26 Mayıs 2016 Perşembe

SA2949/KY29-YA63: Serdar Denktaş Röportajı: "Biz Yumuşadıkça Elimiz Zayıflıyor."

“Yaşayabilir bir çözüm olacaksa sonuna kadar destek olayım, ama bu koşullarda olmayacağını görüyorum ve bu ikazları da şimdiden yapıyorum”


Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı Serdar Denktaş,müzakerelerde geriye gidiş olduğunu ifade ederek, “Biz yumuşadıkça elimiz zayıflıyor. Sağlam durdukça elimiz güçlendi Denktaş dönemini öyle yaşadık. Onun duruşu sayesinde geldik bir yerlere. Onun duruşu sayesinde Türkiye’den de diğer ülkelerden de saygı gördük Kıbrıs Türk halkı olarak da. Arkamızın sıvazlanmaya başladığı tutum içerisine girdiğimiz andan itibaren de saygınlığımızı yitirdik. Çünkü ne istediğimizi bilemedik” dedi. 


Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün ana nedeninin, iki taraf arasında ayrımcılık yapılması ve eşit muamele yapılmaması olduğunu söyleyen Denktaş, “Dünya artık anlamalı ki aslında Kuzey Kıbrıs’a eşit muamele yapmadıkları müddetçe, izolasyonları kaldırmadıkları müddetçe 2004’te verdikleri sözü yani, yerine getirmedikleri müddetçe Kıbrıs’ta yaşayabilir bir çözüm oluşmayacak. Yapmaları gereken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını kabullenmektir. Yok sayarak bir yere varılmayacaktır”  şeklinde konuştu. Denktaş, bu tavırlar değişmedikçe Kıbrıs’ta yeni bir çatışma ortamının doğacağını belirtti. 

Rum lider Anastasiadis’in Ercan Havalimanının güvenli olmadığına dair sözlerini değerlendiren Denktaş, “Yine kendi akıllarından çıkardıkları bir sorun var ortada. Bizim sivil havacılığımız, kontrol kulemiz defalarca kez yaptıkları ikazlarla olası bir kazayı engellemiştir güney açısından. Çok da hoşlarına gitmiyor bu. Çünkü ‘belloTürkolar ne anlar bu işten’ diyorlar ama anlıyor, bizim insanımız bu işi öğrendi artık…” şeklinde konuştu.

Garantörlüğün, Kıbrıslı Türkler açısından en güvenilir yöntem olduğuna dikkat çeken Denktaş, bunun yaşayarak görüldüğünü kaydetti. 

Serdar Denktaş, müzakerelerden, UBP-DP koalisyonuna, siyasette geldiği noktadan, babası Rauf Denktaş’a kadar birçok bilinmeyeni Yurdagül Atun’a anlattı.



“Babamın ölümü bana artı bir sorumluluk yükledi”

Soru: Daha önce sizinle yaptığımız röportajda ağabeyiniz Raif Denktaş’ın ölümünden sonra siyasete girme sorumluluğunu hissettiğinizi ve hiç düşünmediğiniz halde kendinizi siyasetin içinde bulduğunuzu söylediniz. Babanızın ölümünden sonra da bir sorumluluk hissettiniz mi?

Babamın ölümünün artı bir sorumluluk yüklediği kesin. Çok daha düşünerek hareket etme, Kıbrıs konusunda çok çok daha dikkatli olma... Çünkü eskiden çok güvendiğimiz yer vardı, oradan çıkacak uyarılar bizim içinde geçerliydi. Şimdi o uyarıyı yapacak yer yok. Bu nedenle bu konuya da bütün bu meşguliyetim içinde daha fazla dikkat etmem gerektiğini ve düşüncelerimi aktarmam gerektiğini düşünür ve zorlanırım. Bu ciddi bir sorumluluk...  Babamdan miras kaldı bize ama mirasımız sadece sorumluluktur. Onur ve yanında büyük bir sorumluluk… Elimden geldiğince o doğrultuda gitmeye çalışıyorum. 

Soru: Geçtiğimiz günlerde Meclis’te yaptığınız konuşmada “tazminatı, Türkiye değil Rumlar ödemeli” demeniz Rumları kızdırdı. “Babasının oğlu” dediler. Ne hissettiniz bu yakıştırmayı duyunca?

Gurur duydum tabi ki… Babasının oğlu… Ne olacaktım? Onlar bize her şeyi söylemeye muktedir, hakları var ama cevap vermeye gelince de kendilerince küfür edercesine babasının oğlu! Evet babamın oğluyum ve bununla da gurur duyarım. Vermeye çalıştığım mesaj da şuydu: Seçimleriniz olabilir. Yarın öbür gün bitecek, seçimler için siz Kıbrıslı Türkleri malzeme haline getirirseniz ve insanlar bunları duyarak, bunlara bakarak size oy verirse, yarın öbür gün olası bir mutabakatta, olası bir çözümde farklı noktalara varacağız. Niçin? 

Çünkü sizin seçim niyetiyle söylediğiniz sözler sonradan gerçek çıkmayacak. Kıbrıslı Rumlar onlara değil de bizim üzerimize gelecek ve saldıracak. Ben Kıbrıs’ta böyle bir gelecek hayal etmiyorum. Hakikatten bir çözüm olacaksa, yaşayabilir bir çözüm olacaksa sonuna kadar destek olayım ama bu koşullarda olmayacağını görüyorum ve bu ikazları da şimdiden yapıyorum. Bir gün gelecek belge ve metinler ortaya çıkacak, bizim önümüze koyulacak. O andan itibaren artık sorumluluk bizde ve halkımızda olacak. Evet mi diyeceğiz, hayır mı diyeceğiz, kabul edecek miyiz, kabul etmeyecek miyiz… Bu uyarıları şimdiden yapıyorum ki karşı taraf belki gereken mesajı almaya başlar, tavrını değiştirir. Kendi insanını da en az onlar kadar eşit olan Kıbrıslı Türklere yönelik farklı düşüncelere sevk ederler ve bulunacak çözüm yaşayabilir olur. Aksi takdirde yaşayamayacak, bu kesin.

Soru: Geçtiğimiz günlerde Rum sözcü Hristodulidis, çözümden sonra Kuzey’de garantilerin varlığını kabul etmeyeceklerini söyledi. Garantörlük Rumların isteğine göre mi kalır ya da kalkar?

Onların istememesine yönelik değil elbet. Ama bizim bile farkına varmamız gereken bu garantiyi kaldırmak için her türlü girişimi yapmaya devam edecekleridir. Bunu başarmaları halinde bileceğiz ki elde edeceğimiz hak diye zannettiğimiz bir takım kazanımlar da çok kısa vadeli olacak. Bunun sonucunda da kaybeden biz olacağız. Sadece biz değil, garantörlükte herhangi bir yumuşama, herhangi bir zafiyet sadece bizim değil Türkiye’nin de kaybı olacak.

Soru: Garantörlük konusu geçmişte yapılan müzakerelerde bu denli gündeme gelmiyordu. Bugün bu denli tartışılıyor olmasını neye bağlıyorsunuz?

Konuşturulmuyordu çünkü. Şimdi siz gereksiz ve zamansız bir şekilde, ‘tabu değil elbette tartışırız’ derseniz anında tartışma başlar. Geçmişte tabuydu bu, konuşulamaz ve tartışılamazdı. Çünkü garantörlük 1963’ten itibaren denenerek bizi koruduğunu gördüğümüz tek sistemdir. Denenmiş ve koruduğu kabul edilmiş bir sistem dururken ben kendimi meçhule atarak, denenmemiş, bilinmeyen, koruyacak mı korumayacak mı şüphe götüren bir başka sisteme mi geçeceğim? 

Bir sürü örnek var önümüzde. Yani terörist faaliyetlere bakın. Bırakın etrafımızda dönenleri Avrupa Birliği’nin içinde olan Paris’teki bombalama, Londra’daki bombalama... E canım bunlar terörist faaliyetlerdir der bir kısım insanımız. Bende diyorum ki 1963’te yaşanan neydi Kıbrıslı Türklere yapılan saldırılar? Yine terörist faaliyetti. Böyle başlamadı mı? Yine aynı şeyler yaşanacak noktaya gelirse kim koruyacak bu azınlıkta olan Kıbrıslı Türk’ünü? Haklarımızı kim koruyacak? Sistem olarak masada kazandığımızın devamını kim koruyacak? İşte bu garanti sistemi. Daha önce kullanılmış olan garanti sistemi. Bu nedenle ben o noktada çok tedirginim. Her tarafı uyarmaya çalışıyorum aman dikkat edin bu garanti sitemine diye. Göreceğiz bakalım.

