10 Kasım 2017 Cuma

SA5140/KY1-CÇ436: Ayraç

"Ve hiç beklemediğim bu olay; ekmek almış eve dönerken karşılaştığım motosikletlinin tavrı her şeyi allak bullak etti. Hevesim kırıldı. Güne varışlarım azaba boğuldu."


“Selam Turgay Başkan!”

Yanımdan hızla geçen motosikletli bir gencin bu seslenişiyle irkildim. Tanıdığım birine benzemiyordu. Tanımadığım kesindi. Seslenişindeki, söyleyişindeki, söylediği sözdeki tuhaflık bir yana seslenen kişiyi tanımıyor oluşumdan ötürü irkilmiştim.

Tam da birileri tarafından izlendiğim düşüncesinden, kurgusundan yahut sezgisinden kurtulduğumu sanırken. Dikkatinizi çekerim; kesinlediğim bir şey yok da sanı var. Demek ki kesinlemekten uzak duruşum, çekinişim hepten yersiz değilmiş. Bu şimdi daha açık oldu. Oysa bu konudaki sanımı kendi kendime ‘Ne sünepe, ne vehimlerle dolu, ne kuşkucu biri olup çıktın!’ yargılarıyla kesinleştirme gayretim hepten yersizmiş. 

Durup dururken, hiç tanımadığım bir genç ne diye –hem de söylediği türden bir statü ile herhangi bir ilişkim yokken- ‘Selam Turgay Başkan!’ desindi. Madem izlenmiyordum, madem birileri peşimde değildi böyle bir olayın gerçekleşmiş olmasını nasıl açıklayabilirdim ki? Nasıl açıklanabilirmiş ki! 

Düpedüz kuşkularımda haklıymışım, ruhsal bir bozukluğun ne eşiğinde ne içindeymişim. Bütün bunlar güvensizlikten. Kendime güvensiz olduğum bir gerçek. Zaten kendime güvenmiş olsam bir gerçeği örtbas etmek için –izlendiğim gerçeğini- ne diye fır dolanayım kendi çevremde? Ne diye kendime dil dökeyim? Korku ve güvensizliğin getirip bıraktığı yerde soluk alıp durmuşum, duruyormuşum; bunu apaçık, kesin bir biçimde şuan görüyor ve yaşıyorum.

Gencin söyleşindeki tuhaflık da dikkatimden kaçmış değil. Gülerek söylemişti. Sanki ‘Nasıl faka bastırdık seni!’ der gibiydi. Gibi ne? Basbayağı öyle ima ediyordu. Etmişti. Dönüp dönüp bakması, el etmesi de cabası. Faka bastırdıkları –hem de benim yardımlarımla- doğruydu. Donup kaldım kaldırım üstünde. Yürümeyi unuttum. Gelip geçenlerin yolunu kesmemek, genelin geçiş güzergâhında bir takım itirazlara, sızlanmalara, söylenmelere neden olmamak için birkaç adım geri gittim ve kaldırımda benim dışımda yürüyenlere yolu açtım. Olması gereken buydu. 

Ya seslenen kişi? Kimdi o? Kimlerdi onlar? Beni daha evden çıkar çıkmaz mı izlemeye almıştı? Gece gündüz mü izliyorlardı? Nöbetleşe mi izleniyordum yoksa tek bir kişinin bakışlarına mı teslim edilmiştim? Bunlar kuşkusuz çözümlenmeli, bir açıklığa kavuşturulmalı ki rahat bir soluk alayım. 

Ve fakat bunu nasıl başaracaktım? Nasıl başarabilirim? Bilmiyorum! Daha ilk kuşkulandığım anda üzerinde dursaydım, gözlerimi, kaçacak yerin olmadığını ayrımsayan kedi görmüş bir sıçan gibi kapamasaydım daha farklı olabilirdi. Şimdi böyle bir olasılığın olmadığını görüyorum. Karşı dağlardan şaha kalkmış süvarilerin üzerime doğru gelen siluetleri karşısında nasıl bir şaşkınlığa düşersem öyle bir şaşkınlık içindeyim. Bunu kendime yapmayacaktım! Bunu kendime yapmamalıydım! Şükür elim ayağım tutuyor, zihnim çalışıyor, belleğim keskin, duyularımın hiç biri yaşlı yoksulluğuna uğramış değil. Ya o berbat yoksulluk dönemlerinde ne yapacağım? Ne yaparım?

Dur şimdi! Dur!

Önce halı vardı. O tanımadığım, motosikletli gencin seslenişinden önce halı vardı. Her şey halının orantılı bir biçimde, tek göz odalı evimin odasının ortasına orantılı bir biçimde yerleştirdiğim halının hiç de orantılı yerleştirilmediğini ayrımsamamla başladı her şey. 

Oysa ne kesin bilgiydi halının odayı tam ortalanarak yerleştirilmiş olduğu bilgisi. Kendi varlığımdan kuşkuya düşsem her hangi bir düşünür gibi –ki bu çok aptalca bir kuşkudur bence- halının orantılı yerleştirilişinden kuşkuya düşemem. Buna imkân yok! Bu imkâna mahal yok! Nasıl olsun ki daha halı satın almadan odayı ölçüp biçmiştim ve halının etrafından açık kalacak yerlere uygun –uzun taraftan açık kalacak kısım yüz yirmi santim, kısa taraftan yüz santim- bir halı peşine düşmüştüm. Oda dikdörtgen. İster istemez halı da dikdörtgen olacaktı ve öyle de oldu. Dikdörtgen bir halı aldım. Ve yüz yirmi santim uzun kısımdan, yüz santim de kısa kısımdan açıklık bırakarak halıyı yerleştirdim. 

Halıyı satan satıcı, döşemenin mermer yahut laminant olup olmadığını sormuştu, ben de verniklenmiş çam parke olduğunu söylemiştim. Bunun üzerine halıcı halının kaymasını önleyici kaydırmaz diye bir şey almam gerektiğini belirtmiş ve halıyla birlikte bir de kaydırmaz denen ağa benzer bir nesne almıştım ve halıyı öyle yerleştirmiştim odama, hem de tam istediğim ölçüde aralıklarla. Ki en ufacık bir sorun yoktu. Hemen her gün kontrol ediyordum. 

Nasıl olduysa dün akşam terliklerimi ayaklarımdan çıkarıp çekyata uzandım ve sonra gözlerim terliklerime takıldı. Yamuk duruyorlardı. Oysa düz bir biçimde koymuştum. Sonra terliklerin duruşunda değil halının konumunda bir tuhaflık olduğunu ayrımsadım. Olamazdı! Nasıl olsundu ki? 

Çekyattan fırladım. Halıyı düzeltmeye uğraştım. Ne tarafa çekersem halı zemine göre yamuk duruyordu. Halının bir köşesinin çekmiş olması olası değildi! Yani böyle bir şey akıl işi değildi. Durup dururken bir köşesi ne diye çeksindi halının? Yıkamamıştım, yıkamaya vermemiştim. Su değmemişti nasıl çekecekti? Demek ki halıda çeken bir şey yoktu. Oda dikdörtgen olmaktan da çıkmış olamazdı. Böyle bir şeyi kimin aklı alır ki? Kimsenin? 

Hani ucundan ucundan zihnime bu türlü düşünceler sokulmaya kalkışsa da yol vermiyordum. Vermezdim. Vermedim. Yine de metreyle halının genişliğini, uzunluğunu ölçmek en akıllıca şey geldi. Hani hazır ölçmüşken odayı niye ölçmeyeydim ki? Ölçmemek için bir neden yoktu. Ölçme kararıyla evin girişindeki holde duran alet çantama gittim. Çantamı açtım. Metre yoktu. Tuhaflık burada da vardı. Metreyi başka nereye niçin koyayım? Birine versem anımsarım! Yok! Yine de odamdaki çalışma masasının gözlerine baktım, odamın tek penceresinin denizliğine baktım. Metre yoktu. 

Ölçme işinin akim kalması söz konusu olamazdı. Vakit çok geç değildi. İki sokak yukarıdaki yapı marketin açık olduğunu biliyordum. Saat yirmi üçten önce kapamaz. Saat daha yirmi bir otuzdu. Üşenmedim. Üstümü giyindim. Ve yapı markete, metre almaya gittim. Her şeyin daha baştan kurgulandığını nereden bilebilirdim ki? Oyun baştan yazılmış. Daha yirmi yirmi beş gün önce kaybettiğim metrenin yerine yenisini aldığım yapı markette metre yok. 

Hani tükenmiş olsa gam yemeyeceğim. Güya burası açıldığı günden beri metre satmamışlar, dükkâna metre sokmamışlar, çünkü patron değil metrenin kendisinden, metre sözcüğünden bile nefret edermiş, alerjisi varmış. Market görevlisi tek tek anlatıyor, ben de ciddi ciddi dinliyorum. Yani görevliye öyle görünmeye çalışıyorum. Konuşmaya öyle böyle değil, epey hevesli. Salt hakkımda bir takım kuşkular oluşmasın diye;

- Sanırım yandaki elektronik hırdavatçısından aldım ve sizinle karıştırıyorum, yan yana ya! dedim. 

Görevli gayet ciddi başını salladı:

- Sormayın beyefendi.. adam çivi çekiç bile satıyor, artık bu ürün yelpazesini elektronikle nasıl bağdaştırıyor! diye yanıtlamaz mı?

Çıktım. Süklüm püklüm çıktım. Öfkelendiğimi belli etmedim. Yalanını, yalanlarını yirmi yirmi beş gün önce aldığım metrenin fişini getirecek;

- Buna ne diyeceksin? diye alay ederek soracaktım.

Hiçbir alış veriş fişini ay bitmeden yırtıp atmam.. ve o fişte elbet masa gözünde duran mücevher kutusunda duruyordu. Yine de fişi bulamam gibi bir durum elbet söz konusuydu. Alış veriş fişlerini kütüphanede herhangi bir kitabın arasında ayraç olarak kullandığım çok oluyordu. Metre fişini öyle bir şeyde kullanmadıysam, masanın gözünde olacağı kesindi. Fişi bugün bulamasam da sorun değil. Nasılsa ay sonu ekstrası e-mailime gelecekti. Ve bu dükkândan metre aldığımı kanıtlayacaktım.

Olmadı. Fiş masanın gözünde değildi, kütüphanede son okuduğum kitap arasında da ayraç olarak kullanılmış bir tek fiş yoktu. Ekstreyi beklemeye başlamıştım. Tek umudum oydu. Halıyı bile unutmuştum. Bakmamaya özen gösteriyordum. Ekstrenin gelmesine altı yedi gün vardı. 

Ve hiç beklemediğim bu olay; ekmek almış eve dönerken karşılaştığım motosikletlinin tavrı her şeyi allak bullak etti. Hevesim kırıldı. Güne varışlarım azaba boğuldu. 



Cemal Çalık, 10.11.2016,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları






Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı