10 Mayıs 2015 Pazar

SA1313/KY4-FM25: Bir Şizofrenle Söyleşi

"Ben baş müridime neyin ne olduğunu sorar görünürken onu imtihan ettiğimi anlıyorsundur herhalde? Zira bilgisizlik bizden uzaktır."


Çok zamandır sükut ettiğimden şekvâ eden kimi dostlar oldu. Şekvâlarında haksız sayılmamakla beraber benim dahi dinlenme ihtiyacım olduğuna kendileri de hak verecektir. Neyleyeceksiniz ki, insan denen canlı varlık tüm canlı varlıklar gibi bir takım noksanlarla mücehhezdir. Yemeye, içmeye, uyumaya, dinlenmeye ihtiyaç duyması gibi durumlar işbu noksanlıklardan sayabileceğimiz bir kaçıdır. Hal böyle olunca bizim dahi bu noksanlardan beri olmamızın imkânı olmadığını söylemek fazlalık olsa gerek. Fazlalıklardan uzak durmanın gereği bedihi iken uzattıkça uzatmanın manası nedir? Denilse, cevabımız sükut olur.

Yazı İşleri Müdürlüğü'nden arkadaşlar sık sık girişleri uzattığım yönünde şikâyet ediyorlar benim bu lüzumsuz uzunluklarımdan ötürü pek mühim haberlerden bir kısmını yayınlayacak yer bulamıyorlarmış. 


Söylemesi ayıp değil, mevkutemizin sahibi oldukça yakinim olduğu için yazılarıma dokunamıyorlar. Ve evet kimi mühim haberleri yayınlayamıyorlarmış. Konuya doğrudan doğruya girmiyormuş, uzattıkça uzatıyormuşum. Yorgunluğum da bundan imiş. 

Efendim, herkesin bir yoğurt yiyiş şekli vardır. Benim kârilerim -aman ha.. kâri okuyucu demektir, bunu belirtmemin nedeni, geçende redaktörlerden birinin yaptığı ukalalıktır. Güya ben hem “karı” sözcüğünü yazmayı bilmiyormuşum, hem de tümce içinde yanlış kullanmışmışım. Kâri sözcüğünün okuyucu anlamına geldiğini bilmeyenlerden redaktör yapılırsa “pir” sözcüğünü de pire okuyan allamelerin kasıla kasıla gezmesinde sakınca yoktur. Olamaz da. Sözü yine uzattık, benim de bir yoğurt yiyişim var ve kârilerim de- bu yoğurt yiyişten herhangi bir şikâyette bulunmamışlardır. Hani bulunmuş olsa haberimiz olur. Hem mevkutenin sahibi de her hangi bir uyarıda bulunmadığına göre size ne oluyor? Kraldan fazla kralcı olmayın beyefendiler. Olduğunuz yerlerin muhkemliği iki dudağım arasındadır bilesiniz. 

Mevkutemizin sahibiyle geçen akşam birlikteydik. Beni pek bir övdü. O överken ben içimden “Eyvah.. yine gudubet bir işi yükleyecek boynuma!” dedim. Evet, övgülerle söze başladı mı ardından kesin hazzetmediğim bir şeyi yapmamı isteyecektir. Ya bir ünlünün resimlerini çekmemi isteyecek -star dünyasını oldum olası sevmedim- ya bir asparagas haberi çıkarıp yayılmasını sağlayan kişileri bulmam için hafiyecilik teklif edecektir. Bakmayın teklif dediğime. Düpedüz emredecektir. Güya teklifmiş gibi yapar. Ben de ister istemez kabul edeceğim. işsiz güçsüz sağda solda gezecek yaşa gelmedik henüz. 

Her neyse akşam yemeğinde bir akıl hastahanesinde ilginç bir kişi olduğunu, onunla röportaj yapıp yapamayacağımı sordu. Bu adam iyiden iyiye beni muhabir yaptı. Oysa anlaşmamızda bir odam olacak ve mevkutede bir köşem olacaktı. Hem o odaya da istediğim zaman gelecektim. Bazen araştırmacılık türü şeyler yapma hevesim tutar, öyle bir şey için koştururum, buna zaman bulmak için şart koşmuştum sürekli odamda olmamayı. Arkadaşım bunun bir tür araştırmacı gazetecilik örneği olacağını söyledi. Aramızda özetle şöyle bir  konuşma geçti.

Sahib-i Mevkute- Fikri bak tam senlik bir mesele.. iki ilginç tip. Doktor arkadaşlar şaşırmışlar. Biri kendisinin Said-i Kürdi olduğunu söylüyormuş, diğeri de onun baş müridi imiş.

Fikri Muhayyer- Şu bizim ressam mı?

Sahib-i Mevkute- Yok.. keşke o olsa.

Fikri Muhayyer- Ya patron kendini Allah bilen bir sürü deli var.. bunda tuhaflık nerede. Bana ne kendini Said-i Nursi sanandan.

Sahib-i Mevkute- Said-i Nursi değil. Said-i Kürdi

Fikri Muhayyer- İkisi aynı değil mi?

Sahib-i Mevkute- Öyle.. Ama bu ilk evresi imiş. Henüz Nursi olmamış. O yüzden kendisine Nursi diyemezmiş.

Fikri Muhayyer- Tamam da patron bunda ilginç olan ne? Hani psikolog olsam ilginç bir vak'a diyeyim de ilgileneyim. Muhabirlik, muharrirlik açısından ilginç olan ne var bu olayda?

Sahib-i Mevkute- Öyle deme. Bak şimdi, bu adamı Barla da bir ağaçta tünemiş halde bulmuşlar. Yanında da onun baş müridi olan ve kendisinin de ağlayan vaiz olduğunu söyleyen varmış. Onun maişetini, ihtiyaçlarını karşılıyormuş. Sadece ağlıyormuş.

Fikri Muhayyer- İkisi de tanıdık birilerini taklit ediyor ne var bunda?

Sahib-i Mevkute- Kendine Said-i Kürdi diyen adam risalelerin tamamını, kelimesi kelimesine biliyormuş.. noktası virgülüne kadar. 60 yaşında bir adam.

Fikri Muhayyer- Onca kitabı ezberlemeye uğraşmış sonunda da tırlatmış.. hepsi bu.

Sahib-i Mevkute- Bunlar ilginç değil.. kabul.. ya bunlara inananlar olduğunu söylesem.

Fikri Muhayyer- İnsanlar neye inanmıyor ki.. fare olarak geldiklerine inanıp fareye tapanlar var.. patron cidden hezeyanlarla uğraşacak vaktim yok!

Sahib-i Mevkute- Tamam.. son söz.. ya güzel ülkemiz Şakamonya’nın en ciddi vakıflardan biri olan Şakamonya Sazanlar Vakfı’nın “zorla hocamızı alı koymak” iddiasıyla hastahane aleyhine dava açtığını söylersem?!

“Ne!” diye bağırdığımı ve güzide lokantadaki onca insanın bizim masamıza baktığını zar zor hatırlıyorum. Lokantadan fırlayıp çıkmıştım. Ne kadar gittiğimi hatırlamıyorum, birden durdum. Hastahanenin adını almamıştım. Soluk soluğa lokantaya vardım. Daha kapıya varır varmaz kapı önündeki görevli bir pusula uzattı bana. Aldım baktım. Adres ve ad. Başhekim'le görüştüm. Çok sevindi. Zira zor durumdaydı. Aleyhinde kumpas davası açılmıştı hastahanenin. 

Bir de Şakamonya Sazanlar Vakfı'nın yayın organları olmadık sahte ve çarpıtma tezviratla saldırıları vardı. Ben ne yapıyordum? Nerede yaşıyordum ki, böyle büyük bir olayın farkında değildim. 

Kendime kızdım başhekim anlatırken. Kalın bir dosya verdi. Çarpıtmalara, iftiralara ilişkin tezviratla ilgili. Başhekim oldukça bilimsel bir şeyler söylüyordu. Duymuyordum. Dosyayı kaba taslak inceledim. Hastahaneye adımını ziyaretçi olarak atmayan nice insan yeminle hastahanede tutulduğunu söylemişlerdi. 

Hinlik şurada ki, hastahanenin bulunduğu kentle ilgili bilgisi bile yanlış olan niceleri zorla tutulduklarını, mal varlıklarına konmak istendiğini söylüyordu. Neyse ki, yanlış adreslerle haberler yalanlanabilmişti. Kimi varislerin babalarından, analarından mallarını yaşarken elde etme sevdasıyla yaptıkları eylemler de hastahane yönetimine mal edilmeye çalışılmıştı. Ki, bu haldeki bazı insaflılar bunların yalan olduğunu ayan beyan belirtmişlerdi.



Dosyada kendisinin 'Said-i Kürdi' olduğunu söyleyen adamla 'Ağlayan Vaiz' olduğunu söyleyen kişinin fotoğrafları vardı. Bilindik kişilerle fiziksel hiçbir benzerlikleri söz konusu değildi. Baş hekimden o hastalarla görüştürmesini rica ettim. Yapacağım röportaj sayesinde rahat bir soluk alacaklarını ima ettim. Adam sevindi. 

Derhal o iki kişinin tutuldukları odaya götürüldüm. Kapıda iki güvenlikçi vardı. Bana oldukça ters ters baktılar. Hekime de bir tuhaf baktıklarını söyleyebilirim. Belki de bana öyle gelmiştir. Ama yine de gözüm tutmamıştı bunları. Görüşmeden sonra Başhekim'e kapıdaki güvenlikçilere yönelik sezgilerimi söylemeye karar verdim, açılan kapıdan baş hekimin ardından girdim. 

Kendisine 'Said-i Kürdi' diyen adam pencere kenarındaki yatakta bağdaş kurmuş oturuyordu. Ağlayan Vaiz denen kişi de yatağın hemen ayak ucunda yere bağdaş kurmuş yataktaki adama bakıyordu. Bizim odadan girişimize karşı en ufacık tepki vermediler. Başhekim başını salladı çıkıp gitti. 

Bir süre ayakta durdum. Sonra öteki yatağa oturdum. Said-i Kürdi pencereden dışarı bakıyordu. Ne diyeceğim, nereden başlayacağımı düşünüp durdum.

Genelde bu tipler kendilerinin her şeyi bildiğini duymaktan haz aldıklarını bildiğim için, hafif bir öksürüğün ardından, dedim:

Fikri Muhayyer- Söylememe gerek yok.. sanırım benim kim olduğumu, ne iş yaptığımı buraya gelmeden önce biliyordunuz. Eğer uygun görürseniz sizinle bir röportaj yapmak istiyorum. Ki, tilmizleriniz sizin için meraklanmaktadırlar. Ben günlük bir mevkutenin başyazarıyım. Adım Fikri Muhayyer

Said-i Kürdi- Beli.. biz seni yakinen biliriz Fikri Muhayyer. Hem çok yakinen biliriz. Öyle ki Ressamla yaptığın söyleşiden bile haberimiz vardır.( Bakınız,;"Bir Ressamla Röportaj - Seksenbirinci-")

Fikri Muhayyer- Her ne kadar bana sizin kendinizi Said-i Kürdi diye tanıttığınızı söyledilerse de ben bizzat sizden duymak isterim. Siz gerçekten Said-i Kürdi olduğunuza inanıyor musunuz? Yoksa latife olsun için mi böyle diyorsunuz?

Ağlayan Vaiz yerinden kalkacak gibi hamle yaptı. Yataktaki adamın göz işareti ile kalkmaktan vazgeçip ağlamaklı bir sesle dedi:

Ağlayan Vaiz- Sus bire cahil.. bire zındık.. sen nasıl olur da 'Ebedi Kâinat İmamı'na latife yapmayla itham edersin? Hafazanallah çarpılırsın.

Said-i Kürdi kaşlarını çatarak baktı ağlayan vaize. Ağlayan Vaiz başını göğsüne düşürüp öylece kaldı.

Said-i Kürdi- Ben inanmıyor, Said-i Kürdi olduğumu biliyorum. İnanç, henüz ilm-i ledüne erişememişlerin, levh-i mahfuza ulaşamayanların hallerindendir. Şuan seni nasıl biliyorsam, varlığını iman ötesi görüyorsam kendimi de öyle biliyor, görüyorum.

Fikri Muhayyer- Peki niye Said-i Kürdi diyorsunuz? Siz başka bir adla meşhursunuz, onu niye zikretmiyorsunuz?

Said-i Kürdi- Henüz o safhada değilim. Frenk eriği frenk eriği olmadan önce tohumdur. Kimse o tohuma kalkıp frenk eriği demez. Frenk eriği halini alınca da kimse tohum demez. Şimdi söyle ne istiyorsun?

Fikri Muhayyer- Röportaj yapmak istiyorum.

Said-i Kürdi- Buyur!

Fikri Muhayyer- Öncelikle benimle görüşmeyi kabul ettiğiniz için size teşekkürlerimi sunuyorum. Ve bütün samimiyetimle söylüyorum ki, hiçbir art niyet taşımadan, herhangi bir yere çekilmesine fırsat verilmeyecek sorular yönelteceğim. Her ne kadar soracağım soruların bir yerlere çekilmesine fırsat verecek cinsten olmadığına kendim kani olsam da size yönelttiğim soru sizce bir taraflara çekilecek olarak değerlendirirse bunu söyleyeceksiniz ben de o soruyu sormamış olacağım. Ve siz de sorularıma hiç dolambaçlı yollara gitmeden cevap vermeyi taahhüt ediyorsanız sorulara başlayabiliriz. Yok, kabul etmezseniz de bir bardak çayınızı içmiş olarak...

Said-i Kürdi- Olmadı.. daha baştan nakıs konuştunuz.. bu içtiğiniz beşinci bardak...

Fikri Muhayyer- Özür dilerim.. ben lafın gelişi olarak demiştim.

Said-i Kürdi- Beli.. böyle bir murat ile söylediniz. Emme badu.. siz hiçbir tarafa çekilmeyen sözler sarf edecektiniz, dosdoğru söyleyecektiniz. İmdi sizin lafın gelişi olarak söylediğiniz bir bardak çay ifadesini kimi zındıkalar ve dahi muarızlar bizim cimri olduğumuza yoracaklar, bunun tezviratını yapacaklar. Ki buna fırsat vermeyeceğinizi baştan belirttiniz.

Fikri Muhayyer- Haklısınız, öyle ise düzelterek devam edip sözlerimi bitireyim, yok eğer kabul etmezseniz altı bardak -bu altıncı bardak- çayınızı içip sohbet etmiş olarak ayrılırım. Ne diyorsunuz?

Said-i Kürdi- Kabul ediyorum. Siz herhangi bir tarafa çekilmeyecek sualler tevdi edeceksiniz, dobra dobra sorular yönelteceksiniz, ben dahi dolambaçlı cevaplar vermekten imtina edeceğim. Şimdi sorun bakalım?

Fikri Muhayyer- Biliyorsunuz müritleriniz sizi başlangıçtan beri 'hatadan beri' bilirler. Her şeyi bilen biri olarak görür, tanır, tanıtmaya gayret ederler. Oysa siz eski hayatınızı iki evreye ayırıyorsunuz.

Said-i Kürdi-  (Ağlayan Vaize) Bu evre ne? Lastik gibi bir yere çekilen cinsinden midir?

Ağlayan Vaiz- Affınıza mahsuben şey edeyim.. safha manasına kullanılan bir kelamdır.

Said-i Kürdi- Anladım. Doğrudur benim bir cahiliye dönemim olmuştur. Fakat seven sevdiğini noksanlardan beri görmeyi sever, bu yüzden şakirtlerim bana cahiliye dönemimi yakıştıramazlar, cehaleti bana uygun bulmazlar. Ki, ben dahi yakıştırmamışımdır cahilliği. Yok hükmündedir. Hatta bir benzetme yaparsak resullere vahiy gelmeden önceki hallerine benzetilebilir. Onların da cahiliye dönemleri olmuştur. Bundan daha tabii ne olabilir.

Fikri Muhayyer- Dobra dobra doğrudan doğruya soracağımı söylemiştim. Bu örneğiniz de çok iyi oldu. Siz gerçekten okumayı yazmayı bilmiyor musunuz? Sadece okumayı mı biliyorsunuz? Böyle olsa bile bu olaya niçin vurgu yapıyorsunuz? Yani niçin ilk vahiyle karşılaşan son resulün meşhur söyleyişine benzer bir biçimde “ümmiyim” anlamına gelen sözleri sarf ediyorsunuz?

Said-i Kürdi- Beli ben tedrisat bağlamında ümmiyim. Yani bir eğitim almışlığım yoktur.

Fikri Muhayyer- Bu hal kendi kendinize okuma-yazmayı öğrenmeye engel bir durum mudur? Bir mektebe gitmemiş olmasanız bile öğrenmiş olabilirsiniz. Sanırım okumayı biliyor yazması bilmiyorsunuz?

Said-i Kürdi- Beli. Yazmayı bilmem.

Fikri Muhayyer- Neyi bilip neyi bilmediğinizin peşinde değilim. Niçin buna aşırı bir vurgu yapıldığıdır? Bir şeyler çağrıştırdığı kesin. Örneğin bana bu sözünüz “Ben ümmiyim” ifadesini çağrıştırıyor. Bu kasıt var mı? Hem madem konuşmamızın başında sizinle anlaştık, hasbi sorulacak siz de hasbi cevap verecektiniz. Anlaşmaya sadık kalarak cevaplar mısınız?

Said-i Kürdi- Bir şeyleri tedai ettirmesi için söylenmemiştir. Amma birilerinde niçin böyle bir tedai ettiriyor diye de kimseyi suçlayamam. Hiç kimesnenin tedailerine veche tayini yapacak değiliz. Hem bu muhaldir.

Fikri Muhayyer- Anlıyorum. Yani mürşid uçmaz mürit uçurur gibi bir şey?

Said-i Kürdi- Bu dahi sizin tefsirinizdir.

Fikri Muhayyer- Anlıyorum. Peki sizin Said-i Kürdi olduğunuza deliliniz nedir? Ressam meselesini bildiğinizi söylediniz. Ressam da 81. olduğunu söylüyordu. Hanginize niye inanalım?

Said-i Kürdi- Bu sizin bileceğiniz iş. Bu sizlerin nakıslığı. İnanıp inanmamakta hürsünüz. İnanmayan kaybeder. Resullere inanmayanların kaybettiği gibi.

Fikri Muhayyer- İyi ama resullerin resul olduklarına ilişkin bir takım deliller ortaya koydukları da gerçeklik. Yani kendi paradigmaları içinde.

Said-i Kürdi- (Ağlayan Vaiz'e) Bu son söylediği şey küfür müdür? Lastik midir?

Ağlayan Vaiz- Kendi kıstasları içinde demek istiyor.

Said-i Kürdi- Ben baş müridime neyin ne olduğunu sorar görünürken onu imtihan ettiğimi anlıyorsundur herhalde? Zira bilgisizlik bizden uzaktır.

Fikri Muhayyer- Bu bir çelişki olmaz mı? Hani kendiniz bir cahiliye döneminizden söz ediyorsunuz ya.. ona istinaden, söylüyorum.

Said-i Kürdi- Bu lastikli bir sual. Buna cevap vermiyorum.

Fikri Muhayyer- Olur. Peki siz İslam Davası için başınızı verdiğinizi, başınızı vereceğinizi söylerken ve yüce Kur’anda Ankebut suresi 57. Ayette “Her nefis ölümü tadacaktır” buyrulurken, kendi ölümsüzlüğünüzü nasıl açıklıyorsunuz? Bu İslam'a muhalif bir görüş değil mi?

Said-i Kürdi-  “Rabbimiz! Bizi iki kez öldürdün, iki kez dirilttin.” Mümin 11. ayeti duymadın mı?

Fikri Muhayyer- Bu ayetin tefsiri tekrar gelineceği midir? Yoksa insanın doğum halini anlatan mıdır? Hem niye gelinsin ki? İnsan tekrar tekrar niye gönderilsin?

Said-i Kürdi- Tekamül için.

Fikri Muhayyer- İşin içine tekamül girerse sizin bütün teziniz çürümez mi? Kıyamete kadar eserlerinizin kuşatıcılığını söylediğinizi hatırlamıyor olamazsınız?

Said-i Kürdi- Ben tekamül etmek için gelmedim.

Fikri Muhayyer- Ama daha şimdi tekrar tekrar gelişin tekamül için olduğunu söylediniz.

Said-i Kürdi- Beli. Fakat bu bir veçhi idi.

Fikri Muhayyer- Peki siz niye tekrar gönderildiniz?

Said-i Kürdi- Denetlemek için.

Fikri Muhayyer- Neyi denetlemek için? Hem bir delil desem?

Said-i Kürdi- Bu dahi dolambaçlı bir sualdir. Cevaplamıyorum.

Fikri Muhayyer- 1800’lü yıllardaki Said-i Kürdi’nin akıl hastahanesine kapatıldığını biliyorsunuzdur? Abdulhamit’e karşı gelip evhamlarla yüklü istekte bulunduğunuzdan dolayı böyle bir şey olduğu iddia edilir. Şimdi de bir akıl hastahanesindesiniz. Her gelişinizde bir akıl hastahanesi evreniz olduğundan mı kaynaklanıyor bu durum? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Said-i Kürdi- Muarızlarım her dem olacaktır. Resullerin de muarızları onları delilikle suçlamışlardır. Ellerinden gelse onları da akıl hastahanesine kapatırlardı.

Fikri Muhayyer- Peki hiç kendinizden kuşku duymuyor musunuz? Yani bunlar birer vehim, yanılsama olamaz mı? Hani peygamberimize ilk vahiy geldiğinde şaşırmış, delirdiğini düşünmüş, yorganların altına girmiş.. siz böyle haller yaşadınız mı? Yaşamadıysanız bu emniyetin kaynağı nedir?

Said-i Kürdi- Böyle haller yaşamadım. Yaşamamın imkânı da yoktur. Çünkü Allah ile benim aramda aracı yoktur. İmdi, bir adam, meselen çakmağı görmemiş bir adama çakmağı anlatsak sonra ona çakmağı göstersek nasıl bir hale gelir? Kendinden ateş çıkaran bir şeyi gören nasıl da şaşırır. Gözlerine inanamaz. Oysa bizzat çakmağı yapmış kişi şaşırır mı? Çakmağı bizzat gören görmeden inanan birinin gösterdiği tepkileri gösterir mi? hayır. işte durum bundan ibaret.

Fikri Muhayyer- Dediğin doğru. Ama şöyle bir şey de var. İnsanın zihni, aklı adına ne denirse densin insanın kendisine oyunlar oynar. Suya batırılan bir kalemin kırık görünmesi insanını gözünün insana oynadığı bir oyun gibi akılda böyle oyunlar oynuyor. Böyle olup olmadığını nasıl bileceğiz? Ya sizin aklınız size oyun oynuyorsa ya vehimler içindeyseniz? Bunu nasıl bileceğiz.

Said-i Kürdi- Ben vehim olmadığını biliyorum. Ama bunu size gösteremem. Ya inanır ya inanmazsınız. Malum olduğu üzere inanç bilgiden beridir. Ötede bir şeydir.

Fikri Muhayyer- Bilgisiz inanç zandan ibaret değil midir? Hem zan kınanmamış mıdır?

Said-i Kürdi- Allah senden hidayeti kesmiş, sen zehirlenmişsin. Sana yapacak bir şey yok. Biraz dinlenmem gerekiyor. O yüzden bu sohbet burada bitmiştir.

Kapı dışarı edildim. Kendimi gazeteye zor attım. Adam öyle olduğuna inanıyor ve yapacak bir şey yok. Kendisi gibi inanmayanları da zehirlenmiş olarak görüyor. Ben de onların içtiği sudan mı içsem..


 Fikri Muhayyer, 10.05.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, İronik Felsefe, Mizah

Seçkin Deniz Twitter Akışı