15 Mart 2019 Cuma

SA7510/KY1-CÇ604: Epifenomen

"İşin büyüsünü bozmaya ne gerek vardı?"


Sivas kenti, 1985 Mayıs ayı sonları, gece yarısını çoktan geçmiş. Üniversite öğrencisi Ferdi tek göz bekâr evinde, hem yatak hem oturma grubu olarak kullandığı somyada yarı oturur biçimde gözlerini tavana dikmiş boş boş bakıyor. On beş yirmi dakika önce dört beş arkadaşı da evdeydi. Hoşça sohbet yapmışlardı. Üniversite hakkında, dersler, ders hocaları hakkında kâh komik kâh acıklı şeyler söylemişler, platonik sevdalar üzerine çözümlemeler yapmışlar. Onamalar, karşı gelmeler sonunda da kalkıp gitmişlerdi. 

Evinin kapısı her zaman açıktı Ferdi’nin. Mecaz anlamında değil kilitlemezdi kapıyı. Kilitlese de anahtar hemen kapı üstündeki pervazdaydı. Arkadaşları bunu bilirlerdi. Ferdi evde yoksa bile arkadaşları, tanıdıklar –çoğu zaman kahveye takılır gece yarılarına kadar kağıt oynardı- teklifsizce anahtarı alır, kapıyı açar eve girerlerdi. Yemek yaparlar, çay demlerler; kendisi olmasa da yaparlardı bunu. Bir tür tekkeydi sanki. Kimi zaman yatıya kalanlar da olurdu. Yatıya kalanlar genelde yurtta kalanlar olurdu. Saat ondan sonra otobüs yoktu. Yürümeyi göze alsalar da yurda giriş saatinden sonraya kaldıkları için kapıdan dönme olasılığı yüksek olduğu için mecburen burada kalırlardı. Bazen hiç tanımadığı kimseler bile ona yatıya kalmıştı. Bir arkadaşın arkadaşı. Ne önemi var? Ferdi şen şakrak sohbeti güzel, kimseyi sıkboğaz etmeyen biriydi. 

Biraz önce giden arkadaşlarından Ömer’in, 'Yazar olmak isteyen, Sartre gibi yazmayı yaşamının biricik gayesi, tek önceliği yapmayacaksa hiç bulaşmasın', sözleri yankılanıyordu içinde. Ömer’in dediklerine harfi harfine katılıyordu. Bunu kendisi daha lise yıllarında ayrımsamıştı. Hatta yazdığı öyküleri –altmış kadar öykü yazmıştı- romanları –üç adet de romanı vardı- bir dosya halinde hazırlamış Sartre’ye göndermeyi kurmuştu. Sartre henüz hayattaydı. 

- Neden yerli yazar değil de elin gâvuruna göndereceksin? Demişti sınıf arkadaşı Ersin.

- Yerliler burunlarından kıl aldırmıyor, hatta bir bir kuyularını kazmakla meşguller.. hele de yeni bir kalem.. yeni bir soluk.. onlar için azap..

- Yani Sartre öyle değil öyle mi? Diye itiraz etmişti Ersin..

- Öyle değil.. yeni kalemler, yeni soluklar Sartre için büyük bir sevinç kaynağı.. demişti Ferdi.

- Nereden biliyorsun? Diye itirazını sürdürmüştü Ersin.

- Bir röportajını okudum, demişti Ferdi.

- Lan ne salaklasın.. adam Türkçe biliyor mu? Diye alay etmişti Ersin Ferdi’yle.

- Dünyaca ünlü biri nasıl bilmez? Hem bilmese de bir çevirmen bulamaz mı? Diye çıkışmıştı Ferdi.

- Tabi canım, demişti Ersin gülerek, senin gibi eşsiz bir yetenek için yollara düşer, hatta bakarsın bir uçağa atlar memleketimiz Erzurum’a uçar.

‘Keşke gönderseydim!’ dedi Ferdi gözleri tavanda duyulur duyulmaz bir sesle. Göndermemişti. Ersin’in karşı çıkışları mı etkili olmuştu, yoksa birden yazarlık hevesi mi kaybolmuştu bilinmez, göndermekten de yazmaktan da vazgeçmişti Ferdi. Bir burukluk kaplamıştı benliğini. Masa üzerindeki birinci sigara paketine uzandı. Paketten bir sigara alıp yaktı. Derin bir nefes çekip dumanı saldı. Dalıp gitmişti.

Kapının yumruklanmasıyla kendine geldi Ferdi. Kolundaki saate baktı.

- Hayta Ömer geri döndü sanırım, dedi kendi kendine. Yerinden kıpırdamadı bile. Ömer ya da bir başka biri.. kim olur olsun kapının açık olduğunu bilmeliydi. 

- Açıp gir içeri hayta, diye mırıldandı. 

Kapı daha hızlı, daha güçlü yumruklandı. 

‘Hayırdır!’ deyip yerinden kalktı. Odadan çıkıp holü geçip kapıyı açtı. Tanımadığı biri. Kendi boyunda, hafif kirli sakallı, takım elbiseli bir genç. Bir süre bakıştılar. Gelenin rengi evin hemen bitişiğindeki sokak lambasının etkisiyle mi sarıydı yoksa doğal rengi mi, yaşadığı bir halden mi kaçmıştı rengi bilemedi. 

- Ferdi siz misiniz? Dedi tedirgin bir sesle.

- Benim, dedi Ferdi.

- Özgür Abi’nin selamı var.. beni sana o gönderdi. Benimle tekkeye kadar gelir misin? Dedi. 

Tir tir titriyordu genç adam. Ferdi ne diyeceğini şaşırmıştı. Aval aval baktı genç konuğun yüzüne. Hayır, tekke uzak değildi. hemen tekkenin dibinde sayılırdı evi. En fazla dört yüz beş yüz metre. Fakat tekke gündüzleri bile Ferdi’ye tekin gelmemişti. Bir tarafı uçurum. Bir mezarlıkta gece ne işi olurdu ki bir insanın?

- Şeyy, dedi kekeleyerek.

- Özgür Abi, diye yineledi genç adam.

Özgür Abi demişse elbet akan sular dururdu. Peki bakalım doğru mu? Bunu bilmenin bir yolu yoktu ki? Gerçi Özgür abi iki sokak ötede otuyordu oturmasına ama ‘Hadi gidip soralım!’ diyemezdi ki. ‘Sartre olsa ne yapardı?’ diye sordu kendi kendine. ‘Sartre düşünmeden takılırdı kapısına gelen bu adamın. Ama Tekke!’ diye yanıtladı sorusunu. Kuşkusuz Sartre’ın kapısına gelen 'Tekke' demezdi de 'Eyfel kulesi' yahut başka bir şey derdi her halde, düşünceleri geçit içinden istemsizce;

- Peki, dedi. Biraz beklerseniz ceketimi alıp geleyim, hava bir hayli serin.

Konuğu başını sallamakla yetindi. Ferdi evden içeri daldı. Ceketini giydi birinci sigara paketini ceketinin iç cebine yerleştirdi. Kendisini bekleyen gencin yanına vardı. Kapıyı çekti. Birlikte tekkeye doğru yürüdüler. Ferdi hiçbir şey düşünemez haldeydi. ‘Sabah Özgür Abiye sorarım!’ diyordu kendi kendine. ‘Doğru mu? Yalan mı? Artık sabah öğreneceğiz!’ 

Tekkeye vardılar. Hiç konuşmadan yokuşu tırmandılar. Yoldaşlık yaptığı kişi nereye gideceğini biliyordu Ferdi’ye onu takip etmekten başka bir şey kalmamıştı. Yoldaşı tekkenin uçurum tarafına doğru gidiyordu. En uca geldiler. Teklifsizce oturdu yoldaşı. Ferdi de hemen yanına oturdu. ‘Sartre de böyle yapardı!’ dedi içinden. Yoldaşı ceketinin cebinden filtreli yabancı sigara paketini çıkardı. Ferdi’ye de ikram etti.

- Ben filtreli içemiyorum, dedi, öksürtüyor.

Yoldaşı omuz silkmekle yetindi. Sigarasını ibelo çakmağıyla yaktı. Çakmağı Ferdi’ye uzattı. Ferdi de birinci sigarasını yaktı. Bir süre sessizce oturdular. Sonra genç adam birden bire ağlamaya başladı. içli içli, hıçkıra hıçkıra ağladı. Ferdi şaşkındı. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemiyordu. Bir şey sorsa işin büyüsü bozulacaktı. Sormadı. Yoldaşı gözlerini sildi. Ayağa kalktı. Sessizce geldiği yöne, çıkışa doğru yavaş adımlarla yürüdü. 

Ferdi bir süre daha oturdu. Bu saçma durum karşısında durup kaskatı bir çaresizlik içine düşmüştü, kimliği meçhul kişinin gözden kaybolmasına kadar beklemeye karar vermişti. Epey bir süre sonra Ferdi de çıkışa doğru ürkek adımlarla yürüdü. Kendini eve dar atmıştı. Sabaha kadar gözünü kırpmadı. Aç karnına bir demlik demli çayı içti. Günün ışıklarıyla evden çıktı. Özgür Abi’yi durakta yakalayacak, dün gece kendisine birini gönderip göndermeyeceğini soracaktı. Durağa vardı. Özgür Abi duraktaydı. Gülerek selamlaştılar.

- Ekonomi sınavını erteletsek ya, dün gece hiç uyuyamadım! Dedi Özgür Abi göz kırparak.

- İyi dedin Abi, dedi Ferdi mütebessim bir eda ile, ben de uyuyamadım. 

Ferdi davetsiz, kimliği meçhul kişiyi sormaktan vazgeçmişti. İşin büyüsünü bozmaya ne gerek vardı?


Cemal Çalık, 15.03.2019,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü

Cemal Çalık Yazıları







Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı