin dışında tutmamak demekse, aynılaştırmak, tıpatıp benzeştirmek, farklılıkları törpüleyerek kişileri ve kişilikleri yok etmek ne demekti? Ötekileştirmek, prototipleştirmemek, hükmetmemek; ‘Faşizm’in ve dik ikizi ‘Komünizm’in doğup yürümesine engel olmak demekti.

Ötekini anlamak için ötekinin kendisine benzemesi gerektiğini iddia edenlerin, kendilerini ötekilere benzetmemesi, benzetmeyi aklından geçirmemesi, öteki üzerindeki aşağılayıcı ve küçümseyici diğer duyguların tohumlarından üremiş bir hastalığın, kendini beğenmişliğin, yetkinliğin yansımasıydı, dışa vurumuydu.

Empati prosesleri üzerinden pişirilen şiirlerin, medeniyet kurgularının, ‘öteki’yi yok etmesini istediğini saklayan otoriter faşizmin, entelektüel sosyalizmin eserleri olduğunu söylemek gerekiyordu. Söylemek gerekiyordu tasavvufun ‘ötekileştirmemek’ adlı tencerede pişen yemekle beslenen ordugahın neferlerini yetiştirdiğini.

Sonra, çok daha sonra, ‘ötekileştirmemek’le kastedilenin ötekilere hükmetmek demek olduğunu, ötekilerin hür boyunlarına birer ilmik geçirip itaate mahkûm etmek istendiğini zahmetsizce düşünmek gerekiyordu. İnsan, öteki teki olmadan bütün olamazdı.

Gözlerin bir nesneyi görmek için yeterince uzaklığa muhtaç olduğunu bilmek, ötekinin de aynı uzaklığa, kendi varlığını korumak için, muhtaç olduğunu bilmeyi gerektiriyordu. Saf niyetlerin dibine dökülen ötekileştirmemek zehri, parlak, hoş rayihalı baldan zarla örtülüydü.

Ötekileştirmekle kastedilen, aşağılamak, yok saymak, itmek gibi zedeleyici duyguların ötekileştirmekle ilgisi olamazdı. Ötekileştirerek anlayabilirdi insan, aynılaştırarak ya da içe çekilerek değil.

Bir Yahudi, bir Hristiyan, bir Budist ya da bir ateist bir Müslümanın zihin dünyasına çekilerek anlaşılmazdı. Aynı şekilde bir Müslüman da diğer filozofik örgülerin tezgahına çekilerek anlaşılmazdı.  Herhangi bir ırk da diğer başka ırkların lütfedilmiş duygularının gölgesinde boğularak anlaşılmazdı. İnsan öteki algısını, ötekinin kendi özgün, özgül değerlerine göre inşa etmişti; ancak o değerleri anlayarak ona saygı duyar ya da duymazdı.

İnsan ötekine saygı duymak zorunda da değildi; ancak onun özgün/özgül değerleriyle yaşamasına saygı duymak zorundaydı. İyi kötüyle, kötü iyiyle ötekileştirildiği için karşılaştırılabilirdi. Masum olan, bir katille ötekileşmek zorundaydı; bir günahkâr da diğer başka bir günahkâr ya da masumla.

‘Din Günü’ bunun için vardı. Ötekileştirmemek 'Din Günü’nün, hakikatin inkârıydı. İnsan günahkâr olarak ötekileşmediği zaman tövbe edemezdi.

Faşizmi, Komünizmi ya da Sufizmi üreterek ötekileştirmenin anlamını kaydıranların, kaydırdıkları anlamlara bakarak düşünemezdi bir Müslüman.

Bir insan, kutsanmış kanunların medeniyetinde, kanunlara uyanlarla uymayanları da ötekileştirerek ayırt ediyordu. Kanunların, yargıçlara verdiği yetki ötekileştirme yetkisiydi. Ötekileştirme mümkün değilse, cezalandırma da mümkün olamazdı.

Ahlakî normlar da ötekileştirmeyi, ayırıp seçmeyi öğütlüyordu. Yalanlarla var olmayı seçenlerin, doğrularla yaşamakta ısrar edenlerden başka ve ayrık olduklarını kimse inkâr edemezdi. Öteki yalancıydı ya da değildi.

Demokrasi ya da diktatörlük diyerek farklı ayrıntılarla aynı şeyi kurgulayan otoriteryen amaçlarla insanları güdüleyenlerin ötekileştirmemekten kastettikleri şey, insan için zorunlu olan değildi; insan için zorunlu olan ‘öteki’ olma hakkını koruyabilmekti.

Demokratik yapılar da bir otorite tesis ediyorlardı ve ötekilerin ürettiği bir otoriteydi bu. Ötekilerin ürettikleri yasalarla ötekilere hükmettiği bir sistem olarak demokrasi de bu anlamda ötekinin kendisi kalma özelliğine müdahale ediyordu.

Çünkü diktatörlüklerdeki kanun koyucuların sayısı, demokrasilerdeki kanun koyucuların sayısından bir miktar daha azdı; ama sonuç aynıydı. Öteki, ötekilerin tasarladığı, teklif ve kabul ettiği/ettirdiği kanunlara uymak zorunda kalarak öteki olma hakkını kaybetmekteydi.

İnsan, ayrık dünyaların varlığını ancak o ayrık dünyaların da kendilerine has değerleri olduğunu kabul ederek koruyabilirdi; ayrık dünyalardaki ‘öteki’ye saygı duyduğunu gösterebilirdi. Öteki, kendisini ifade ederken kendi dilini kullanıyordu, ötekileştirmemeyi hedefleyenin dilini değil. Onu hedef dile zorlamak, onu yok saymaktı. 


<< Önceki                      Sonraki>>


[15.10.2023, (6/33 (558))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 29.10.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı