22 Ekim 2023 Pazar

SA10411/SD2901: Sıkıntı (Roman); 6. Bölüm-Ova 14

       Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

‘Paradoksal bir söylem!’ dedim ‘Ova Yazarı’nın metnine vurgu yaparak. "Çocuklukta temelleri donatılıyor yetişkin insan ruhunun, hâkim kültürel ve medyatik baskı tarafından. Direnenler farklılaşıyor, özgürleşiyor!’

Şenlenen bir sesle, ‘Çocuklara inmiş yazar!’ diyerek bana döndü İD. ‘Psikologların sorunlarının köklerine ulaşmak için insanın çocukluğuna inmesi gibi insanlığın çocukluğuna inmiş!’

‘Aslında yetişkinlerin ne kadar sorumsuz olduklarını hatırlatıyor yazar!’ dedim. ‘Düşünmeyen ve akıl yürütmeyen, evreni ve insan dahil her şeyi yaratan Allah’ı ve onun tanımladığı kavramları, sınırları çocuklarına anlatmayan yetişkinleri yargılıyor!’

‘Haklı da!’ dedi İD dalgın dalgın. ‘Çocukken öğreniyor insan hayatının sonraki aşamalarında düşünürken ve konuşurken kullanacağı kavramları. Bu çok önemli!’

‘Bekçi’, İD’nin dediği gibi insanlığın çocukluğuna iniyordu, çok sade bir dille anlatıyordu sorunların asıl kaynağını:

“Çocuklar, bizim bütün öğretilerimize sinmiş kavramsal yapılanmayı reddetme fırsatına sahip olmadıklarından, kavramlara yüklediğimiz anlamlara karşı iki zıt tavır takınıyorlar; ya saf dünyalarına ait anlam yansımalarını kullanarak yetişkinlere ait kavramları sıradan, bakımlı, çelik raylarından çıkarıp gizli bir savaş ilan ediyorlar ya da kavramlarımızı bizlerin yaptığı gibi kutsallaştırarak zihinlerine kopyalıyor ve aslında pek de irdelemediğimiz, ama onlara dayattığımız anlam yansımalarını taklit etmeye çalışıyorlar.

Hangi açıdan bakarsak bakalım, başlangıçta ve sonraki her adımda hata yapıyoruz. Doğdukları andan itibaren, kulakları, gözleri, burunları, ağızları ve elleriyle nesnelerle ilişki kuran, nesneleri kendilerine ait bedensel ya da ruhsal tepkilerle tanımlayan çocukların, bize ait kavramlarla ilişki kurmalarına yardım etmediğimiz gibi, onların doğuştan getirdikleri özelliklerine uygun arz/sunum yeterliliğine sahip olmadığımızı da fark etmiyoruz.

Birbirimizle paylaştığımız deneyimlerin dilinde yumrulaşan paradoksal tortularımızdan biri ‘küçükken iyiler, büyüdüklerinde başa çıkılamıyor’ nakaratıdır. Özelde tanısal kopmalar yaşadığımızın en büyük göstergesi olarak da bu nakarat duruyor. Çocuklarımızın ‘başa çıkılamazlık’ zırhına bürünmelerindeki esas nedeni ıskalıyoruz.

Kavramsal kutsallaştırma mağduru çocuklarımızın ‘başa çıkılabilir’ olması, büyürken kavramlarımıza diledikleri anlam yansımalarını yükleyen, yüksek ‘men riski’ taşıyan yaş gruplarını aştıklarında da kutsal anlamlarımıza karşı sürdürdükleri gizli savaşı açığa çıkaran çocuklarımızı ‘başa çıkılamaz’ yapıyor. Sıradan, bakımlı, çelik raylarımızdan çıkarılan kavram dizgemiz çocuklarımızın saf dünyalarında ‘başa çıkılabilir’ küçük bir ayrıntıya/soruna dönüşüyor.

Sonuç, yenilmiş bizlerin aczini taşıyan koca bir çınar gibi duruyor karşımızda; kavramsal paradokslarımızı önemsemeyen ve kendi olağan şüphelerini bize dayatan Adem’le aynı yaşta ‘âsi çocuklar’. “

‘Çok iyi ya!’ dedi İD heyecanla. ‘Ben de bir âsi çocuğum mesela!’

‘Evet, âsisin!’ dedim gülümseyerek. ‘Yahudiliğin ve Hristiyanların tahrif edilmiş yapısına karşı gönderilen Kur’an’ın tanımladığı dinî ve ahlakî değerlere karşı da âsisin; ancak senin bu âsiliğin Adem ve eşinde olduğu gibi, satanistler tarafından tasarlanmış bir âsilik. Sen farkında olmasan da, ‘Allah’ı çok seviyorum’ desen de, Allah’ın koyduğu kurallara karşı âsi oluyorsun Hanımefendi!’

‘Çok kötüsüüün!’ dedi İD neredeyse fısıldayarak. ‘Böyle söyleme!’

‘Paradoksal bir söylem!’ dedim ‘Ova Yazarı’nın metnine vurgu yaparak. "Çocuklukta temelleri donatılıyor yetişkin insan ruhunun, hâkim kültürel ve medyatik baskı tarafından. Direnenler farklılaşıyor, özgürleşiyor!’

“Paradoksal diyorum, sonuçlara; başka bir şey diyemediğim için. Sorun katmanlarımızın en geç yerinde ‘başa çıkılabilir’ çocuklarımızın yetersizliği duruyor. Kutsal kavramlarımızın kutsal anlamlarında bizce, bize göre, dinginlik bulan çocuklarımızı sonraki yaşlarda ‘yetkin yetişkin olarak’ göremediğimizde bir kez daha çarpılıyoruz.” diye yazmıştı ’Bekçi.

“‘Başa çıkılamaz çocuklar’ ile ‘başa çıkılabilir çocuklar’ arasındaki ‘yetkinlik makası’ açıldıkça, kutsallaştırılmış kavramlarımızın ve sınırlarını daralttığımız anlamların amaçladığımız bir ‘tür’ü yetiştirmeye yetmediğini görüyoruz. ‘Başa çıkılabilir çocuklar’ yetişkinliklerinde onlara aşıladığımız paradoksal çatışmalarımızla uyuşuyor, uyumsuzlaşıyor ‘başa çıkılamaz’ oluyorlar.

Periferik kırılganlık çatık kaşlarımızın önünde dimdik duruyor; çocuklar, esnetilmiş de olsa kendi içerlek doğalarını korumaya devam ediyorlar.

Belki de doğru olan ‘başa çıkılamaz çocuklar’ın, ‘başa çıkılmak’ gibi bir cendereye tabi tutulmaması ya da ‘başa çıkılabilir çocuklar’ üretmeye çalışmamak; kavramlar ve anlamlarla ilişkimizi, çocuğun doğal öğrenme sürecine teslim etme yürekliliğini göstermek; çocuğu arz-talep kaygılarımızla besleyip doğasını esnemeye zorlamamak.

Çok ötelere gitmeye, zirvelerden kar aşırmaya gerek yok; çocukların oyuncakları ile ilişkilerini yönetme gayretlerimiz ile onların oyuncaklara yükledikleri anlamları örtmeyelim yeterli. Oyuncaklar, kavramsal dizge haritalarımızda ileri doğru gelişecek, genişleyecek ve ilişki kurdukları her nesneyi kendi anlam örgülerine eklemleyerek kendi haritalarını oluşturacaklar.

Yani tanı, yetişkinlerin oyuncakların bütünleşik saflığına müdahale etme hastalığı; başkaca bir şey değil.”

‘Hastalık diyor ya!’ dedi İD şaşırarak.

‘Ve bu hastalık insanların özgür tercihler yapabilmelerini engelliyor!’ dedim. ‘Toplumların ve toplumları yöneten-yönlendiren güçlerin bireylerin gelişimlerini kontrol etme kaygısı hayatı kökünden zorluyor. Hayatı boyunca ve öldükten sonra sonsuza dek yaşayacağı her şeyin sorumlusu olarak iradesi üzerinde kurulan baskılarla yaşıyor insan; tercihe zorlanıyor!’

‘Ve bu da çocukluk travmalarına neden oluyor?’ diye tamamladı cümlemi İD. ‘Çok doğru ama gerçekten!’

‘Ova Yazar’ını okumaya devam ediyorduk; yolculuğumuz sürüyordu. Neredeyse bütün yolcular kulaklıklarını takmışlardı. Uçaktan soyutlanmış gibiydik ikimiz; Cevval kendi dünyasındaydı.

“Çok şiddetli bir beyin fırtınası ya da sert, tavizsiz bir teorik/ideolojik tartışma sonrasında tüm tarafların kendileri ile baş başa kaldıklarında yaşadıkları kesinlikle kaçınılmaz bir dönem/an/aralık vardır; özeleştiri/otokritik dönemi/anı/aralığı. İnsanın doğasına karşı çıkamadığı için kaçınamadığı -nefes almak için dudaklarını ve burun deliklerini açması kadar olağan- bu zaman aralığında taraflar, duygusal ve ideolojik reflekslerinden sıyrılarak, yaşadıkları algısal travmaları çözümlemeye çalışırlar.  Bu aralık, geç de olsa gelen -çözümleme sonuçları yeterli olmasa bile- bir dinginlik ve onarım aralığıdır.

Kaçınılmazlık insiyakî olmasa, tarafların, sensörel sorunlarla iç içe iken, kavramlarla kurdukları doğru veya yanlış ilişkilerle ve evrensel gerçekle zıt/eş konum ve kurgularla şekillenen bilişsel örgüleri, yaşadıkları algısal travmaların çözümlenmeye sürüklenmesine izin vermezler; muhtemel arındırıcı sürüklenmelerin önüne geçerek, tarafları ‘aldatılmış sensörler’ ve ‘kalıcı körlükler’ düzeneğinde yaşamaya zorlarlardı.” 


<< Önceki                      Sonraki>>


[11.10.2023, (6/29 (554))]

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:


Seçkin Deniz, 22.10.2023, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı