8 Şubat 2015 Pazar

SA1145/KY5-PT45: Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü/ A-Nazarî Tasavvuf - Kutup ve Yardımcıları

 بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim

“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür. 

***

Kutup ve Yardımcıları

Mitolojik bir masal! Yüce Allah'ı rububiyet ve ulûhiyetten soyutlama ve felsefede "aklıevvel", Hıristiyanlıkta "kelime" ve tasavvufta "kutup" olarak adlandırılan batıl bir kuruntuya giydirmeye yönelik bir uydurma! Bu masala göre kutup ferdiyet makamına oturan en mükemmel insan yahut yeryüzünde her zaman Allah'ın nazargâhı olup bütün varlıkların işlerinin elinde meydana geldiği tek kişidir. Açık ve gizli yardımcılarıyla birlikte ruhun vücutta yayılması gibi bütün kâinatta sirayet eder, ulvi ve süfli âlem üzerine hayat ruhunu saçar. Darda kalan kişilerin kendisine sığınması ve ondan imdat istemesinden dolayı gavs olarak da adlandırılır.

Tasavvufçulara göre kutup iki türlüdür. Biri hâdis veya duyularla algılanan (nissî)'dir. Yukarıda sözünü ettiğimiz kutup budur. Diğeri ise kadim yahut manevi kutuptur. Bu da Hakikati Muhammediyye'dir.

Eel-Kaşanî şöyle diyor: 

"Kutup, ya madde alemindeki yaratıklara nispetle kutuptur ki ölünce ona yakın bedel yerine halife olur, ya da gayb ve şahadet (madde)  alemindeki bütün mahluklara nispetle kutuptur ki onun yerine ne bir bedel halife olur ne de bir başka yaratık yerini tutar. Bu da şahadet âleminde birbirini takibenden kutupların kutbudur. Ondan önce ne bir kutup olur ne yerine başkası geçer. O da "Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım" ifadesinde sözü edilen Mustafa (Muhammed)'in ruhudur."

Tasavvufçulara Göre Kutupluk

 Ahmet et-Ticani şöyle diyor:

"Kutupluk bütün ayrıntılarına kadar âlemin tümünde Hakk'a (Allah'a) hilafeti uzmadır. Rabb'ın ilah olduğu her yerde kutup işlerin idaresi ve Allah'ın ulûhiyeti altında olan herkes hakkında hükmün yerine getirilmesidir. Allah'tan, ne olursa olsun, yaratıklara her şey ancak kutbun hükmü ile ulaşır. Zerresine varıncaya kadar âlemdeki her varlığın varlığını sürdürmesi kutbun ruhaniyeti ile olur. Kutupsuz bütün kâinat, ruhu olmayan hayaletlerden ibaret olur. Bütün varlıkların ruh ve hayat kazanmaları ancak kutbun onlarda hâkim olmasıyla mümkündür. Evliyanın mertebelerinde de kutup tasarruf eder. Onun zevki dışında ariflerin ve evliyanın hiçbir mertebesi olmaz. Hepsinde tasarruf eden ve sahiplerine kaynaklık eden odur. Bütün âlem onun sayesinde rahmet görür. Varlıkların varlıklarını devam ettirmeleri ancak onun sayesindedir. Bu da ondan bütün kullara bir rahmettir. Âlemde var olması küllî ruhu için bir hayattır. Allah ulvi ve süfli âlemleri onun nefesiyle destekler. Zatı soyut bir aynadır. Herkes istediğini onda görür."

"Allah'ın kutba ikramlarından biri, âlemin varlığından önce ve sonrasının bilgisini öğretmesi, nihayeti olmayanı bildirmesidir. Bütün varlıkların nizamının kendisiyle kaim olduğu bütün isimleri ona öğretmesidir. Allah'ın bütün sırlarına muttali kılması, bütün feyizlerini ona vermesi ve ilminin ihata ettiği her şeyi ona bildirmesidir."

"Hiçbir dönemde Kutbu'l-Aktap ile peygamberler arasında bir perde bulunmaz. Allah'ın peygamberi gayb ve şehadet âleminde nerede olursa olsun Kutbu'l-Aktab'ın gözü onu görmekte ve ona bakmaktadır. Hiçbir lahza ondan gizli kalmaz."

Kutb'un Yardımcıları

1- İmâmân (iki imam): Kutbun iki veziri mesabesindedir. Biri melekût, diğeri mülk âlemi ile görevlidir.
2- Evtadı Erbaa (dört kazık): Bunların üç kişi olduğu da söylenir. Zamanın kutbu ölünce onlardan biri onun yerine geçer. Bilgileri Kutbu'l-Aktab'tan bir feyizdir. Bunlar ölecek olursa bütün âlem bozulur.
3- Ebdal (bedeller): Bedel, velisi göçmüş olan bölge ruhlarının toplandığı ruhani bir hakikattır. Sayıları kırktır. Yirmi ikisi Şam'da, onsekizi Irak'tadır.
4- Nuceba' (soylular): Bunlar Ebdal'dan aşağıdırlar. Yerleri Mısır'dır. İşleri yaratıkların yüklerini taşımaktır. Yetmiş kişidirler.
5- Nukeba' (başkanlar): Sayılarının üçyüz veya beşyüz omlduğu söylenir. Görevleri, yerin altındaki gizlilikleri ortaya çıkarmaktır.

Tasavvufçuların hayalleri ve gülünç hurafeleriyle uydurdukları masal ülkesinin hiyerarşisi bunlardır. İnsanları arzularına ram etmek, Allah'tan korkar gibi kendilerinden korkmak ve bütün arzularına boyun eğdirmek, kulların kaderlerinde ve ruhlarında tasarruf yetkileri olduğunu telkin etmek için uydurdukları masal ülkesi budur. Yaşayanların iman ve rızıklarını çalmak, ölenlerin de kefenlerini soymak için tasavvufçuların Allah'ın egemenliğine ve birliğine karşı ortaya attıkları hayal ülkesi budur. Bütün bu işleri tasavvuf bürokratları yaptığına, insanların ruhları, rızkları, ecelleri, kaderleri ve hayatları üzerinde bu şekilde tasarruf ettiklerine göre, acaba Allah, peygamberlerine ve meleklerine ne kalmış olur? Başka bir ifade ile Allah'a, peygamberlere ve meleklere ve ihtiyaç kalır?

İsterseniz bu masalı bir de Molla Cami'den dinleyelim. Bilindiği gibi Molla Cami nerede bir Şii batinî varsa hepsini veli olarak ilan etmiş ve Nefahatu'l-Üns Min Hadarati'l-Kuts kitabına almıştır. Günümüz harfleriyle de Türkçe tercümesi olduğu için vatandaşların bir nevi el kitaplarından olmuştur. Tasavvufun meşhurlarından biri olarak bu masalı bir de ondan dinleyelim:

"Şeyh Muhyiddin Arabî’den şöyle nakledilmiştir: Hakikatte Hz. Muhammed'in Kutbları iki türlüdür. Biri peygamberimizin bi’setinden önce olanlardır. Bunlar sayıları üç yüz on üç tane olan peygamberlerdir. Diğeri bi'setten sonra gelenlerdir. Bunlar kıyamet gününe kadar on iki kutbudur. Yani on iki menzil üzerine deveran ederler. Her biri bir peygamberin izi üzerindedir. Bir bölgede veya bir tarafta, yedi bölgedeki Ebdal gibi, insanlardan bir topluluğun işi bir kutba havale edilmiştir. Zira her iklimde bir bedel vardır. O da o iklimin kutbudur. Bunlar dört Evtadı gibidirler. Onlarla Allah doğuyu, batıyı, kuzeyi, güneyi muhafaza eder. Halkı mümin veya kâfir her memleketin bir kutbu olduğu gibi, Allah velilerinden biri ile o memleketi muhafaza eder. Yine makam sahiplerinden her birinin bir kutbu vardır ve o onların zamanında işlerin merkezi olmuştur. Onlara Kutbu'l-Ârifin, Kutbu'l-Muhibbin, Kutbu'l-Mütevekkilin, Kutbu'z-Zahidin, Kutbu'l-Âbidin denir. Bunlar sadece kendine hasredilmiş değillerdir. Peygamberimizden sonra geleceğini söylediğimiz on iki kutup bu ümmetin işlerini üzerine almışlardır. Nitekim âlemdeki cisimlerin yörüngesi on iki tanedir. İbadet için yalnız başına bir tarafa çekilenler bunların dışındadır. Bunlar bir topluluktur ki kutb dairesinin dışındadırlar. Hızır ve iki Hatem onlardandır. Bi'setten evvel peygamberimiz de onlardandı.

On iki kutup şunlardır:

1- Hz. Nuh'un izinde olanlar. (Sıfatları sayılmakta ve Allah'a mahsus sıfatlarla donatılmaktadır. Aynı şekilde diğer kutupların da sıfatları sayılmaktadır).
2- Hz. İbrahim'in izinde olanlar.
3- Hz. Musa'nın izinde olanlar.
4- Hz. İsa'nın izinde olanlar.
5- Hz. Davud'un izinde olanlar.
6- Hz. Süleyman'ın izinde olanlar.
7- Hz. Eyyub'un izinde olanlar.
8- Hz. İlyas'ın izinde olanlar.
9- Hz. Lut'un izinde olanlar.
10- Hz. Hud'un izinde olanlar.
11- Hz. Salih'in izinde olanlar.
12- Hz. Şuayb'ın izinde olanlar. (Her birine ait olan sure ve her birinin tasarruf alanları, yetkileri anlatılmaktadır).