“Çal kapıyı arkasında Avrupa, Eurolar çatır çatır… Böyle bir dünya yok”

Soru: Geçtiğimiz hafta yaşanan saldırı olayını ve daha önce yaşanan saldırıları dış kamuoyuna yeterince anlattık mı? Veya saldırıya uğrayan Rumlar olsaydı, Rumların tavrı ne olurdu? Nasıl şikayet ederlerdi dünyaya?

Bu konudaki açıklamayı gördüm. Bilmem hangi Rum futbol grubuna da saldırdılar diye. Fanatikler olarak geçiştiriliyor. Biz kendi içimizde de kavga etmiyor muyuz? Ediyoruz. Ama bir Rum bir Türk  bir genç kız için baktıydın bakmadıydın diye kavga etmeye başlarsa bir çözüm ortamı sonrasında bu rahatlıkla siyasi bir sorun haline dönüştürülebilir. Basit bir tartışma bile bu noktaya ulaşabilir. Neden ama? Çünkü Rum siyasetçi kendi halkına karşı Kıbrıslı Türklerin haklarıyla ilgili doğru konuşmuyor. Sürekli yanıltıyorlar. Rum halkıda onu duyarak büyüyor, gelişiyor ve oy kullanıyor. Türkiye’yi bir tehdit olarak görüyorlar. Halbuki Türkiye onlar için de bir fırsat, bunu görmek istemiyorlar. Görenler de anlamak istemiyor. O nedenle çok hayallere kapılmamak lazım. Masada Türk tarafı samimiyetle oturuyor ama aynı samimiyet Rum tarafında yok. 

Samimi olsalar bu kadar görüşmeler ilerlemişken güya kültürel faaliyetlerimize, sportif faaliyetlerimize bizim katılımımızı engellemeye devam etmezler. Her türlü uluslararası alanda en ufak bir anlaşmamızı bile engellemeye devam etmezler. Bu samimiyetsizliklerin bir göstergesidir. Bu nedenle uyanmamız lazım. 2004’e bizi taşıyan çözüm hemen şimdi çal kapıyı arkasında Avrupa, Eurolar çatır çatır… Böyle bir dünya yok. Bağışlar yapılacak, mülkiyet sorunu çözülecek yok böyle bir şey. Cebimizden çıkarıp vereceğiz bunu kabul edelim, anlayalım. Geldiğimiz nokta bize bunu belli ediyor. Halkımız da uyanık olmalı. Kendi içimizde şikayetlerimiz olabilir ama o şikayetler var diye vereceğimiz yanlış bir oy bizim bugün yaşamakta olduğumuz özgürlük ortamını da ortadan kaldıracaktır. Değer mi? Değmez. Bunun hesabını vatandaşlar yapmalı.

“BelloTürkolar ne anlar bu işten’ diyorlar”

Soru: Anastasiadis’in, Ercan Havalimanının güvenli olmadığı yönündeki iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi sivil havacılık kulelerinin irtibatsızlıklarından bahsediyor herhalde…. Yine kendi akıllarından çıkardıkları bir sorun var ortada. Bizim sivil havacılığımız, kontrol kulemiz defalarca kez yaptıkları ikazlarla olası bir kazayı engellemiştir güney açısından. Çok ta hoşlarına gitmiyor bu. Çünkü ‘belloTürkolar ne anlar bu işten’ diyorlar ama anlıyor, bizim insanımız bu işi öğrendi artık. Aslında iki kule arasındaki koordinasyonsuzluk bizim de kabul etmek istediğimiz bir şey değil. Kendileri bu koordinasyonu kurmuyor. Neden? Hatırlatma yapayım. Kuş gribi olduğu dönemlerde dedik ki iki sağlık bakanlığı irtibat kursun, aynı önlemleri birlikte alalım. Hayır birlikte bir şey yapılamaz, tanımış oluruz dediler. O günlerde yine espri olarak ben de dedim ki ‘haklısınız aslında işbirliğine gerek yok biz nasıl olsa izolasyon altındayız kuş gribi uçarak bize gelemez.’ Bu mentalite, hayati bir konu olan kulelerin arasında diyalog oluşturmayı engelliyor.

“Bunu kabul et artık. Biz varız…”

Engelleyen yine Rum tarafı. Burada işte benim hava sahama sen müdahale edemezsin. Orada senin kendi işgal etmiş olduğun egemenlik hakların bu tarafta işlemiyor. Bunu kabul et artık. Biz varız. Tanımıyor olabilirler bizi siyasi olarak ama biz varız her şeyimizle havamızla, denizimizle, toprağımızla… Bunu kabullenmedikleri sürece nasıl bir çözüm olacak?

“Bizim iyi niyetimizi görmüyorlar”

İstedikleri Yunan adası haline getirilmiş Kıbrıs. Nasıl ki Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Kıbrıslı Rumlaştırdılar adanın da Kıbrıslı Rumlara ait hale getirmek, içinde Türkçe konuşan unsurların da olduğu bir ada hayallerindeki. Hep buydu. Hiç de vazgeçmediler. Bizim o iyi niyetimiz, geçmişe saplanıp kalmama alışkanlığımız Kıbrıslı Türkler olarak bu anlamda onların uluslararası ideolojilerine yetişemiyor. Bizim iyi niyetimizi görmüyorlar.

Soru: Avrupa Birliği’nin, ABD’nin ve Rusya’nın desteğini almaları uzlaşmazlıklarında rol oynamıyor mu?

Avrupa Birliği (AB) artık arkalarında değil ama bu destek devam ettiği müddetçe, dünyanın Kıbrıslı Rumlara bu hakkı tanımaya devam ettikleri müddetçe Rum tarafı Kıbrıs’ta bir uzlaşmaya yanaşmayacak. Koyalım kendimizi onların yerine. Ben zaman zaman yaparım bunu. Ben Anastasiadis’in yerinde olsam, şu görüşme masasından Kıbrıslı Türklerle de paylaşılacak bir çözüm çıkartır mıyım? Eğer o vereceğim, bir müddet sonra geri alacağım bir şey değilse yapmam. 

Dünya artık anlamalı ki aslında Kuzey Kıbrıs’a eşit muamele yapmadıkları müddetçe, izolasyonları kaldırmadıkları müddetçe 2004’te verdikleri sözü yani, yerine getirmedikleri müddetçe Kıbrıs’ta yaşayabilir bir çözüm oluşmayacak. Yapmaları gereken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını kabullenmektir. Yok sayarak bir yere varılmayacaktır. Yeniden bir çatışmaya sürükler bizi ancak. Bu tavırları değişirse; ki yıllardır söylüyoruz üçüncü dünya ülkelerine, değişmekte olduğunuz gösterin ki bir şey kaybetmekte olduklarını anlasınlar. Aksi takdirde bir denge kurulamayacak. Bugüne kadar yapmadılar, bundan sonra görürüz. Ama Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün ana nedenidir, iki taraf arasında ayrımcılık yapılması ve eşit muamele yapılmaması. 

“Hangi İslam ülkesi bir diğeriyle gerçekten dayanışma içindedir ki?”

Soru: Filistin Devlet Başkanı Abbas’ın temsilcisi Nabeelshaath Rumlara “Siz de bizim gibi işgale uğradınız, demokratik haklarınız elinizden alındı” şeklindeki açıklamalarını ve İslam ülkelerinin bize karşı olan tavrını nasıl yorumluyorsunuz?

İslam örgütünde gözlemci devlet olarak üyeliğimiz var. Hangi İslam ülkesi bir diğeriyle gerçekten dayanışma içindedir ki? Filistin’in söylediğini koyuyorsunuz ortaya ama Türkiye, Kuveyt olaylarına savaşı durdursun diye müdahale ederken, aynı Kuveyt Güney Kıbrıs’ta dört tane barajın yapılmasına kredi sağladı. Şunu kabul edelim. Rum, lobiciliği iyi biliyor. İslam örgütü içinde bile yöneticileri dolaşarak bu devlet yoktur, onları temsil eden biziz diyebiliyor. Mısırla konuşuyor, diğer islam ülkeleriyle konuşuyor ve bizi zor durumda bırakabiliyor. Buna kredi veren, buna izin veren İslam örgütünün de aslında dönüp bakması lazım ne yapıyoruz biz diye.

“Lobicilik alanında Rum-Yunan ikilisinden çok gerideyiz”

 O örgüt içinde aslında bunun konuşturulmaması lazım. 2004’te Kıbrıs Türk Devleti olarak gözlemci devlet statüsüne koyulduk. O günden beri bu isim konusunda bile her yıl Rum’la mücadele etmek zorunda kaldık ve nihayet Türkiye gider ağırlığını koyar, bağırma çağırma yine Kıbrıs Türk Devleti ismini kullanırız ki öyle bir devlet yok. Bunlar maalesef eksiklerimiz. Sadece bizim değil Türkiye’nin de eksiğidir. Lobicilik alanında Rum-Yunan ikilisinden çok gerideyiz.

“Geriye adım attık”

Soru: Ne yapabiliriz? Nasıl anlatabiliriz kendimizi?

Bu görüşme süreci sona erinceye kadar yapılacak hiçbir şey yoktur. Önemli olan artık biz Kıbrıslı Türkler olarak koyacağımız tavırdır. Bizim tavrımız Türkiye’nin tavrını belirleyecektir. Bizim tavrımız dünyanın bakış açısını değiştirecektir. Biz devlet ilan ettik ertesi gün iki toplumlu iki federasyon görüşmelerine başladık. Yıllar geçti aradan iki devlet bir çözümü konuşmaya başlayabilelim… Onunda hemen akabinde Annan Planı’yla karşı karşıya geldik. İki kurucu devlet önerisi işte o bizim devletten devlete çözüm politikasını resmileştirdiğimiz ve Türkiye’nin de buna destek verdiği andan itibaren gündeme geldi. Şimdi yine geriye adım attık. 

“Biz yumuşadıkça elimiz zayıflıyor”

11 Şubat belgesinin içinde işte Birleşmiş Milletlerin ilgili kararında kabul edildiği şekliyle egemenlik istediğin tarafa çek. Rum başka tarafa çeker, biz başka tarafa çekeriz. Ne onunki doğrudur ne bizimki doğrudur ama görüşmelerde devam etmektedir. Biz yumuşadıkça elimiz zayıflıyor. Sağlam durdukça elimiz güçlendi Denktaş dönemini öyle yaşadık kim ne isterse söylesin. Onun duruşu sayesinde geldik bir yerlere. Onun duruşu sayesinde Türkiye’den de diğer ülkelerden de saygı gördük Kıbrıs Türk halkı olarak da. Arkamızın sıvazlanmaya başladığı tutum içerisine girdiğimiz andan itibaren de saygınlığımızı yitirdik. Çünkü ne istediğimizi bilemedik. Çözüm istiyoruz... Doldur altını… Altı dolu değil, hiçbir zaman da olmadı. 

“Rumları şu konuda takdir ederim”

Soru: Kıbrıs Türkleri içinde sizin bu düşüncelerinizi paylaşmayanlar var. Sosyal medyaya baktığımızda anlaşma olsun da nasıl olursa olsun düşüncesi hakim. Çoğunluk öyle mi düşünüyor?

Çoğunlukta değiller. Önce Rum tarafından başlayalım. Evet bazı söylemlerine kızarım ama son derecede takdir ederim iç politikada parçalanırlar ama Kıbrıs konusu gündeme gelince hepsi tek ağızdır. Bu anlamda takdir ederim kendilerini. Bizde o yok. Demokratik olarak baktığımızda biz daha iyiyiz çünkü  ‘KKTC’nin ilanında ağladım’ diyen birisi cumhurbaşkanı da olabiliyor. Ama maalesef kendi kendimizi iyi yönetmeyerek, zaman içinde toplum mühendisliği durumuyla karşı karşıya kaldık diye düşünüyorum. Hükümetlere yönelik şikayetler, siyasilere yönelik şikayetler devlete yöneltildi. Bu çok uzun sürmedi ve devletle birlikte Türkiye’ye… 

“Toplum mühendisliğiyle hem devlete, hem Türkiye’ye yönelik müthiş bir yıpratma kampanyası başlattılar”

Aslında sımsıkı sarılmamız gereken iki tane unsur var. Toplum mühendisliği sayesinde, bizimde adil ve iyi bir yönetim oluşturamamış olmamızı da kullanarak izolasyon sebebiyle Türkiye’ye mali açıdan bağımlı hale geldiğimizi kullanmaya çalışmak suretiyle, hem devlete hem Türkiye’ye yönelik müthiş bir yıpratma kampanyası başladı ve bu algı genişledi. Koparamayacaklarını biliyorlar ama bu ilişkileri yıpratmak suretiyle bizim gücümüzü zayıflatacağını çok iyi biliyorlar. 

“Türkiye ile elbette tartışılır ama…”

Türkiye ile tartışılır mı? Elbette tartışılır. Buradaki bakan Türkiye’nin bakanıyla, buradaki başbakan Türkiye’nin başbakanıyla, buradaki cumhurbaşkanı Türkiye’nin cumhurbaşkanıyla elbette zaman zaman tartışacaktır. Ama makamlarda, odanın içinde. Denktaş yıllarca odanın içinde gerekli tartışmaları yaptı ama kapıya çıktığında birlik beraberlik mesajı verdi. Zaman zaman yüreği kan ağladı ama o mesajı verdi. Çünkü Türkiye’yi gücümüz olarak görmekteydi ve bu doğrudur. 
Son yıllarda karşılıklı yanlışlar nedeniyle basında ‘bunu tartışma hatta bunu tartışabilme son derece olumlu bir yaklaşımdır’ haline dönüştü. 

Denktaş döneminde gerçek anlamda Türkiye karşıtı yüzde biri geçmezken bunu konuşanların sayısı şimdi arttı. Ama bu artış konuşma noktasındadır. İş ciddiyete girdiğinde bir bakıyorsunuz en fazla eleştiren, saldıran bile garantiler konusunda ‘dur bakalım o başka bir şey… Türkiye’nin garantisi tabi ki devam etmeli’ der. 

Çünkü aslında öğretilmiştir. Karşıt dur, Türkiye’den yapılan bir açıklamaya ses çıkar, tepki ver. Bu öğretilmiş olandır insanımıza son zamanlarda. Şimdi o yavaş yavaş değişecek. Bizim bu hükümetin öncelikli görevidir Türkiye’yle ilişkileri düzeltmek. Çünkü bu bize de Türkiye’ye de zarar veriyor. Başarabilirsek iyi yönetimle olacak bu… Türkiye’ye derdimizi anlatarak ama Türkiye’nin de derdini anlayarak aynı şekilde başarabilirsek -ki şuanda iyi gidiyor gibi görüyorum, inşallah böyle devam eder- çok iyi olacak. Bütün bu söylemler yavaş yavaş yine şikayetler olacak ama ilişkiler olması noktaya gelecek diye düşünüyorum. İnşallah başarırız. 

Soru: Son dönemlerin moda terimi Kıbrıslılık. Türkçe konuşan Kıbrıslılar, Rumca konuşan Kıbrıslılar olarak nitelendiriliyor. Kıbrıslılık esassa neden Kıbrıslıca diye bir dil yok?

Kıbrıslı Türklük var, Kıbrıslı Rumluk var. Ben kendimi Kıbrıslı Türk olarak kabul ederim. Bir Kıbrıs Türk milliyetçisi olarak hayatımı sürdürdüm. Bunun nedeni; benim bir devletim var. Bu devleti gökten zembille inen bir hediye olarak bulmadık. Bir kurtuluş mücadelesi sonrasında kurduk bu devleti. Aynı Türkiye Cumhuriyeti gibi. Belki daha küçük çapta ama mücadele aynıdır. Ben bu devletin sahip çıkılmasına ve geleceğe yönelik en önemli teminatımız olduğuna inanan biriyim.

“Bu ada Alman adası olsaydı, Türkiye’yle ilişkileri ileri düzeyde olmayacak mıydı? 

Buralarda hiç Rum-Türk olmadığını düşünelim. Alman adasıdır diyelim.  40 mil ötede 85 milyonluk nüfus, devasa bir ekonomi ve etkisi olmayacak bu adada? Bunu düşünmek bile saflıktır. Bunun başka izahı yoktur. Bütün dünyanın bize izolasyon uyguladığı bir ortamda elbette bizi dünyaya bağlayan tek nefes borumuz olan Türkiye’ye olan bağlarımız daha da artmıştır. Eskiden bu bağ tarihsel, kültürel, bilgi bağlarıdır. 1974 sonrasında kendi devletimizi kurduk, çok büyük bir kamu oluşturduk vs buna birde mali bağ eklendi. 

Geçmişte yanlış söylemler nedeniyle, ben veririm, parayı veren düdüğü çalar olayı olmuştur. Yanlış o dönemde başlamıştır. Evet Türkiye bize yardım ediyor, başka yardım eden yok, evet bizde Türkiye’den yardım alıyoruz başka yerden alamıyoruz bunun ötesi yok. Türkiye buraya yollar yaptı, göletler yaptı, elektrik santrali getirdi vs bir sürü yatırımı var. Yarın bir çözüm olsa bunları sırtına vurup götürecek değil, burada kalacak. 

“15 Temmuz’da Kıbrıs’ı işgal etmeye kalkmasalardı 1974’te de Türkiye buraya müdahale edemeyecek, Ada ikiye bölünmeyecekti”

Kıbrıs’ta Rum aklıyla kalsa ve bir karmaşa olmasaydı ve 15 Temmuz’da Kıbrıs’ı işgal etmeye kalkmasalardı 1974’te de Türkiye buraya müdahale edemeyecekti. Ada ikiye bölünmeyecekti. Öylesi bir koşulda Türkiye’nin kendi parasıyla yaptığı bu yolları Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti yapmak zorunda kalmayacak mıydı? Yoksa bizim Lefkoşa’nın Türk bölgesinden yol geçirmeyecekler miydi?

Bu yolları ve bütün bu yatırımları Türkiye buraya yaptıysa elbette beleşe sana bırakmamalı bana göre. Kendisi isterse bırakır helali hoş olsun der ama bana göre bırakmamalı. Bunun bir maliyeti vardır. 1955 li yıllardan 1974’e ödemekte olduğumuz sosyal sigortalar priminin karşılığını bile alamazdı Kıbrıslı Türkler Rum’dan 63’ten itibaren. 

“Türkiye 75 sente muhtaçken bile bize yardım etti”

Bunun yerine Türkiye para gönderirdi, maaş öderdik insanlara. 30’ar lira. O dönemde 75 sente muhtaçtı Türkiye bu yardımları yaparken. 1974 sonrası da yatırımlar yapmaya başladı. 75 sente muhtacız diye açıklaması var o dönem Süleyman Demirel’in. O günlerde buraya yine yıllık katkılar gelmeye devam etmekteydi.

“Ne paranı ne pulunu istemem diye bağıracağız ama parayı da isteyeceğiz!”

Birlikte, kol kola verilen bir mücadele sonrasında ortaya çıkan bir devlet. Şimdi bütün bunları geride bırakacağız ne paranı ne pulunu istemem diye bağıracağız ama parayı da isteyeceğiz! Türkiye de veriyor zaten, vermiyor değil ama diyor ki biraz da toparlanın. Biraz da toparlanın derken, doğru müzakere edilse kapalı kapılar ardında o doğrunun ne olduğu noktasında da uzlaşacağız. Ama bunu basın yoluyla tartışmaya başlayınca durun bir bakalım böyle olmaz bu iş dendiğinde de gücümüze gidiyor. 

“Troyka söylüyor ve yaptırıyor”

Dönüp bakıyoruz Troyka’ ya. Söyler ve yaptırır. Burada hiç olmazsa söyleyen, yaptırmak isteyen ama mantıklı bir izahat getirdiğimizde de onu da kabul eden bir ortam var. Bu ortamı iyileştirirsek biz kendimize iyileştirmiş olacağız. Bütün uğraşımız bu hükümetle, sayın başbakanla da ortaya koyduğumuz tavır budur. Biz sadece söyleneni yapan değil, üstümüze düşeni de yapan ve ihtiyacımız olduğunda talep eden bir ortam yaratarak karşılıklı uzlaşarak Türkiye’yle de bu ülkede atılması gereken doğru adımları atarak bu iki yılı geçirmek için çalışacağız. Biraz önce de dediğim gibi birçok konuda iyi gidiyor hükümet. 

“Göz tutmasın…”

Göz tutmasın inşallah böyle devam eder. Ederse gerçekten bir güzellik yaşanacak. Altı ay sonra, belki daha erken belki daha sonra ama iyiye doğru bir gidiş vardır ve olacak da. Bunun için halkımız biraz daha sabırlı davranmak zorunda. Çünkü hakikaten sıkıntılı bir dönem yaşayacağız. 

Soru: Koalisyon ortağı olan UBP ve DP genel itibarıyla aynı misyona sahip olmaları hükümetin başarı şansını artırıyor mu?

Biraz farklılıklarımız olsa bile Kıbrıs sorununda ki siyasi yaklaşımlarımızın yakınlığı, daha uyumlu bir çalışma süreci yaratmamızı da sağlıyor. ‘Aman tabana şunu da vereyim, aman tabana şöyle de görüneyim’ korkusuna dalmadan hareket edersek başarı mutlaktır. Ama başlarsak benim tabanım, senin tabanın, onu da böyle memnun edeyim dersek orada sıkıntı yaşanabilir. Demokrat Parti’nin bir kısmı…. içerisinden kopmuştur, bir kısmı ….’ ye karşı oluşan grupların Demokrat Parti’de toplanmasıyla oluşmuştur. Ama neticede hepimiz bu ülkenin insanlarıyız. Ben kimseye sormam hangi partilisin diye. Haklı ise yapmaya çalışırım işini. 

“Sendikalarla fikren uyuşmasam da haklı taleplerine cevap vermeye çalışırım”

Sendikalarla fikren hiçbir zaman uyuşmadım. Ama haklı taleplerine cevap vermeye çalışırım. Haksız bile olsalar dinlemeye çalışır ve cevabını veririm. Bu Kıbrıs’ın özünde olan bir şeydir. Samimiyetle dinleme, samimiyetle cevaplama… Biri sövüyorsa bize  kavga etmeyiz, döner biz de ona söveriz. Bu şekilde işte sendikalarla ve diğer sivil toplum örgütleriyle ilişkilerimizi bir düzene sokacağız. 

“Korkularım yok mu?…”

Dediğim gibi korkularım yok mu? Biri karıştıracak ortalığı, yeniden çatışır kavga eder duruma geleceğiz hükümet içerisinde… Var ama tutuyorum bir kenarda. Elimden geldiğince de engellemeye çalışacağım. Çünkü yürürken birilerinin de kuyruğuna basacaksınız. Onlar o acıyla mutlaka ara bozmaya, nifak sokmaya çalışacaklardır. Bunca yıllık tecrübeden sonra artık bunları da göğüslemeyi de bileceğiz. 

“Zaten yapmakta olduğumuz yanlıştı…”

Anlatacağız artık insanlara. Her icraatın doğru ve yanlışları vardır. Bir adımı atarken, şimdi bir takım değişik yaklaşımlar koymaya çalışıyoruz ortaya. Vay bunu yaptın ama işte şu kötü tarafı var... Doğrudur, zaten yapmakta olduğumuz yanlıştı. Bırak bununla belki daha iyisini buluruz. Bir müddet sonra daha doğurgan bir kafa, bir siyaset belki onu da düzeltir. Bırakın bir adım ileriye gidelim. Şu bir gerçek yıllardan beri edindiğimiz alışkanlıklarla bu devleti devam ettirmemiz, bu yaşam tarzını devam ettirmemiz mümkün değil. Önce bunu kabul edeceğiz. Kimseden de beklemeyelim işte Türkiye gelecek düzeltecek çözüm olacak, Avrupa Birliği düzeltecek yok. Ya düzelteceğiz ve ya herhangi bir çözüm ya da çözümsüzlük sonrasında eğer düzeltmemişsek mahvolacağız. Bunun görülmesi lazım.

Çok büyük etkisi var. Nasıl olsa bu şekilde kalmayacak diye uğraşırlar. Kalsa da kalmasa da hazırlanmamız lazım.


***



“Biz bugün imzalasak para akışının başlaması Temmuz ayını bulur”

Soru: Ekonomik protokolde mutabık kalındı ama imzalar ne zaman atılacak?

Müzakeresi bitti. İmza nasıl imzalanacak? Yani yeni başbakanı mı bekleyeceğiz, mesaj telakkisiyle mi  olacak? Çünkü daha bunların bizde mecliste, orada bakanlar kurulundan geçmesi var. Ondan sonra bürokratik işlemler tamamlanacak. Biz bugün imzalasak Temmuz ayını bulur para akışının başlaması. 

Çok mümkün değil o. İmzalandıktan sonra belki evet avans çıkabilir. Ama esas olan avans değil programın başlamasıdır. Para akışı olmuyor diye kamu açısından bir sıkıntı yok ama piyasaya yönelik borçlar açısından sıkıntı çekiyoruz. Zorlanıyoruz. Yine de gıdım gıdım bir şeyler vermeye çalışıyoruz. Kimisi tatmin olur, kimisi tatmin olmaz ama para akışı başladıktan sonra o noktada rahatlamış olacağız.

“Burası alacaklılarla dolup taşıyor”

 Bazı kurumları ödüyoruz. Üreticileri, devlet müteahhitlerini ödemeye başlıyoruz. Bugün ilaç depoları geldi baya yüklü bir verecek var. İnsanlar artık zorda hakikatten 4-5 aydır… Sıkıntılı alacaklılar çok. Burası da alacaklılarla dolup taşıyor. Dışarıya para akıtmazsak çark dönmüyor. Atlatacağız.

Soru: Herkes bu koalisyon döneminde daha da olgunlaştığınızı, eskiye nazaran daha sabırlı olduğunuzu, pratik çözümler ürettiğinizi söylüyor. Ustalık döneminizde misiniz?

Kendimi hep olduğum yerde görürüm aslında. Sadece biraz daha yakından izleniyor belki… Yine aynı tempoda çalışırdım ama geçmişte çok basına daha fazla bilgi vermekten uzak dururdum. Bu kez basın ayağına girince bir değişik algı oluştu. 



Yurdagül Atun, 26.05.2016, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Medya, Röportaj

Seçkin Deniz Twitter Akışı