15 Aralık 2014 Pazartesi

SA1041/AŞ55: 14 Aralık Soruşturması, ABD, AB, Gülen ve Siyasal İslam

"Devleti ABD ve AB'nin istediği gibi yönetememekten mi rahatsızsınız?"


Birkaç gündür 2012'den beri neredeyse her gün gündemi meşgul eden iki sözcük 'cemaat ve operasyon' çok daha yoğun bir şekilde zihnimizi meşgul ediyordu. Ya cemaat operasyon yapıyordu ya da cemaate operasyon yapılıyordu. İddialara göre 2012'den önce cemaatin operasyon yaptıkları da vardı; Ergenekon, Balyoz, OdaTV, Fenerbahçe, Cübbeli, CHP, MHP vesaire. Cemaate operasyon yapanlar da vardı; CHP, Ergenekon, Doğan Medya vs. Tabi her şey birbirine karıştığından bugün operasyon kavramı gelip toparlandı ve cemaati hedef aldı. Bugün önemli bir gündü. Bugünküne 14 Aralık Operasyonu dendi.

Geçmişte Ergenekon'a ve Balyoz'a iktidar olarak yargı yolunu açan da bugün cemaate operasyon yaptıran da aynı iktidar; Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı. Anayasal ve yasal tüm kriterlere göre hükümetin toplumun sosyolojik dokusunu bozan, devletin hiyerarşik işleyişini engelleyen ve sabote eden, seçilmiş hükümeti tâciz ve tazyif eden her yapıya operasyon yapma hakkı var. Darbecileri yargılarken de temel ilke buydu, cemaate yönelik soruşturmalarda da. Bence ortada nahoş bir durum yok. Suçu kim işliyorsa hesap vermek zorundadır.

Bir ülkede demokrasi varsa ve insanlar demokratik haklarını kullanarak bir hükümet seçmişlerse o hükümete bu tür yetkileri kullanmasını da emretmişlerdir. Yani emrin asıl sahibi oy verenlerdir. İktidar emrin gereğini yerine getirmezse oy kaybeder ve başka partiler getirdikleri teklifleri halkın oyuna sunarlar, bu böyle işler. Doğal olarak da bir başbakanın operasyon yaptırma yetkisi en meşru haktır, yasaldır, anayasaldır; aksi halde kaos hâkim olur. 1960-70, 1970-80, 1991-2002 arasında bunu net bir şekilde gördük. Tersini iddia edenler riyakar ve yalancıdır, bunu tartışmaya gerek yok.


Bugünkü meselenin birçok boyutu irdelenebilir. Ben gözaltına alınanların hangi meslekle iştigal ettikleri ile ilgilenmiyorum. Bir manavla bir gazeteci ya da televizyoncu arasında yasal, anayasal bir fark yok; suç isnadında niye fark olsun ki?

Hepimiz biliyoruz; bir manav bir gazeteciden daha etkili bir suç ağı kurmak ya da o ağa dahil olmak gücüne sahip değil. Medya bu memlekette suçluyu suçsuz, suçsuzu suçlu olarak lanse etmekte çok mahir, buna en çok biz şahidiz ve bu da - her zaman göz yumulsa da- tam anlamıyla suçtur. Medya mensuplarının dahil oldukları suç örgütlerinin çeşitlerine de girmeyeceğim. Yani bugünkü operasyonun medya ayağı olup olmaması değil mesele, fikir ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü hiç değil. Aksine gözaltına alınacak olanların/alınanların hedeflerindeki kişi ve kişilerin ifade özgürlüğünün, serbestlik gerektiren tüm haklarının ortadan kaldırılması gerçeği var.

Başsavcının açıklamasına göre teşhis edebileceğimiz bir suç iddiası var: Tasarlayarak, hedef göstererek, delil üreterek bir operasyon yapmak ve hedefteki kişi ve kişileri yargılayarak mahkum etmek. Bütün bunlar gerçekleşmiş durumda; tutuklamalar olmuş, tahliyeler olmuş; yargılama halen sürüyor. Yani hayalî bir neden yok. Biri hedef göstermiş, bir kısım medya bu hedefi algılarda somutlaştırmış, yetmemiş ilgili medya kuruluşlarında bir dizi ile bu hedef belirgin bir şekilde suçlanmış ve bir kısım emniyet mensubu tarafından hedef sorgulanmış ve tutuklanmış, sonuçta mağdur edilmiş. Somut bir iddia.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu imzasıyla, saat 14.00'de, "14 Aralık Soruşturması" başlığı altında yapılan basın açıklaması şöyle:

"2014-133596 sayılı soruşturma dosyası kapsamında bir kısım medya mensupları ve emniyet görevlilerinin sahte delil üreterek, tahşiye adlı suç örgütü hakkında soruşturma yaptıklarının tespiti üzerine bu soruşturmayı yürüten ve soruşturma öncesi yayın yapan Hidayet Karaca, Ekrem Dumanlı, Fahri Sarrafoğlu, Hüseyin Gülerce, Ahmet Şahin, Nuh Gönültaş, Naci Çelik Berksoy, Ali Sami Noyan, Ali Kara, Elif Yılmaz, Radiye Ebru Şenvardar, Hikmet Tombulca, Salih Asan, Makbule Çam (Elamdağ), Engin Koç,Tufan Ergüder, Mutlu Ekizoğlu, Ertan Erçıktı, Mustafa Kılıçaslan, Ferdi Taşkaya, Ayhan Akça, Mehmet Ali Doğan, Ali Cihan, Mustafa Uyanık, Halit Akbulut, Çetin Öztürk, Rıfat Aslan, Erdem Kısa, Mustafa Altunbulak, Yakup Ergül ve Recep Güleç'in 13.12.2014 tarihli talimatımızla silahlı terör örgütü kurmak, yönetmek, üyesi olmak, örgüt kapsamında sahtecilik, iftira suçlarından ifadeleri alınmak üzere, şüpheli sıfatıyla gözaltına alınmaları talimatı verilmiştir. 14.12.2014 günü saat 08.00 itibariyle yakalama ve gözaltı işlemleri başlanmıştır. Şu ana kadar 12 şüpheli gözaltına alınmıştır. Şüpheli Ekrem Dumanlı'ya yakalama ve gözaltı kararı tebliğ edilmesine rağmen, halen görevlilere teslim olmaması üzerine gözaltı kararının gereğinin yerine getirilmesi amacıyla, içinde bulunduğu Zaman Gazetesi binasına, usulüne uygun biçimde girilerek şahsın gözaltına alınma işlemi gerçekleştirilmiştir. Diğer işlemler devam etmektedir. Soruşturmanın aşamalarından ve hitamından ayrıca bilgilendirme yapılacaktır. Kamuoyunun bilgisine sunulur." 

Tahşiye adlı hayali örgütle Mehmet Doğan ve birçok insan mahkum edilmiş. Yani devlet bunu tesbit etmiş ve bu haksızlığı gidermek, suçluları cezalandırmak üzere bir operasyon yapıyor, sıradan bir devlet işlemi. Ancak devletin bir hedefi daha var;  bu türden olgu ve olayın çokluğu, benzer tehditlerin sürmesi gibi durumlar dikkate alınarak kaotik ortamların oluşmasını engellemek. Yürütme şu anda aslî görevini yapıyor.

14 Aralık Soruşturması model bir soruşturma. Cemaate yönelik iddialar çok daha vahim çünkü. 17-25 Aralık 2013'te Hüseyin Gülerce'nin itirazları ile somutlaşan Başbakan Erdoğan'ın düşürülmesine yönelik alenî darbe, Adana'da Mit Tırları'na yönelik küçük düşürücü operasyon, İHH'yı terörle ilişkilendirme çabaları, 30 Mart yerel seçimleri ile 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde cemaatin CHP-MHP-SP-BBP-BDP ekseniyle yaptığı işbirliği, HSYK seçimlerinde yaşanan kıran kırana mücadele, AYM'nin yürütme ve yasamaya yönelik açıklamaları ve yetki aşımı belirgin olan iptal kararları ve daha bir çok şey  bir araya geldiğinde Devleti yöneten siyasî iktidarın devleti korumak ve vatandaşları için güvenli bir ortam oluşturmak zorunluluğu daha da âciliyet kazandı.

Bütün bunları ben böyle görüyorum, yasalara ve anayasaya göre de bütün bunlar aynen böyle. Halkın özgür seçimleri her türlü yol, yöntem ve işbirliği denenerek engellenmeye çalışılıyordu. 

Bana göre böyle olan cemaate göre nasıldı? Bunu da Almanya’nın en çok satan ikinci gazetesi Süddeutsche Zeitung (SZ),'den Christiane Schlötzer’e cemaat medyasına operasyon yapılacağı iddialarının ayyuka çıktığı 13 Aralık 2014'de yayınlanan röportajı veren Fethullah Gülen'den öğrenelim.

Ama önce Christiane Schlötzer’in sunumu: “Yolsuzluk iddialarının üzerinden bir sene geçmesine rağmen Türkiye’nin muktediri Recep Tayyip Erdoğan, kendi açısından her zamankinden daha çok güvende. Hemen hemen yüz gündür cumhurbaşkanı olan Erdoğan, koskocaman yeni bir sarayda konaklıyor; kanunları daha sıkı tutuyor ve eleştiride bulunan gazetecileri yargının önüne sürüyor.”

Christiane Schlötzer’in Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı yaptığı günleri sayması ve yeni yapılan Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nı öne çıkarmasındaki derin hayal kırıklığını bir tarafa bırakıp "eleştiride bulunan gazetecileri yargının önüne sürüyor" yalanına (daha henüz operasyon yok ortada, şayiası var) dikkat çekerek Gülen'i dinleyelim:

"AKP’nin demokrasiyi ilerletme ve hukuk devletini inşa etme vaadiyle iktidara geldi, ancak 2011 genel seçimleri sonrasında eksen değiştirerek “tek adam devleti” kurmaya çalışmasıyla özünden uzaklaştı. Hizmet Hareketi’ndeki seçmenler de başlarda iktidar partisine destek verdi, ancak söz konusu dönüşümün belirginleşmesiyle birlikte hükümet karşısında daha eleştirel bir tavır aldılar. Askeri vesayetten kurtulmanın hemen sonrasında, AKP’nin her şeyi yürütme organına bağlayıp denetleme kurumlarını işlemez hale getirmesinin ardından yargının bağımsızlığını ortadan kaldırmasıyla tesis ettiği bir parti vesayeti oluşturuldu. Bir zamanlar nasıl askeri vesayete karşı tavır aldıysak bugünlerde de bir partinin vesayeti karşısında duruyoruz. İşte bu nedenden dolayı hain diye damgalandık.”

"AKP kuruluş döneminde demokrasi, insan hakları, AB üyeliği, yolsuzlukları bitirme, farklı düşünen insanların ötekileştirilmesine son verme ve ekonomik kalkınma gibi vaatlerde bulundu. İlk yıllarında da vaatlerine uygun icraatlar yaptı ve Cemaat fertleri tarafından desteklendiler. Ancak 2011’de üçüncü defa seçilmelerinden sonra demokratik kazanımlara tamamen zıt icraatlara başladılar. Misal olarak medyaya baskı yapılmasını, MİT’e süper yetkiler verilmesini, eski Doğu Almanya’nın güvenlik ve istihbarat teşkilatı olan Stasi’nin siyasi metotlarını uygulamasını, yargı kararlarının hiçe sayılmasını, demokratik çerçevede itirazlarını ifade eden göstericilere yapılan muameleleri ve bunun gibi daha nice icraatları düşünecek olursak demokratik kazanımlardan ne kadar geriye gittiğimiz ortaya çıkacaktır. Ve nihayetinde hükümet beni düşman olarak belirliyor; ta ki yolsuzlukların üstü örtülebilsin ve otoriter bir yapı kurulabilsin. Ama bizde bir söz var: Yalancının mumu yatsıya kadar yanar."

Gülen'in yaptığı açıklamalar Avrupa Birliği'nin hangi demokratik standardına uyuyor bilmiyorum, ama elbette Erdoğan karşıtı bir gazetecinin, Gülen'e hangi yetki ve sıfatla bu tür tasnifleri yaptığını ve suç isnadında bulunduğunu sormasını isterdim.

Yani, "Sen kimsin? Cemaatinin amacı ne? Türkiye'de senin cemaatinden başka cemaat yok mu? Niye siyasî iktidarı bir rakipmişsin gibi aşağılıyorsun ve kanıtlanmamış yolsuzluk iddialarından, otoriter yapı kurmaktan bahsediyorsun? Sen cemaat lideri olarak otoriter değil misin? Mit'ten sana ne?" gibi sıradan Avrupalı gazeteci soruları niye sorulmadı?

Olay ortada, soruşturmanın açıklanan yasal çerçevesi belli. Madem yargılama hakkı var, yargılanırken suçun ya da masumiyetin açığa çıkma olasılığı var, o halde problem ne? Niye düşman? Niye Stasi benzetmesi?

Akşama doğru, Avrupa'nın olaya nasıl baktığını öğrendik. Gezi'de de beraberce dalmışlardı demokrasi okyanusuna. AB Dışişleri Temsilcisi Federica Mogherini ve Avrupa Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Johannes Hahn'den ortak ve daha detaylı bir açıklama geldi:

"Bugün Türkiye'de medya çalışanlarına yönelik yapılan gözaltı operasyonları, Avrupa'nın basın özgürlüğü değerleri ile uyumlu değildir ve demokrasinin özüne de terstir. Masumiyet prensibinin işletilmesini ve konuya ilişkin şeffaf ve bağımsız bir soruşturmanın yapılmasını bekliyoruz. Gözaltına alınanların tüm haklarının gözetildiği bir şeffaf ve bağımsız bir soruşturmanın en temel haklardan olduğunu hatırlatıyoruz.. Aday ülkelerin müzakerelere devamının hukukun üstünlüğü ve temel haklar gibi değer ve standartlara bağlılığı ile mümkün olduğunu hatırlatıyoruz. Bu konuya ilişkin kaygılarımızı Salı günü genişleme konusunu ele alacak olan Konsey zirvesinde dile getireceğiz. Umuyoruz ki Türk yetkililerin ziyaretimiz sırasında verdiği AB'ye uyum sözleri gerçek hayatta da yerini bulur ve uygulamalar buna göre yapılır."

Soruşturmayı Türkiye'nin AB üyeliği ile ilişkilendirerek Türkiye'yi tehdit eden AB standartlarına aykırı bir açıklamaydı bu. Soruşturmanın konusu ile AB Dışişleri Temsilcisi Federica Mogherini ve Avrupa Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Johannes Hahn'ın açıklaması arasında zerre kadar bir ilgi ve ilişki yoktu, aksine AB'nin yetkili isimleri Tahşiye davasında mağdur olanların haklarının devlet tarafından korunmaya çalışıldığından da haberli değiller.

Bu yanlış yönlendirmenin hazırlıklı bir altyapı ile mümkün olduğundan benim hiç kuşkum yok. Herkes kimin kimle neler yaptığını iyi biliyor olmalıydı.

Bizim akşamımızda sabahlarını yaşayanlar, yani okyanus ötesinde olanlar da akşamın uzayan saatlerinde renk verdiler. ABD Dışişleri Bakanlığı da Türkiye'deki son gelişmeleri yakından takip ettiğini bildirdi.

Bakanlık Sözcüsü Jen Psaki'nin bugünkü operasyon sonrası yaptığı açıklama:

''Türk polisinin Türkiye çapındaki yerlerde bir takım baskınlar ve tutuklamalar yaptığı hakkındaki haberleri yakından takip ediyoruz. Türk kolluk kuvvetlerinin baskınları Türk hükümetini açıkça eleştiren medya organlarına yaptığı görülmektedir. Medya özgürlüğü, yargı süreci ve yargılamanın bağımsızlığı her sağlıklı demokrasi için anahtar unsurlardır ve Türkiye Anayasası'nda kutsal bir şekilde yer almaktadır. Türkiye'nin dostu ve müttefiki olarak Türk yetkililerin eylemlerinin, bu temel değerleri ihlal etmemesini ve Türkiye'nin demokratik kurumlarına zarar vermemesini temin etmelerini ısrarla teşvik ediyoruz."

ABD, henüz açıklanan Senato İstihbarat Komitesi'nin CIA İşkence Raporu'nun yüz kızartıcı işkencelerini ve beyaz polislerin siyah insanları acımasızca öldürüp yargılanmamalarını izah edememişken, aksine bu iki temel ahlaksızlığı sahiplenirken Türkiye'nin içişlerine müdahale etme küstahlığında bulunabiliyordu.

Bütün bunları nasıl anlamak gerek? Mağdur edilmiş birtakım insanların haklarını korumak üzere hareket eden bir devlet, başka devletlerin tehditleri ve baskısıyla karşılaşıyor. Tarih kaydetmiştir de biz zamanla öğreniyoruz.

ABD'nin Fethullah Gülen hassasiyetinin belkide daha derin nedenleri var. Fethullah Gülen,2008'de FBI ve İç Güvenlik Departmanının ciddi muhalefetine rağmen yeşil kart sahibi olmuştu. Graham Fuller ve Morton Abromovitz gibi Eski CIA görevlileri (resmi ve gayri resmi olarak) Gülen'in yeşil kart uygulamasında belirgin referans olmuşlardı.  

Fethullah Gülen'in  Graham Fuller'in yazdığı "Siyasi İslam'ın Geleceği" adlı kitapla ne kadar ilişkisi vardı? ABD Gülen'le neden bu kadar ilgileniyordu? ABD'nin 2010'da (Gülen, Mavi Marmara'ya saldıran İsrail'i otorite kabul ettiği için) kopan Cemaat-Ak Parti ilişkilerindeki rolü neydi? Gülen'in otoriter tek adamlık iddiaları, Mit meselesi, yolsuzluk soslu 17-25 Aralık darbesi eksen değiştirerek ABD merkezli 'Siyasal İslam'dan uzaklaşan Erdoğan'la bir tür hesaplaşma mı demekti? Henüz bilmiyoruz.

Süddeutsche Zeitung (SZ)'den Christiane Schlötzer'in bu soruları sormasını çok isterdim:

"Sen kimsin? Cemaatinin amacı ne? Türkiye'de senin cemaatinden başka cemaat yok mu? Niye siyasî iktidarı bir rakipmişsin gibi aşağılıyorsun ve kanıtlanmamış yolsuzluk iddialarından, otoriter yapı kurmaktan bahsediyorsun? Sen cemaat lideri olarak otoriter değil misin? Mit'ten sana ne? Erdoğan ve Mit hangi ülkenin çıkarlarını zedeledi? Senin cemaatin 17-25 Aralık 2013'e kadar otoriter tek adamın ülkesinde nasıl özgürce yayın yapabildi? Halen yayınları sürüyor, hangi özgürlük sorununuz var? Devleti ABD ve AB'nin istediği gibi yönetememekten mi rahatsızsınız?"

Sormak istiyorum:

ABD-AB güdümünde Türkiye'de Siyasal İslam rejimi üretmek midir asıl sorun?

Ne tür bir rejim istiyorsunuz, Sisi-Esed-Bangladeş ya da Suudi Tipi rejimi mi, İran-Humeyni Tipi seçimli diktatörlük rejimini mi, Malezya-Endonezya Tipi uysal, embedded rejimi mi uygun görüyorsunuz Türkiye'ye?

Bilelim de ona göre hesaplaşalım.

Çok mu korkuyorsunuz yoksa?

Operasyonlardan bıktık, bizi ve ülkemizi, öldürmekten bıkmadığınız müslümanları artık rahat bırakın; ahlak, demokrasi dersi vermeye de kalkmayın.

Düne kadar kanlı bıçaklı olduklarınızla bugün yan yana-omuz omuza olmanızın sebebi ne?



Arif Şahin, 14.12.2014, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 55





Güncel Not 1: 04 Mayıs 2015, Hüseyin Gülerce Röportajı


8 Haziran’da kaçacaklar


Zaman gazetesi eski yazarı Hüseyin Gülerce, Fethullah Gülen’in en büyük hatasının Erdoğan’ı doğru okuyamamak olduğunu söyledi. Gülerce “Paralel Yapı’nın işi bitmiştir. 8 Haziran sabahı tası tarağı toplamaya başlayacaklar” dedi


Yeni Şafak | Nil Gülsüm | 04 Mayıs 2015, 4:00



Paralel Yapı 17/25 Aralık darbe girişimi sonrası tezviratlarına ve hükümeti yıkma çalışmalarına son hız devam ediyor. İki seçimde yaşadığı hezimetin ardından önümüzdeki seçimde kendisine yeni siyasi ittifak arayışlarını sürdürüyor. Geçen hafta Dumanlı'nın Gülten Kışanak ile buluşması ve tahliye krizi ile bir kez daha gündeme gelen Paralel Yapıya ilişkin sorularımı bu yapıyı en iyi tanıyan isimlerden Hüseyin Gülerce'ye yönelttim.

Paralel Yapı kendi unsurlarını feda etmek pahasına pervasızca tavırlarını sürdürüyor. Nasıl bir psikoloji bu?


Ben bünyeyi çok iyi biliyorum. Bünyedeki zihniyet “Asla teslim olamayacaksın” şeklindedir. Ben onun için 'Paralel Yapı, cemaati kıra kıra, kırdıra kırdıra sonuna kadar gidecektir' diyorum. Aslında tabandaki temiz insanlara ve hizmet denilen harekete zarar veriliyor. Bunu da çok ustalıkla yapıyorlar. Mesela Sayın Gülen, 'Hizmetle uğraşanlar keşke toprak olsaydık diye dizlerini dövecekler' diyor. Hâlbuki iyilik hareketi olarak bilinen Hizmet Hareketi ile uğraşılmıyor. Tam tersine bu hareketi meşruiyetin dışına çıkaran Paralel Yapı ile mücadele ediliyor.


Paralel Yapı ile mücadeleye nasıl bir anlam yüklüyorsunuz?


Ben Paralel Yapı ile mücadeleye etmeyi ve bunlara tavır koymayı memleket meselesi olarak görüyorum. Ben bunların devlete, ülkeye zarar verdiğini görüyorum. Benim gibi 19 yaşından beri vatan, millet, devlet, din davası diye yaşayan bir kişi bunu seyredebilir mi? Ben artık Gülen'in hatırını gözetemem, aştım bunu. İnsan olarak geçmişte ona olan saygıma bir şey demiyorum. Burada devlete karşı savaş açmış bir dini cemaat var bana “Hüseyin bey sen yıllarca onların arasındaydın bunu görmezden gel, sesini çıkarma” diyorlar. Tam tersine en çok benim sesimi çıkarmam lazım. Yahu bunlar bizim hepimizin temiz hislerini, gayretlerini istismar ettiler... Ama hiç pişman değilim. Çünkü bu hizmete yardım eden herkesin niyeti halisti. Ameller, niyete göredir.


Siz sesinizi çıkardıkça dostane ya da hasmane başka uyarılar oluyor mu?


İşte Fuat Avni tehdit etti. Fuat Avni'nin “Hüseyin Gülerce'ye suikast olabilir” demesi aslında büyük bir tehdit. Ben Fuat Avni üzerinden Paralel Yapı'nın tehdidini ciddiye alıyorum. Korktuğum için değil. Ancak, bir talimatla hakimler mesleklerini, ailelerini hiçe sayacak bir gözü karalık sergileyebiliyorsa, Allah korusun bunların içinden bir talimatla suikast işleyecek bir meczup da çıkabilir.


Kim bu Fuat Avni?


Ben Fuat Avni'nin bir kişi olmadığını biliyorum. Fuat Avni merkezi Pensilvanya'da olan, aralarında psikolojik harp uzmanlarının da bulunduğu bir heyet. Adamın her dediği çıkıyormuş. Hayır çıkmıyor, yüzde 30'u çıkıyor yüzde 70'i yalan. Zaten Fuat Avni yalancının biri. Fuat Avni, vicdansızlığın, insafsızlığın, namertliğin sembolü… Fuat Avni, Erdoğan ve Ak Parti ile savaşta cepheye sürülmüş bir provokatör. Zaman gazetesi ne acıdır ki, onun teweetlerini manşete taşıyor. Bu mesaj da Okyanus ötesine gitsin. Öyle bir karakterden yararlanıyorlar… Mert olan mertlerle çalışır. Fuat Avni mert değil ki. Fuat Avni eğer bir kişiyse, mertçe çıksın “Fuat Avni benim” desin.


Gülen işin bu noktaya varacağını bilseydi takıyyeye devam mı ederdi?


Buradan sizin aracılığınızla sayın Gülen'e bir mesaj iletmek istiyorum: “Sayın Gülen, Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı doğru okuyamadınız, kaybettiniz” mesajım bu. Gülen'in bütün hatası, Sayın Erdoğan'ı okuyamamak oldu.


Ekrem Dumanlı'nın Gültan Kışanak ile yaptığı bir görüşme basına yansıdı. Yorumunuz ne olur?


Ben eğer bu yapıyı tanıyorsam, kesinlikle Gülen'in talimatıyla, her partiden üst düzeydeki kişilerle birebir görüşmeler yapıyorlardır. Gülen'den habersiz Ekrem Dumanlı üst düzey kişilerle hiçbir görüşme yapamaz. Ancak onun talimatı ve yönlendirmesiyle yapar görüşmelerini ve ne söyleyeceğini de önceden kendisine söylerler.


Gülen'i çok uzun yıllardır ve yakından tanıyorsunuz. Sizce Gülen'in şu anki hissiyatı nasıldır?


Ben bugüne kadar hiç yıkılmadığı kadar yıkıldığını düşünüyorum. Sebebine gelince Fethullah Gülen mağlubiyeti hazmedip taşıyabilecek bir insan değil. Şimdiye dek hiç mağlup olmadı. Şimdi üst üste mağlubiyetler yaşıyor. Son iki hakimin hamlesindeki mağlubiyet de ona en az 25 Aralık mağlubiyeti kadar ağır gelmiştir. Bence Paralel Yapı'nın işi bitmiştir. 8 Haziran sabahı tası tarağı toplamaya başlayacaklar.


Paralel Yapı'nın örgütlenme biçimi masonik yapılanmaya benzetiliyor. Ne dersiniz bu benzetmeye?


Bence masonik yapılanma, Paralel Yapının yanında solda sıfır kalır.


Sizi Amerika'dan arayan kişilerin isimleri Yeni Şafak gazetesi tarafından deşifre edildi. Fatih Üniversitesi rektörü Şerif Ali Tekalan ve Alaattin Kaya olduğu ortaya çıktı. Ne söylersiniz bu konuda?


İlk olarak arayan kişi o gün attığım tweetleri silmemi istedi. Ben de böyle bir şey olamayacağını, silemeyeceğimi söyledim. Başbakanın kendi delegesinin oyuyla veya sandıkta halk oyuyla ancak gönderilebileceğini söyledim. O kapattı, on dakika sonra arayan, Fethullah Gülen'in yanından aradığını söyledi. 'Yanından arıyorum' demek bir şifrelemedir. 'Onun isteği üzerine arıyorum' demektir. O da 'Şu anda ne yapıyorsan, sakın bir adım daha atma, bu noktada kal' dedi.


Başka arayan oldu mu?


O görüşmeden çıktıktan beş dakika sonra Amerika'dan telefon gelmeden önce şu anda ismi en çok dolaşan medya yöneticisi aradı.


Ekrem Dumanlı mı?


Ben isim söylemeyeyim. 'Abi sen ne yapıyorsun! Biz şu an Amerika'da zaten bu işle ilgileniyoruz, sen devreye girme' dedi. Ben ona çok sert tepki gösterdim. 'Eğer sizin çabalarınız bir işe yarasaydı bu mesele buraya gelmezdi' dedim. Demek ki benim kararlılığımı iletti ve bunun üzerine Pensilvanya işin içine girdi.


Fethullah Gülen'in ateşli bir yönetme hırsı taşıdığı söylenebilir mi?


Sayın Fethullah Gülen'in dünyası; 'Ben varsam, Türkiye'nin yönetimine benden başkasının müdahil olmaması lazım' şeklinde. Benim cemaat bünyesinde şahit olduğum bir durum vardı. 'Herkes Hocaefendi'yi dinliyor ama Tayyip Bey neden Hocaefendi'yi dinlemiyor. Birkaç asırdır gelmeyen Hocaefendi gibi bir kişi varken Tayyip Bey neden kendi başına hareket ediyor' deniliyordu. Bu tavır AK Parti iktidara geldiğinden beri var aslında. Tayyip Bey'den istenen biattı. Biat etmediği için bu işi büyüttüler.


Nasıl?


Fethullah Gülen sohbetlerinde bir İran meselesi ortaya çıkardı. Tayyip Bey'in çevresinin İran ajanları tarafından sarıldığı, bazı bakanların İran ajanı olduğu, MİT müsteşarının da İran ajanı olduğu yönünde sanki ellerinde kesin deliller, belgeler varmış gibi tabana çok ciddi bir telkin yapıldı. Bu arada cemaate ait yapılar tarafından “muta sempozyumu” bile yapıldı. Yani şu imâ edildi: Bunlar İran'a gidiyor ve bunlara muta nikahı kıyılıyor, esir alınıyor. İş; 'Tayyip Bey bizim hocamıza danışmıyor' noktasından, 'bu uzun boylu adam hain' noktasına geldi. MİT olayında da, 'Bunlar Oslo'da ihanet ettiler ve artık bunların işinin bitirilmesi lazım' diyerek hükümete savaş açtılar.


Paralel Yapı'nın İran alerjisinin sebebi nedir?


İran argümanı Gülen için mecburi bir argümandı. Aslında mesele İran alerjisi değil, Tayyip Erdoğan alerjisiydi. Fethullah Gülen'in karşısında öyle bir insan var ki bu insana siz nereden vurabilirsiniz? Tayyip Erdoğan, İmam Hatip Lisesi mezunu, mütedeyyin bir insan. Şehit ailesini ziyarete gidiyor Kur'an-ı Kerim okuyor. Ayrıca kamuda, üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakıyor. İmam Hatip okullarındaki katsayı haksızlığını düzeltmiş. Mütedeyyin kesimde Tayyip Erdoğan sevgisinin kırılması, itibarsızlaştırılması neyle olur? İran ajanlığı ile olur… İran ajanlığı, tamamen başta Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı itibarsızlaştırmak için kurulmuş bir argüman. Ama bu yeterli olmadı. Bunun üzerine ikinci bir argüman devreye girdi. Bu da yolsuzluk ve rüşvet cephesiydi.


Sohbetlerdeki rahatsızlığı ifade ettiniz. O halde AK Parti iktidara geldiğinden bu yana Erdoğan'a karşı hiç samimi değillerdi…


Aslında en başından itibaren Sayın Erdoğan'la Sayın Gülen'in çizgisi hiç barışmamış. Bence Fethullah Gülen AK Parti'nin iktidara gelmesinden rahatsız oldu; kendisi Türkiye'ye yön vermek istiyordu. Erdoğan ise İmam Hatiplerin önünü açıyor, tabanını giderek genişletiyor… Hizmet tabanının da buraya kayabileceğini düşünüp, bunu önlemek, tabanı tutabilmek için daha AK Parti iktidara gelir gelmez özünde AK Parti'ye karşı tavır koydu. Ama bir akıllı siyaset götürdüler.


Nasıl bir akıllı siyaset?

Güçleninceye kadar AK Parti iktidarından yararlanma stratejisi güttüler. Fethullah Gülen, cemaati güçlendirinceye kadar Tayyip Erdoğan'la karşı karşıya gelmemeye özen gösterdi. Ne zaman ki 2010'da HSYK'da çoğunluk elde ettiler, Yargıtay'da da güçlendiler, artık Erdoğan'a karşı bayrak açabiliriz dediler. 17/25 Aralık'ta Erdoğan'a karşı darbe girişiminin cesaretini nereden aldıklarını herkes soruyor. Ben de soruyorum. Neyine güvendi Fethullah Gülen?

Sizinle ilgili ihanet ithamları da var. İhanet mi ettiniz?


Şimdi bana 'Hocaefendi'yi terk ettin, davaya ihanet ettin' diyorlar. Ben davaya ihanet etmedim, hizmetin davasına Paralel Yapı ihanet etti. Dava, Fethullah Gülen'e biat etmek değil ki… Dava, bir mümin için Allah'ın rızasını kazanmadır. Ben asıl davaya ihanet edenlere karşı duruyorum. Vefa; inanca, Allah'a ve Peygamber Efendimize vefadır. Şahısların yanlışına vefa olmaz. Fethullah Gülen bana göre yanlış yaptı ben de ondan ayrıldım. Bu vefasızlık değil tam tersine devletime, milletime, vatanıma vefadır… Yahu bir din adamının, emniyet istihbaratına, yargıya, orduya bu kadar alaka göstermesi neyin nesidir! “Silahlı Kuvvetler bünyesinde benim talimatımla hareket edecek insanlar olmalı” düşüncesi, İslam tarihinin hangi din adamında görülmüştür. Bazen onun için Mevlana gibi diyorlar. Hazreti Mevlana'nın ordu içinde kendisini gizlemiş subayları mı vardı!


İşaret veya bir taahhüt mü aldı Paralel Yapı?


Gülen 15 yıldır ABD'de. Hareketin hızlı büyümesi, Pensilvanya'ya yerleştikten sonra oldu. Şu anda Türkiye'de her kesimden insanın söylediği bir şey var; o da 'bir din adamı, bir cemaat lideri tek başına Türkiye Cumhuriyeti hükümetine savaş açmaya cesaret edemez. Mutlaka bu insana, bilhassa Amerika'dan bir destek verilmiştir' deniliyor. Bu artık Türkiye'de büyük çoğunluğun ortak kanaatidir.


Neden böyle bir kanaat var?


Bence bunlar bir açık verdiler. Amerika Temsilciler Meclisinden ve Amerikan senatörlerinden, Türkiye'nin aleyhine Amerika Dışişleri Bakanı Kerry'ye mektup için imza topladılar. Millet bu yapıya okullar açıyor, güzel işler yapıyor diye destek verdi. Şimdi milletin destek verdiği okulların öğretmenleri ve idarecileri Türkiye aleyhtarı lobicilik faaliyeti yapıyorlar. Aynı şeyi Avrupa'da da yaptılar. Benim kanaatim, Avrupa Parlamentosunun soykırım kararında da Avrupa'dakilerin lobi çalışmalarının tesiri var. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve AK Parti'nin zora düşmesi için her şeyi mübah görüyorlar…


Avrupa'daki Paralel Yapı uzantılarının mı bu soykırım kararında etkisi var?


Ben yapıyı tanıyorum. Bu kararda etkileri yoktur diyemem. İktidarda CHP de olsa bu karar, Türkiye'ye aleyhine yine alınırdı. Erdoğan ve AK Parti yıpratılsın diye şeddeli çalışma yaptılar. Avrupa Parlamentosundaki parlamenterlere Erdoğan aleyhine her fırsatta kulis atarken Jön Türkler'i geçtiler… Bu millet de 7 Haziran seçimlerinde Paralel Yapının desteklediği partilerden bunun hesabını soracak. CHP ve MHP, Paralel Yapı'nın bu Türkiye aleyhtarı hareketlerinden seçimlerde zarar görmeyeceğini zannetmesin.


Sonun başlangıcı hangi zaman oldu bu yapı için?


Bence Paralel Yapı için sonun başlangıcı 25 Aralık oldu. Bunlar Tayyip Erdoğan'ı vurunca düşüreceklerine inandılar. Öyle inandılar ki tabana ve muhalefet partilerine, “Tayyip Erdoğan'ın işini bitirdik, yurt dışına kaçacak” görüşünü yaydılar.


17/25 Aralık darbe girişimi başarılı olsaydı sonrası için ne planlıyorlardı?


AK Parti içinden bir kabine düşündüler. Ve o kabinenin başbakanı da, bakanları da belliydi.


Kimdi belirledikleri başbakan?


Ben onu söyleyemem. Kimi düşündüklerini biliyorum ama söyleyemem. Telaffuz ettikleri isimlerin bundan haberi bile yoktu ama onlar bazı isimleri düşünüyordu. Hatta zikrettikleri isimler daha sonra Erdoğan'a karşı bir tavır sergilemedikleri gibi Paralel Yapı ile mücadelede çok etkin oldular. Ama bunlar Erdoğan'ın gidişine kesin gözüyle baktıkları için bu isimleri ikna edeceklerini düşünüyorlardı. 25 Aralık, 'Erdoğan gitsin, AK Parti kalsın' planının düğmeye basıldığı gündür.


Zaman gazetesinin başına geçmek istediğiniz için hükümet lehine açıklamalar yaptığınız söyleniyor. Ne dersiniz bu iddialar için?


Bu iddiaları, “Zaman'a el koyacaklar, Hüseyin Gülerce'yi de geri getirecekler” diye yayıyorlar. Ben, Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı açılmış bir savaşta bana göre bir ihanette rol almış bir gazetenin, yeni patronu kim olursa olsun başına asla geçmem. Bana göre Zaman gazetesinin kürsüsü kirlendi ve ben o gazetenin başına asla geçmem. Zaman Gazetesi çok kötü bir pozisyon aldı. Zaman gazetesi de Samanyolu grubu da, İpek Grubunun medya kuruluşları da öyle. Ben bu işten gönülden soğumuşum, gönülden kopmuşum, neden bu medyanın başında yer alayım.


Sadece KPSS değil yani...


Hayır elbette değil. Bakın şu anda Paralel Yapı diye bir şeyle uğraşılıyor. Paralel Yapı'yı hükümet, yargı ve emniyet nasıl bir şey olarak tahayyül ediyorsa bu yapı, tahmin edilenin en az yüz katıdır. Ve bana göre daha onların yapacakları numaralar, kumpaslar bitmedi. İki tane hakimin davranışı nasıl herkesi şaşırtmışsa, Türkiye hazır olsun. Seçime kadar daha büyük şaşkınlık yaşayacağımız hamleleri ve kumpasları olabilir.


devamı için> http://www.yenisafak.com.tr/hayat/8-haziranda-kacacaklar-2129615



   
Güncel Not 2: 12 Temmuz 2015, Türk-Alman tarihi araştırmalarıyla bilinen gazeteci Dr. Nikolaus Brauns Röportajı


Dr. Nikolaus Brauns, kamuoyunda Gülen cemaatine yakın olarak bilinen gazetecilerin tutuklanmasından 3 gün sonra MİT tutuklandığını ve bunun tesadüf olmadığını söyledi. Bu tutuklamalar ile Almanya'nın Erdoğan'a uyarı atışında bulunduğunu iddiasında bulunan Brauns, "Erdoğan'ın Gülen cemaatine saldırmasıyla birlikte Berlin'de, Brüksel'de, Washington'da alarm zili çalmaya başladı. Şunu açıkça söylemeliyim ki Batı, NATO ülkeleri ve Alman hükümeti için Türkiye'de demokrasi gelişmiş, gelişmemiş o kadar da önemli değil," dedi.

