25 Aralık 2020 Cuma

SA8997/KY1-CÇ752: Gucur Ziya

   Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Gidip ikaz etse miydi? Niyetlenmişti gidip söylemeye, niyetlenmesine niyetlenmişti ama kahrolası dişlerinin gıcırdaması engel oluyordu. Dişleri gıcırdadığında Sabri kulak asmayacaktı. Dişlerinin gıcırdamasına engel olamayacağını biliyordu. İçini çekti."

Dişlerini gıcırdatıyor Gucur Ziya. Olmaz ki, diyor Sabri, parmak kadar çocuklar bile bilir böyle bir şey yapılmayacağını. Ama işte sen bile bile yine yapıyorsun. Umursamıyor Gucur Ziya. Omuz silkiyor. Dudak büküyor. Olmayan bıyıklarının altından gülüyor. 

Sabri’nin inadına yapıyor sanır bilmeyen de, oysa aklından bile geçmemiştir Gucur Ziya’nın. İnatçı değildir Gucur Ziya. İnadı sevmez. İnatçılığı en sevimsiz şey bilir. Ve fakat dişlerini gıcırdatma konusunda çaresizdir. Birilerinin kızdığını, birilerinin tiksindiğini bilir. Bilir de ne kimseyi kızdırmak için ne de birileri tiksin diye yapmaz. Elinde olmadan yapar. Neşelendiğinde, öfkelendiğinde, def-i hacet ederken, yemek yerken, yürürken, dururken, koşarken, soyunurken, giyinirken gıcırdar dişleri, adeta kendiliğinden olandır, anlatır, elinden geldiğince açıklamaya çalışır nafile, kimseye anlatamaz, kimseyi inandıramaz.. Ne inandırma, ne ikna açısından, ne dişlerin gıcırdaması açısından elinden bir şey gelmez Gucur Ziya’nın, bu bakımdan çaresizdir, çaresizlik yoldaşı, mihmandarıdır adeta. Omuz silkiyor Gucur Ziya, kırk yıllık arkadaşı Sabri’nin çıkışına, itirazına. Sabri “Neyse ki Kolonya Sabri demedi” diye geçiriyor içinden.

Yeniden gıcırdatıyor dişlerini Gucur Ziya.

- Sabri, diyor, Sabri hele de de, diyor gülerek.

- Ne diyeyim? Diyor öfkeyle Sabri, “İyi ki kolonya Sabri, demedi” diye geçiriyor içinden, derin mi derin bir nefes alarak.

- Hani diyorsun ya, “neyse ki bugün müessif bir hadise yaşamadık!” işte onu de.

- Sen dedin ya, diye karşılık veriyor Sabri Gucur Ziya’ya gücendiğini belli ederek.

- Benim demem başka, senin demen başka.. hele de.. de de günümüz ferah geçsin, diyor arkadaşının gücenmesine umursamadan.

- Eğlenme benimle, diyor Sabri yüzünü buruşturarak. Yüzünü buruşturması kaçınılmaz, zira Gucur Ziya yine o menhus eylemi yapmıştır, gıcırdatmıştır dişlerini sözlerinin sonunda.

- Valla billa eğlenmiyorum, diyor Gucur Ziya, sen öyle deyince inan günüm ferah oluyor, sadece benim mi? Tüm esnafın.. siftah yapmış gibi oluyorum, oluyoruz, kime istersen sor. Sen öyle dediğinde ben sanki sabah sabah yirmi metre basma satmış gibi oluyorum, alaftar elli kilo yulaf, on kilo yem satmış gibi, kalaycı Naim yirmi adet guşgana, on adet kazan, beş adet çaydanlık kalaylamış gibi oluyor, ister inan ister inanma aha bu kulaklarım -iki eliyle kulaklarını tutup çekiştirerek- duymamışsa bu söylediklerimi iki gözüm önüme aksın. İnan öyle.

- Sen önce diş gıcırdatmalarından vazgeç, karşılığını veriyor Sabri incecik bıyıklarını burarak, sevincini -neden seviniyorsa, Allah sizi inandırsın şuncacık, nah şuncacık bir neden yok sevinmesine, ama gelin görün ki zil takıp oynayacak kadar seviniyor Kolonya Sabri- belli etmeden.

- O kolay iş, karşılığını veriyor Gucur Ziya, o kolay.. öyle kolay ki.. sen hele de!

- O dediğin vird midir ki diyeyim? Gün bitecek ki, kazasız belasız, yeterli müşteri olduktan sonra içten gelen bir şey.. durup dururken niye söyleyeyim? İtirazında bulunuyor Sabri. Sözünü bitirmeye yakın alnını kaşıyıp “Allah’tan Kolonya Sabri, demedi” diyor içinden. Ve ekliyor “Verilmiş sadakam var gibi!”

Sabri inat ediyordu. Söylemeyecekti. Bu belliydi. O kadar belliydi ki. Gucur Ziya başını sağa sola salladı, manifatura dükkânından içeri girdi. Kısa bir tabure ile çıktı dükkândan. Kapının sağına koydu tabureyi. Tembel tembel oturdu. Karşı komşusu Berber Sabri’nin aynaları silişini izledi meraksız gözlerle. Boşlukta düşen kanadı kırık bir kuş gibiyim! Diye geçirdi içinden dişlerini gıcırdatarak. Neden sonra “Düpedüz saçmaladım” dedi kendi kendine Gucur Ziya. Bir kuş değilim. Boşlukta düşen bir kuş neler hisseder bilemem, hiçbir zaman da bilemeyeceğim, zira bir kuş değilim, bir kuş olmadığıma göre de kırık bir kanadım olmayacak, böylece boşlukta düşen kanadı kırık bir kuş gibi olma ihtimalim daha baştan yok edilmiş oluyor. Bir kuş değilim. Bir kanadım yok. Kırılacak, kırılır bir kanadım yok. Kanadı kırılan bir kuş müessif bir hadise yaşamış demektir. Sabahın köründe -sabahın köründe ifadesi belirir belirmez, Gucur Ziya gayr-i ihtiyari sağ kolunu kaldırıp, kolundaki saate baktı, sabahın körü değildi. Saat dokuzdu. Memur, işçi tayfası çoktan mesaiye başladılar, sabahın körünü nereden çıkardım, dedi ve iç geçirmelerine döndü üşengeç bir tavırla- böyle saçma sapan şeyler de nereden düştü aklıma? Nereden nasıl üşüşüyorlar kafamın içine? Diye kendi kendine hayıflanıyor Gucur Ziya. Kendi kendine kızıyor. Sabri’ye yöneltiyor bakışlarını isteksizce. Sabri niye böyle yapıyordu? Niye doğru dürüst yarenlik yapamıyordu? Özellikle de Sabri ile. Tek neden dişlerinin gıcırdaması mıydı? Ama ne yapabilirdi ki değil Sabri, Sabri’nin dükkânını görür görmez başlıyordu dişlerin gıcırdaması. Yok, sadece Sabri’nin dükkânı değil, bu sokağın başına -Alaftarlar Sokağı, ada bak ada- adım atar atmaz başlıyordu dişlerinin gıcırdama eylemi. Bu bir tik olmalıydı. Bir uyuşturucu müptelasının bağımlılığı gibi bir şey.. bu da mı yanlıştı? Galiba bu da yanlış, kendi hali tik sayılmazdı, kendi hali uyuşturucu müptelalarının halinden başkaydı. Ama Sabri’nin “Kolonya Sabri” sözüne karşı kıçına nişadır sürülmüş bir aygır gibi gemi azıya alması bir tikti. Evet, o bir tikti, kendi hali değil. Yanlış bağıntı kurmuştu. Kuruyordu. Bir berberin kolonya sözcüğüne karşı tepki göstermesi ne tuhaftı. Kendi halinden daha tuhaf geldi Gucur Ziya’ya Sabri’nin hali. 

Yeniden gözlerini Sabri’ye dikti Gucur Ziya. Sabri olanca dikkatiyle, elindeki beyazdan griye dönmüş bezle tezgâhın bulunduğu duvarı boydan boya kaplayan aynayı soldan başlayıp sağa doğru silmeye başlamıştı. Her sabah yerleri süpürüp, koltukların -üç berber koltuğu vardı- tozunu aldıktan sonra yapardı bu işi. İşte en sona gelmişti. Burası önemliydi. Aynanın sağ üst köşesine önce hohlayıp sonra elindeki bezle silecekti. Sildi. Bir adım geri atıp bakacaktı. Yaptı bu söylenenleri hiç üşenmeden, ki hiç üşenmezdi bu eyleminde Sabri. Yeniden aynanın o köşesine hohlayıp silecekti. Bunu birkaç kez yapacaktı. Ki, ustasından böyle görmüştü. Sıradan, nefes almak kadar kolay -acaba nefes almak gerçekten kolay mıdır? Birçoğuna göre kolay olsa da Gucur Ziya ve Berber Sabri için o kadar kolay mıdır? Bu soru kimsenin aklına gelmemiş olsa da bu soruyu aklına getirenler olacaktır, olmuştur, ki şuan siz de bunun tanığısınız, yani nefes almak kolay mıdır? Sorusunu soracak birinin varlığından söz ediyoruz- bir işmiş gibi gelebilir. Ama değil. Ustalık isteyen, oldukça özen gerektiren bir iştir. Öyle olmasa Sabri ne diye titizlik sergilesin? Daha çırak olduğunda bu işin -aynanın sağ ucunun birkaç kez hohlanıp birkaç kez silinme işi- önemini kavramıştı. Henüz getir-götür işlerini -koş iki çay söyle, koş şu havluları eve götür, koş evden havluları getir, koş şu havluları havalandır, koş havalandırılan havluları topla, koş bir Bafra cigarası al, koş şu parayı bozdur, koş Dişlek Zakir’e – Dişlek Zakir Gucur Ziya’nın babası oluyor-  sor akşam dokuz matinesine sinemaya gelecek mi, gelecekse oradan koş Doğu Sinemasına, dokuz matinesine iki bilet al, koş alaftardan yarım kilo dal darı al, koş koş koş, çıraklığın getir götür evresi hep bir koşturmacaydı- önemini bellemişti. Bir ustası vardı Sabri’nin. Ustası olmak ne büyük bir nimetti. Ne için titizleneceğini, neyin boş verilmesi, neye omuz silkilmesi, neyin görmezden gelinmesi gerekenler ustasız bilinebilir miydi? Kuşkusuz hayır! Bin kere hayır! Ustasızlık kanatsız kuş olmak demektir, ağ öremeyen örümcek demektir, yüzgeçleri olmayan balık demektir, ustasızlık küfürdür, vatana ihanettir, bu gerçeği, bu vargıyı, bu yargıyı kaç kez duymuştur ustasından. Rahmetli ustası aynı zamanda babasıydı da. Bu da Sabri için büyük bir şanstı.- Arada sırada da olsa yaptığı yanlışlıklar -büyük olmaması koşuluyla, büyük yanlışlıkların karşılığı hep bir tokat tekme olurdu, örneğin aynanın sağ köşesinin olması gereken sayıda hohlanıp temizlenmemesi gibi, ya niye eksik yaptın, ya niye fazla oyalandın, denerek birkaç tekme birkaç tokat yerdi- hoş görülüyordu. Aynanın sağ köşesi hususunda hiç ama hiç hoş görülü değildi babası. İşte orada ustası oluyordu. Ki, babasının da bir ustası vardı. Ve babasının ustası babası değildi, usta baba olmayınca yanlışın küçüklüğü büyüklüğü olmuyor, kulak çekiliyor, tokat atılıyor, tekme savruluyordu. 

Babasının ustası -eti senin kemiği benim denerek yanına verilmişti- kapı komşuları İlyas'tı. Gerçi İlyas usta “Terzi olmalıydım. Berberlik adıma uygun değil!” diye sızlanıp dururdu. Ve utanırdı. Ve utancından yerin dibine girdiğini sık sık dillendirirdi kimseler umursamasa da. Ama yapılacak bir şey yoktu adı İlyas’tı ve fakat mesleği berberlikti, sineye çekilecekti, sineye çekmişti, çekiyordu. 

Babanın ustası İlyas ustanın da bir ustası vardı elbet. O da aynanın sağ köşesinin silinmesi ayininde -okurlar bizi ayin sözcüğünden ötürü hoş görsün, tıpkı bir ayin gibiydi zira bu iş- titizdi. Dikkatliydi. En ince ayrıntılarını uygulamaktan sarf-ı nazar etmezdi. İlyas Usta'nın ustası İshak’tı. Onun ustası İsrafil’di. İsrafil’in ustası Mikail’di. Mikail’in ustası Yıldıray’dı. Yıldıray’ın ustası Melengiçli Seyyid idi. Melengiçli Seyyid’in ustası Şuayb’ın. Şuayb’ın ustası Halil’di. Halil’in ustası Kerim’di. Kerim’in ustası Döngellerin Veli’ydi. Onların her biri aynanın sağ üst köşesinin kaç kez hohlanıp kaç kez silineceğini iyi bellemişlerdi. Özen göstermişlerdi. Titizliklerinden taviz vermemişlerdi. Veren, ustasından tekme tokat yemişti usta baba da olsa. Kaç adım geri gidilecekti ne kadar sağa ya da sola kaykılacaktı? Ne kadar süre durulup tekrar aynaya yaklaşılacaktı? Bunlar bir usule bağlanmıştı. Usul çok önemliydi. Usul her şeyin ötesindeydi. Usulsüzlük her işte insanın ayağının sürçmesine neden olurdu. Dağılıp gitmesine, devrilmesine neden olurdu. Usulsüzlük denli insanı heder eden başka bir şey var mıdır? Dedi kendi kendine Gucur Ziya, usulsüzlük sadece bir insan için değil top yekûn bir toplum için müessif bir olaydı. Top sözcüğüyle içi aydınlandı Gucur Ziya’nın. Bayrama yakın yakın ilçe kasabalarından tüccarlar gelir top top kumaş alırlardı. İki bayramdan birine daha çok vardı ne yazık ki. Dişlerini yeniden gıcırdatmıştı. Sabri’ye imreniyordu. Sabri’nin bir ustası vardı. Bir rehberi vardı. Kendisinin yoktu. Hiç olmamıştı. Babası bile. Babası nalbanttı. Keşke babamın yanında kalsaydım, diye geçirdi içinden Gucur Ziya yeni bir diş gıcırdatma sağanağının ardından. Sabri aynanın sağ köşesine hohladı iki adım geri çekildi. Bir dakikaya yakın bir zaman baktı hohladığı köşeye. Acele etmeden yeniden yaklaştı aynaya. Beyazdan griye dönmüş bezle hohladığı yeri bir sağa bir sola hareket ettirerek sildi. Yine geri çekildi. Bu son olmalı, dedi Gucur Ziya. Evet, bu sonuncu hohlama ve silmeydi. Yalnız, sanki son defasında geri çekilirken biraz fazla sola kaykılıp bakmadı mı? Dedi kendi kendine Gucur Ziya. Gidip ikaz etse miydi? Niyetlenmişti gidip söylemeye, niyetlenmesine niyetlenmişti ama kahrolası dişlerinin gıcırdaması engel oluyordu. Dişleri gıcırdadığında Sabri kulak asmayacaktı. Dişlerinin gıcırdamasına engel olamayacağını biliyordu. İçini çekti. 


Cemal Çalık, 25.12.2020,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü

Facebook 



Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı