4 Kasım 2016 Cuma

SA3610/TG211: Breaking the Silence-Sessizliği Kırmak: İsrailli Askerlerin İtirafları/ El-Halil 2005-2007/ 25. Bölüm

   “Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.” 
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…

“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”

Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:

İtiraf-67

Araba aksesuarları satan bir dükkân vardı. Askerler buradan disk-oynatıcı ve bunun gibi şeyler alırdı. Eğer dükkân sahibine gidip sorarsanız askerlerin kendisine neler yaptığına dair bir sürü şey anlatacaktır. Adamın dükkânını sürekli yağmalıyorlardı. 

Askerler ona şöyle diyordu: “Bak! Eğer bizim hakkımızda konuşacak olursan, dükkânına el koyar her şeyi kırar dökeriz.” Bu yüzden şikâyet etmekten korkuyor, bunun yerine onlarla pazarlık ediyor: ”Bakın çocuklar, maddi anlamda bana zarar veriyorsunuz” diyordu. Ben şahsen oradan bir şey almadım ama diğerleri hoparlör, ses sitemleri gibi şeyleri alırlardı. 

Dükkân sahibi: “Lütfen 500 şekel bari verin, para kaybediyorum” deyince askerler: “Konuşmaya devam edersen dükkândaki her şeyi alıp gideriz” karşılığını veriyordu. O zaman adam: “Tamam, tamam ne istiyorsanız alın ama bir ay içinde on ses sisteminden daha fazlası almayın” demişti. Son derece çaresiz bir haldeydi: “Ben mahvoldum” diyordu. Askerler buradan aldıkları şeyleri evlerine dönünce satıyorlardı.    

***

İtiraf-68

Yolun sadece Yahudiler tarafından kullanılmasına izin verildiği her zamanki Sebt günlerinden biriydi. Bunun anlamı Cumartesi ve Pazar günlerinin ibadet günü olması ve Arapların buradan geçmesinin yasak olmasıydı ve gerçekten de o günlerde buradan geçemiyorlardı. 

Sebt günü resmen sonlandığında, tüm insanların sinagoglardan çıkıp geri döndükleri zaman, benim şahsen şahit olmadığım ancak bölüğümüz içinde büyük yankı uyandırmış bir olay gerçekleşmişti. 16-17 yaşlarında altı tane yerleşimci genç, 60 belki de 70 yaşlarında sadece yoldan geçmekte olan yaşlı bir Filistinli adam görmüş. Elindeki bastonu kırarak onu biraz dövmüşler. 

Bizim çocuklardan (asker) birisi oraya doğru koşarak onlara engel olunca bu gençler ona küfretmeye, ona doğru bir şeyler fırlatmaya başlayarak şöyle bağırmışlar: “Araplara yardımcı olarak ne yaptığını zannediyorsun? Sen bizi korumak için buradasın… Sen kimi koruyorsun? Her şeyi tersine döndürüyorsun.” 

Hepimiz bu türden olaylarla karşılaşıyorduk. Nöbet noktasında küçük çocuklar (çev: yerleşimcilerin çocuklarından bahsediyor)  gelerek soru soruyorlardı, silahlarımız hakkında bir şeyler soruyorlardı veya bize dokunmaya çalışıyorlardı… Gri bir alan vardı ne olup bittiğine bir anlam veremiyordunuz. 

***

İtiraf-69

Oradayken güç gösterisi yaptığınız oluyor muydu?

Devriye işi tamamen güç gösterisiydi. 

Askerler devriyedeyken neler yapıyorlardı?

Eski yerleşim birimi civarında dolaşıyorduk. Şüpheli şahıslar aranıyordu. Bu da çok “hoş” bir tanımlama. Yani demek istediğim şüpheli olmayan kim oluyor? Askerler şüpheli şahısları arardı ve bu sırada canları ne isterse yapmalarına izin verilirdi, markette insanlar tutuklanırdı. 

Düzenli olarak bu şekilde devriyeye mi çıkılıyordu?

Bu onların göreviydi. Devriye…

Gözaltı mı yapılıyordu? Kural bu muydu?

Hayır, bazı geceler tutuklamalar da oluyordu. 

Sokağa çıkma yasağı nedeniyle mi?

Hayır, dışarıya doğrudan tutuklama yapmak için çıkardık. İşin gerçeği, bu durum istihbaratla alakalıydı. Bir gün sabah saat altı veya dokuz sıralarında nöbetteydim. O gece istihbarat çalışması yapılmıştı; kimlik kontrolü, şahısların adresleri ve isimleri. O gece 38 numaralı nöbet noktasına, gece nöbetini devralmaya gittiğimi hatırlıyorum.  Orada gözleri bağlanmış birkaç insan olduğunu gördüm. Geceleyin bazı olayların olduğunu biliyordum, hala niye orada tutulduklarını sorduğumda Güvenlik Servisinden birinin işi olduğu söylendi… Onları mümkün olduğu kadar çabuk bir şekilde oradan göndermeye çalıştım.   

***

İtiraf-70

Bize (askerlere), polise, Filistinlilere ve Avrupalılara karşı yerleşimci şiddeti vardı. 

Örnek verebilir misiniz?

Ne zaman yoldan bir Filistinli geçecek olsa, her zaman değil ama genellikle, yerleşimciler taş fırlatır ve ona vururlardı. 

Kim taş atıyordu?

Yerleşimciler. Kamera kayıtlarından görmüştüm, el-Halil’de Sokak kameraları vardı. Her köşeye bir kamera yerleştirilmişti-işte bu kayıtlarda sekiz yaşlarında bir çocuğun bir ufaklığa yaklaştığını gördüm, annesinin bir ara sokakta yalnız bıraktığı iki yaşlarında küçük bir çocuktu. Büyük çocuk diğerine tekme atarak kaçtı, bu arada küçük çocuk gözyaşlarına boğulmuştu. (çev: Anlaşıldığına göre büyük çocuk bir yerleşimci diğeri ise Filistinli) Bunlar çok üzücü şeylerdi. Avrupalılara taş atıyorlardı, onları engellemeye çalıştığımızda ise bize taş atmaya başlıyorlardı. Polise de taş, yumurta, domates fırlatırlardı.

Sizin el-Halil’deki yerleşimcilere yönelik göreviniz neydi? Nasıl bir talimat almıştınız?

Eğer herhangi bir sorun olursa polisi çağırmamız gerekiyordu. Onlara dokunamazdık, en fazla Arapların yerine taşları biz yerdik. 

Onları gözaltına almanız da mı yasaktı?

Gözaltı mı? Bilmiyorum. 

Polis gelene kadar yerleşimcileri hiç tutuklamadınız mı?

Onlar, yani yerleşimciler zaten orada, bir yere kaçmıyorlar. Gözaltı olduğunu zannetmiyorum. Yalnız benim olmadığım bir sefer bir asker yerleşimcilerden birinin attığı taş nedeniyle onu mahkemeye vermiş ve 500 şekel tazminat kazanmıştı. Fena para değildi. Yerleşimci bu 500 şekelden başka 200 şekel de ceza ödemiş ve iki yıl hapis cezasına karşılık üç ay gözaltında tutma koşuluyla salıverilmişti. Yerleşimci olaydan dolayı üzgün olduğunu, hedefinin asker değil bir Arap olduğunu söylemişti.  

Yani hedef Arap olduğunda bir sorun yoktu?

Evet, o zaman sorun yoktu. 

***

İtiraf-71

Görevimiz günlük hayatı akamete uğratmak ve şehir sakinlerini rahatsız etmekti. Bunun sebebi teröristlerin şehir sakinlerinin arasında olmasıydı ve terörist faaliyetlerin engellenmesi gerekiyordu. Bunu operasyonel anlamda gerçekleştirmenin yolu ise şehir sakinlerini rahat bırakmamaktı. Bu, nöbet noktasındaki görev panosunda da kural olarak yazılıydı, eğer emirlerde değişme olmadıysa hala da öyledir… Şehirdeki insanları rahatsız et, günlük hayatlarını akamete uğrat… İşin doğası gereği böyleydi çünkü terörist eylemler bu şekilde kontrol altında tutuluyordu… 
  
Bunu nasıl gerçekleştiriyordunuz?

Nasıl gerçekleşiyor, şöyle ki; askerler şehri (el-Halil) turluyor, başka işleri yokmuş gibi. Etrafta dolaşıyorlar, genellikle boş evlere bakıyorlar, içinde insanların yaşadığı evlere bakıldığı da oluyor, etrafı kolaçan ediyorlar, bazen de mesele maytap atan bir çocuk oluyor. Ancak istediğimiz herhangi bir eve de girebiliyorduk, orada bir terörist bulunduğuna dair istihbarat olması gerekmezdi. Evlere girip arama yapıyorduk. İnsanlar bu duruma tamamen alışmıştı, şaşırmıyorlar, strese girmiyorlardı.

Demek istediğim bu işe kızıyorlardı, bu saçmalıktan bıkmışlardı fakat bu duruma alışmışlardı çünkü birkaç yıldan beri yapılan bir uygulamaydı. Askerler evlere girer etrafı dağıtır, her şeyi altüst eder sonra da çekip giderlerdi. Orada işler bu şekilde yürüyordu. Bazen askerler her türlü izleme görevine giderdi, mezarlıkta oturur oradan gelip geçen insanları gözlemlerdi. Uzun zaman bu işi yaptık. Bazen de araç kontrolü yapardık. Bir kavşakta durur o mahalleden geçen arabaları arardık. Yaptığımız iş buydu.    


Tamer Güner, 04.11.2016, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri 



Orijinal Metin:
http://www.breakingthesilence.org.il/wp-content/uploads/2011/02/Soldiers_Testimonies_from_Hebron_2005_2007_Eng.pdf

Seçkin Deniz Twitter Akışı