Futuhat-ı Mekkiye'de ayrıca recebiler denilen ehlullahtan bir zümre anlatılır. Bunlar kırk kişidirler. Ne fazla ne eksik. Recep ayının ilk gününde sanki gökler onlar üzerine çökmüş gibi bir kenara çekilirler. Asla bir harekete güçleri yoktur. Ne ayak üzere durabilirler, ne oturabilirler... Bu taifeden Recep ayında birçok tecelliler, keşifler ve gayba muttali olmak gibi haller meydana gelir. (İbn Arabî’nin onlardan birini gördüğünü, bu Receb'in Rafıziler'i simalarından tanıdığını kaydeder).

İmâmân; iki şahıstır. Biri gavs (Kutbu'l-Aktab)'ın sağındadır. Nazarları âlemi melekûtadır. Ona Abdurrab denir. Biri de solundadır. Nazarları âlemi melekedir. Ona Abdulmelik denir. Mertebe bakımından bu İmam Abdurrab'dan daha faziletlidir.

Evtad: Âlemin dört rüknünde dört kişidirler. Biri doğudadır ve adı Abdulhay'dır. Biri batıdadır ve adı Abdulalim'dir. Biri kuzeydedir ve adı Abdulmürid'dir. Biri de güneydedir ve adı Abdulkadir'dir." (Ondan sonra ebdal, nuceba, nukeba, rukeba ve hususiyetleri, görevleri anlatılır). Üçler, yediler, kırklar gibi halk arasında yaygın olan batıl inancın bu masallara dayandığı anlaşılıyor. Nitekim Hızır'ın kişiliği etrafında örülen masallar ve uydurulan hikayeler de bu inançlara dayanmaktadır. Çünkü gayb ricali, mukaddes ruhlar, nukeba, nuceba, rukeba, evtad, ebdal, aktab, gavs, gavsı azam gibi Batınî Şii memleketin kurmayları yahut erkanı toplumun zihinlerine mukaddes inanç olarak sokulmuş ve bir inanç sistemi haline getirilmiştir. Zaten tasavvuf Şii-Batıniliğin aldatıcı maskesinden ibaret değil midir?! (Çeviren)

İbn Arabî En Büyük Kutup!

Aktab, evlad ve ebdal için İbn Arabî bu nitelikleri saydıktan sonra haliyle kendini bu ünvanlardan biriyle niteliyecektir. Ne var ki aşağı bir ünvanı yahut küçük bir mertebeyi kendine kaşıtıracağını sanmayınız. Onun için kendisinden büyük bir kutbun bulunmadığı en büyük kutup olarak kendini ilan etmekte ve şöyle demektedir:

"Bu asırda ubudiyet makamından benim kadar tahakkuk eden birinin olduğunu bilmiyorum. Çünkü Rasûlullah'a veraset hükmüyle ubudiyet makamında hedefe ulaştım. Ben, âlemde hiçbir kimse üzerinde rububiyetin bir hevesi olduğunu bilmeyen halis ve muhlis bir kulum. (Yahut âlemde rububiyette gözü olan benden başka kimse yoktur). Allah bu makamı kendisinden bir bağış olarak bana verdi. Onu amel ile elde etmedim, sadece Allah'ın vergisidir."

Görüyorsunuz, İbn-i Arabî kendini hiçbir zirvenin boy ölçüşemeyeceği bir zirvede koyuyor ve herhangi bir kimse kendisinden bu tercihin ve seçimin delil ve belgesini sormaması için bunun kendisine Allah tarafından verildiği yalanını söylüyor.

Bu şekilde İbn Arabî, şeytanın hasta tasavvuf zihniyetine çizdiği gizli devlet üzerinde taç giymiş bir melek veya hükümdar olarak kendini ilan ediyor. Kendini kutupların kutbu, peygamberin varisi ve bilginlerin bilgini olarak empoze ediyor. Kendisinden sonra gelen ve yolunu izleyen bütün tasavvuf şeyhleri de bu yalanını onaylıyor, kendisine şeyhi ekber ve (kibrit-i ahmer) bulunmaz elmas diye niteliyorlar.

Felsefeyi, eski dinleri ve her döneminde cahiliye hurafelerini ezberleyip bir sentezini yapan bu zındık, bu sapık inançlarını ahmak, putperest ve cahiliye akidesi halinde insanlara sunabilmekte, ona tilkiden daha kurnaz bir ustalıkla ayet ve hadislerden bir kılıf giydirmektedir. Bu kılıfla bu putperest inanç cahil Müslümanlar arasında velayetin zirvesi ve kutupların kutbu olarak yayılabilmekte, asırlar boyunca batılın simsarları bunun ticaretini yapmaktadır. Tasavvufçular kendilerine göre velayeti mertebelere ayırmışlardır. Kimileri bunları gavsı azam dedikleri velilerin en büyüğü ile başlatmış, ondan sonra evtad, aktab, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi kısımlara ayırmışlardır.

Kur'ân-ı Kerim’den ve Rasûlullah'ın sünnetinden az da olsa nasibi bulunan bir Müslüman bu konuda tasavvufçuların söylediklerinin Allah'ın kitabı ve Rasûlullah'ın sünnetiyle uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmadığı, düpedüz yalan ve iftira olduğunu anlar. Ama tasavvufçular batın dünyasında gavs, aktab, evtad, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi isimlerin egemen olduğu bir devlet kurmak istemiş ve bu esrarengiz güçlerle insanları boyundurukları altına almak istemişlerdir.

Bu alanda tasavvuf düşüncesini okurken insan, tasavvufçuların bu yollarla insanları nasıl kul köle edip sömürdüklerini ve esrarengiz hurafe dinlerine onları nasıl soktuklarını görünce hayretler içinde kalır. Zira insanlara yerde, gökte ve bütün yaratıklar üzerinde egemenliğin esrarengiz devletlerinin yöneticileri olan bu isimlerin elinde olduğunu, onların arzularına boyun eğmeyen insanları velilerinin dünya ve ahirette bedbaht edeceğini telkin etmişlerdir.

Hâlbuki sözünü ettikleri bu veliler bazen hayatta olup okuma yazma bilmeyen koyu cahiller, bazen ölüp gitmiş ve kemikleri çürümüş zalimler, fasıklar, bazen yollarda ayaklarına işeyen veya kaldırım kenarlarında geceleyen meczuplar ve bunaklar, bazen zina eden ve içki içen fasıklar, hatta ibadet teklifinin kendilerinden Hatemu'l-Evliya (Son Veli) Hz. Muhammed peygamberlerin sonuncusu olduğu gibi velilerin de sonuncusu vardır derler.

Tasavvufçular peygamberlerin sonuncusu olduğuna bakarak velilerin de sonuncusu olduğu masalını uydurmuşlardır. Bunun öncülüğünü el-Hakim dedikleri et-Tirmizi  yapmıştır. Bu konuda zehirlerini kusmuş ve kafasında ördüğü örümcek ağlarını "Hatmu'l-Velayeti" kitabında insanlara inanç olarak sunmuştur. es-Sulemi onun hakkında şöyle der; "Onu Tirmiz'den sürdüler ve Hatmu'l-Velayeti kitabını yazdığı için küfrüne kail oldular", "Peygamberlerin sonuncusu olduğu gibi velilerin de sonuncusu vardır ve velilik peygamberlikten üstündür" diyor.

İbn-i Teymiyye de onun için şöyle diyor:

"Sözlerinde red edilmesi vacip olan yanlışlıklar vardır. Bunların en çirkini Hatmu'l-Velayeti kitabında zikrettiği sözlerdir. Mesela orada sonra gelenler arasında Allah yanında derecesi Ebu Bekir, Ömer ve diğerlerinden üstün olan kişilerin olacağını söylemesi, son zamanda gelecek velinin Hatemu'l-Evliya olacağı ve diğer bütün velilerden üstün bulunacağı, velilere nispetle peygamberlerin sonuncusu gibi olacağı sözleri" yer almaktadır. Ondan sonra tasavvuf örümcekleri bu ağ üzerinde devam etti ve çok insanların nefeslerini keserek bununla zehirledi.

Vahdeti vücut ilminden söz eden İbn Arabî şöyle der:

"Bu ilim ancak son peygamber ve son velide olur. Peygamberlerden kim görürse onu ancak son peygamber penceresinden gördüğü gibi peygamberlerden de onu ancak son veli penceresinden görür. Hatta peygamberler onu gördükleri zaman ancak Hatemu'l-Evliya (son veli) penceresinden görürler. Çünkü teşri risalet ve nübüvveti kesilir, ama velayet hiçbir zaman kesilmez. Peygamberler veli oldukları için söylediğimizi ancak Hatemu'l-Evliya penceresinden görürler."


<<Önceki                Sonraki>>

Puran Tilmiz, 08.02.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü


Seçkin Deniz Twitter Akışı