14 Mart 2015 Cumartesi

SA1211/KY9-NK52: Modern Tıp, Kına, vs...

Veda ama her şeye ve herkese veda. Bunu kolaylıkla kelimelere dökmem çok mümkün değil...                           
   

Salı günü bütün gün ağladım denebilir; arada sustuğumda da yalnızca iç çekiyordum. Kalbimde hissettiğim tek şey bir veda rüzgârıydı çünkü... Veda ama her şeye ve herkese veda. Bunu kolaylıkla kelimelere dökmem çok mümkün değil...

İki komşum ve aynı zamanda arkadaşım Nuran'la Fadime bunun yaklaşan kontrollerim nedeniyle olduğunu söylediler. Atila da aynı şeyi söyledi "Mana veremiyorsun ama kontrollerin yaklaşıyor ve bu durum normal" dedi. Akşama da Hamitler gelecekti, Atila işten döndüğünde hâlâ beni ağlarken bulduğu için istersen iptal edelim kötü gözüküyorsun dedi, ama kabul etmedim. 

Bu arada Nuran aylar önceden Haziran'ın 14'üne aldığım kontrol randevusunu telefon açıp bir gün önceye aldırmak istediğini söyleyip duruyordu, bunun mümkün olmadığını randevunun aylar öncesinden alındığını ve üstelik Ankara'daki hastalara Radyasyon Onkolojisi'nden yalnız perşembe günlerine randevu verildiğini söyledim. Medikal Onkoloji olsa dert değildi, Kadri Hocamı arayıp rica etsem beni kırmayacağını biliyordum. Nuran ısrarla numarayı aldı ve ne yaptı etti bilmiyorum ama randevuyu bir gün önceye almayı başardı. 

Yine de umutlu değildim ve her an çarşamba gitmekten vazgeçebilirdim. Nuranlar telefonla uğraşırken Dilşad aradı ve akşam geleceğini söyledikten sonra bir de oturup senin için dua edeceğim dedi... Al sana ağlamak için bir neden daha...

Akşam ilk önce Mehmet, Galina ve Firuze geldiler. Mehmet semaveri de getirmişti ve hemen hazırladı. Galina nefis bir cevizli kek yapmıştı. Ben de en azından mozaik pasta gibi hafif ve kolay bir şey yapmayı düşünmüştüm ama ellerimi kek yapmak için kullanmak zordan da zor olduğu için yapamadım.

Önceleri misafiri gelmeden iki gün önce ikram listesini yapıp bir gece önceden masayı heyecanla hazırlayan ben artık bunların hiçbirini yapamıyorum ve bu bana acı veriyor. Sonra sırayla Emira, Ayşe, Fatma, Hakan'ın iki kuzeni Ceren ve Aslı, sonra Mehtap, Abdullah Taha, Teresa, ardından Dilşad, Halis, Salih Alperen, Mahir Furkan, Merve, Ali Bera ve Hamit geldiler. Yahya geç katılacaktı bize. Hamit'i onca maceradan sonra görmek müthiş bir huzur ve aynı zamanda hüzün verdi...

Daha sonra Hakan, Hilmi, Saim abi, Menal, Gökhan, Gökhan'ın ABD'den ziyarete gelen arkadaşı Murat ve son olarak da Yahya geldi. Herkes bol bol pasta börek, Mehtap'da farklı olarak çok cici bir sepet içinde kuru incir getirmişti...Mehmet durmadan çay servisi yaptı, Atila da hizmet etti, Afak bütün gün Beytepe'de olduğu için çok yorgundu ve başı ağrıyordu ama o da bir ara bize katıldı. 

Hamit ve Abdullah Taha ile tanışmasını çok istiyordum, tanışıp sohbet ettiler biraz... çok güzel bir geceydi ama kimin yüzüne baksam onunla veda ettiğimi hissediyordum. Ellerim de oldukça acı veriyordu, misafirlerimize hizmet edememek de...

Bu esnada sevgili doktor kardeşim Bilgin Sait telefon açtı; İstanbul'da özel bir hastane ile anlaşma imzalamış ve Hacettepe ile ilişiğini kesmiş, al sana ağlamak için bir sebep daha... Hacettepe boşalmış gibi hissettim birden. Bilgin'e de bunu söyleyince "sen üzülme ablacığım ne zaman, ne işin olursa olsun bir telefon açman yeter arkadaşlarıma söylerim yardımcı olurlar" dedi ama aynı şey değil ki... 

Hacettepe gibi büyük bir hastanede her an yardıma hazır müstesna bir kardeşinin olduğunu bilmek bambaşka bir şeydi ama yapacak bir şey yok... Bilgin sevgili Belgin'le birlikte yeni bir hayata başlıyor bana da onlar için dua etmek düşüyor elbette. Bilgin'in hastalarının ne kadar şanslı olacağını düşünüp sevindim birdenbire...

Hamit gece boyunca el farfarasını (vantilatöre farfara diyoruz aramızda) bulunduğum yere taşıyıp durdu. Sonra bir ara Gökhan durumumu öğrendikten sonra Isparta Senirkent'te bulunan Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin ecza ilmi almış bir talebesinden bahsetti. O vefat etmiş ancak ilmini damadı ya da oğluna aktarmıştı. 

Gökhan'dan Atila'ya da anlatmasını ve izin almasını istedim; anlattı ve Atila hemen harekete geçelim dedi. Hakan ise hiç vakit kaybetmeyelim ve hemen yarın atlayıp arabaya gidelim dedi. Ben de tahlil sonuçlarını alıp en yeni sonuçlarla gitmenin daha doğru olduğuna inandığımı anlattım. Anlaştık. Bu esnada Hilmi'de Bolu'da olduğunu bildiği bir hoca'dan arkadaşı vasıtasıyla randevu alabileceğimizi, Atila ile beni de bir iki gün orda misafir etmenin alt yapısını hazırlayacağını söyledi. Hilmi'yle de tahlil sonuçlarından sonra karar vermek üzere sözleştik...

Bu arada kalbimdeki veda rüzgârı esmeye devam ediyordu ve ben de ara ara ağlamaya... O gece beni bir tek Dilşad doğru anladı, o temiz kalbiyle kalbimden geçenleri hissetti. Bu enteresan bir şeydi... masivadan uzaklaşmak hissi, terk etmek, terk etmenin verdiği hüzün, yaklaşmak, Allah'a yaklaşmak elbette ve Allah'a yaklaşırken bütün diğer her şeye veda etmek, Dilşad bunu hissetti, hissetti ve beni anladığını söyledi... 

Evet, kalbimde hissettiğim bu hüzün tam manasıyla masivadan uzaklaşmak, uzaklaşırken de elbette veda etmek ve veda ederken de buna hazır olmadığım için hüzün ve acı duymak... böyle bir his işte, anlatması ve anlaması o kadar zor ki... Rabb'im beni muhakkak bir şeylere hazırlıyor, O hazırlıyor ama ben korkuyorum, Hesap Gününden korkuyorum, mahcubiyetten korkuyorum ve ardından Rahmeti gazabını geçen bir Allah olduğunu hatırlayıp kalbime serin sular döküyorum...

Böyle böyle gidip geliyorum işte...

Bir ara Dilşad perşembe sabahı arabayla kapıda olacağını söyledi, benimle hastaneye gelmek için. Öyle olursa çok çok üzüleceğimi ısrarla belirterek gelme fikrinden onu vazgeçirdim. Çok şükür ki vazgeçirdim çünkü geldiği taktirde iki küçük çocuğunu bırakıp gelecekti ve bütün o koşturmalar boyunca hep huzursuz olacaktım. Onun çocukları ile geçireceği zaman o kadar kıymetli ki ve o zaman o kadar çabuk akıp gidiyor ki buna müsaade etmek ona karşı yaptığım haksızlık olacaktı...

Gece çok güzel bitti, hayır dualarla ve tebessümlerle bitti. Herkese yürekten minnettar kalmıştım, Mehtap iş çıkışı yorgun argın, Dilşad programını sanırım sıkıştırarak, Hakan İstanbul'dan yeni döndüğü için uykusuz ve yorgun gelmişti. Diğerleri için de aynı durum söz konusuydu sanırım, ama hepimiz birbirimizi gördüğümüz için mutlu olmuştuk. Jale, kardeşi misafir geldiği için, Zekiye'nin ablası ve yeğeni onda misafir olduğu için, Dr. Şükran hastanede nöbetçi olduğu için, Şerife, çocukları ve annesi ile, Fevziye'de Ebubekir ve çocuklarla tatilde oldukları için gelemediler. Onlar da olsa eminim hepimiz çok daha mutlu olacaktık. Dilşad'ın kardeşinin 19 Haziran'da sünneti var bilmiyorum belki hepimiz o gün orada tekrar buluşuruz...

Eve çıktıktan sonra Atila hastalıklar konusundaki tavrını bir kez daha açıkladı, "Ben olsam kimseye söylemem, bunun hastalığı yerleşik hâle getireceğinden endişelenirim" dedi, hadis ve ayetlerden örnekler verdi. Ona da kalbimdekilerin hepsini açtım ve her zamanki gibi büyük bir olgunlukla dinledi beni ve sanırım hak verdi. 

Çünkü korkum, o gece birçok dostumun sandığı gibi kanser oldum ve öleceğim korkusu değildi... Korkum Allah'ın kalbime nakşetmeye başladığı vedadan sonra olacaklarla ilgiliydi... Tahlillerimin "temiz" çıkacağına da neredeyse emin gibiydim üstelik... kanser değil, hayat, hayata nasıl devam edeceğim, bundan sonrasını nasıl tanzim edeceğim... bu ve buna benzer şeyler işte...

Nuran ve Fadime'de geleceklerini söylemişlerdi, ama sabah namazdan sonra toplam iki saatlik uykuyla tek başıma atlayıp gittim hastaneye. Yolda giderken Nuran'ı arayıp öğlen döneceğim işim var dedim çünkü beni bekliyorlardı. Anladığım kadarıyla yemedi birkaç dakika sonra arayıp "sen yoldasın değil mi?" dedi yalan söylemenin manası yoktu. Yoldayım ama lütfen gelmeyin hava çok sıcak Fadime sıcağa dayanamıyor dedim. Boşuna demişim.

Radyasyon Onkolojisine yine dualar okuyarak girdim. Beşinci sırayı aldım ve Nuran'ın büyük bir işi başardığını anladım. Saat daha sabahın sekiziydi ve doktorlar dokuzda geliyorlardı, ağır koku ve havasızlığa tahammül etmekte yine zorlandığım için dışarı çıktım. Yaşlı bir teyzenin oturduğu banka geçip yanına oturdum. Teyze hasta olup olmadığımı sordu, nezaketen ben de ona sordum. Hastaydı göğsünde kitle çıkmıştı ve Çankırı'dan geliyordu. Daha iki gün önce de anjiyo olmuştu. Kitleyi memleketinde almak istemişler korktuğunu söyleyince de Ankara'ya git o zaman demişler. ne randevusu vardı ne de hangi bölüme gideceğini biliyordu. Ona hemen Kadri Altundağ hocaya gitmesini ve durumunu izah etmesini onun muhakkak yardımcı olacağını anlattım. 

Teyze habire çantasından tahlilleri çıkarıp duruyordu ama tahlillerinden yeşil kartlı olduğunu anladığım teyze asıl gerekli olanları evde unutmuştu. Yine de Kadri Hocamla görüşmesini söyledim o da kocasının gelmesini beklediğini izah etmeye çalıştı ve kocası geldi. Teyze durumu anlatınca kocası sinirlendi ve "Ben anlamıyom senin ne dediğini" deyip uzaklaşarak sigara içmeye gitti. 

Adamcağızın yüzünden korku ve çaresizlik okunuyordu yalnızca...O sırada yanımıza aynı zamanlarda radyoterapi aldığımız bir hanım oturmuştu. Konuştuklarımızı duyunca Kadri Hocam sabahtan beri yerinde hasta bakıyor deyince kadıncağız ne olur beni ona götürün biriniz dedi. Hemen fırladım, Kadri Hocamın diğer hastasının zaten fırlamaya pek hâli yoktu; radyoterapi esnasında da mutsuzdu o anda da aynı mutsuzluğu devam ediyordu, berbat bir ruh halinde olduğu o kadar belliydi ki kalıp onunla da iki kelam etmek istedim ama teyze yürümeye başlamıştı bile. 

Medikal Onkoloji'ye Çankırılı teyzeyle birlikte girdiğimizde Kadri Hocamın kapısı yine kalabalıktı, içerideki hastasını yolcu ederken hemen teyzeyi alıp durumu izah etmeye çalıştım ve o da her zamanki güler yüzlülüğü ve iyi niyetiyle teyzeyi omuzlarından tutup çeşitli sorular sorduktan sonra "Gel ben sana yardımcı olayım" dedi ve içeri aldı. Giderken de Bilgin'i sordu, İstanbul'da göreve başlayacağını söyleyince çok mutlu oldu o da..

Bu arada benim de sıram gelmek üzereydi arkamdan dua eden teyzeyi bırakıp aşağıya inerken Nuran ve Fadime kapıda bitiverdiler...

İlk defa gördüğüm bir Doktor Hanım vardı Radyasyon Onkolojisinde: Gözde Hanım... son derece nazikti Gözde Hanım. Muayenesini bitirdikten sonra şikayetlerimi sordu. Yeni başlayan ameliyat bölgesindeki ağrıdan,  ellerim ve ayaklarımdaki acılardan bahsettim. 

Ve şaşırma ânı: "kınayı denediniz mi?" diye sordu Gözde Hanım. Kınayı denememiştim ve doğrusu aklıma bile gelmemişti. Nuran'da yanımdaydı ve o da çok şaşırmıştı. Kınayı hemen deneyeceğimi ama bu bilginin ona hastalarının tecrübelerinden mi tevarüs ettiğini yoksa herhangi bir araştırma neticesinde mi bu bilgiye ulaştığını sordum. 

Gözde Hanım on yıl önce kemoterapi alan bir hastasının köyünden birinin tavsiyesiyle ellerine ve ayaklarına kına yaktığını ve ağrılarının hemen geçtiğini, kendisinin de on yıldır benim gibi "nöropatik" ağrı çeken hastalarına bunu tavsiye ettiğini ve yüzde 95 olumlu netice aldıklarını anlattı....

Parmaklarım epey acımaya başladığı için devamını denedikten sonra yazarım inşallah...



Neşe Kutlutaş, 14.03.2015, Konuk Yazar,  Sonsuz Ark,  (İlk Yayın Tarihi, 16.06.2012)

Seçkin Deniz Twitter Akışı