OdaTv.com'da yer alan habere göre; Brauns'un aynı zamanda sosyalist günlük ‘Junge Welt' gazetesinde Türkiye ve Ortadoğu uzmanı olarak düzenli makaleler kaleme alıyor.

Brauns aynı zamanda Federal Sol Parti Meclis Grubu İç Politika Sözcüsü ve Federal Milletvekili Ulla Jelpke'nin de Basın Sözcüsü olarak görev yapmakta...

2014 yılının Aralık ayında Almanya'da MİT ajanı olduğu ileri sürülen üç Türk vatandaşı gözaltına alındı. Bugünlerde Koblenz Yüksek Eyalet Mahkemesi iddianameyi tamamlayarak, duruşmanın ne zaman başlayacağı konusunda bir karara varacak. Söz konusu bu üç kişi ne ile suçlanmakta?

Brauns: İddianamenin ayrıntılarını bilmiyorum, iddianame sadece söz konusu kişilerin avukatlarında ve mahkemenin elinde var. Federal Savcılık tarafından yapılan basın açıklamasının yanı sıra Focus dergisi gibi ‘devlet' ile iyi ilişkileri olan gazetecilerin yazdıklarından bilgi sahibiyim. Der Spigel, Focus dergisinde yer alan bilgilere göre gözaltına alınan üç kişi Türk ve Kürt muhalif güçleri ve onlara ait bilgileri MİT'e ispiyonlamak suçundan gözaltına alındılar. Yine söz konusu gazetelerin iddiasına göre ‘ajanlar' sadece bunlarla da kalmayıp DHKP/ C- PKK, Aleviler, Ezidiler ve Gülen Cemaatinin faaliyetlerini takip edip Ankara'ya bildirmekteler.

ALMANYA ERDOĞAN'A UYARI ATIŞINDA BULUNUYOR

MİT adına Almanya'da yaşayan çok sayıda ‘ jurnalciler' olmalı. Neden özellikle bu üç kişi gözaltına alındı ve casuslukla suçlandı? ( Muhammed Taha G., Göksel G., Ahmet D. )

Brauns: Gazete haberlerinden yola çıkarak bir değerlendirme yaptığımda gözaltına alınan bu üç kişinin ‘üst düzey' MİT ajanları olmadığını söyleyebilirim. Aksine küçük ajanlar. Örneğin Gülen cemaatine ait bir okulda ‘cinsel taciz' yapıldığına dair sadece duyumlardan yola çıkılarak, gerçek dışı bir bilginin Ankara'ya sızdırılması olayını üst düzey birisi yapmaz. Bu konuda zaten herhangi bir delilin olmadığı da ilgili makamlar belirtiyor. Bu tür enformasyon akışı MİT içerisindeki üst düzey konumdaki kişiler tarafından yapılmayacağı kanaatindeyim. Özellikle ilgi çekici olan ise ‘ele başı' olarak nitelendirilen Muhammed Taha Gergerlioğlu'nun dönemin Başbakanı Erdoğan'ın danışmanı olması. Kendisi AKP içerisinde bürokrasinin farklı kademelerinde yer almış biri. Dolayısıyla Gergerlioğlu'nun gözaltına alınması ile Almanya Erdoğan'a uyarı atışında bulunuyor.

GÜLEN CEMAATİNE SALDIRI OLUNCA ALARM ZİLLERİ ÇALDI

Neden peki? Erdoğan uzun yıllardan beri Batının gözünde ‘sevilen' bir liderdi. ( Gezi sürecine kadar) Hatta İlk dönemlerde Alman medyası AKP ve Erdoğan'ın politikasını İslam ülkeleri için örnek demokrasi modeli olarak sunuyordu. Erdoğan idaresinde Türkiye uzun bir süre ‘ favori' ülke olmuştu. Şimdi ne oldu da bu uyarı atışı gerçekleşti?

Brauns: Gezi protestosundan beri ( 2013) Erdoğan NATO ülkeleri ( partnerleri) ve AB tarafından ‘tehlike' ‘riziko' taşıyan lider olarak görülmeye başlandı. Batı ittifakı açısından Erdoğan öngörülemeyen, sağı solu olmayan bir politika izlemeye başladı. Suriye politikası konusunda Erdoğan ile NATO politikası arasında tezatlar oluşmaya başlamıştı. Erdoğan'ın Suriye politikası sadece Esad'a karşı ılımlı Batı yanlısı silahlı muhalif grupları teşvik etmekle kalmadı, kontrol dışı çıkan İŞİD gruplarını teşvik etmeye dayanmaktaydı. Bu bir boyutu. Diğer boyut ise Erdoğan Rusya ile ilişkisinde de kırmızı çizgiyi aştı. Enerji bağımlılığından dolayı Erdoğan Putin ile iyi ilişkiler kurmaya özen gösterdi. Erdoğan tarafından Türkiye ticari yatırımlar açısından ‘çekici' bir ülke olarak gösterildi. Ancak ülkeyi iç savaşın eşiğine getirdi. Şu anda Batılı yatırımcılar için Türkiye riziko taşımakta. Erdoğan'ın otoriter politikası şu an sadece radikal sol, sendikalar, Kürtler, Aleviler değil, Gülen cemaati ve Batı sermayesinin yakın müttefiklerini de karşısına aldı. Özgür Gündem ve Odatv gazetecileri tutuklandıklarında Batının çok da umurunda değildi. Erdoğan'ın Gülen cemaatine saldırmasıyla birlikte Berlin'de, Brüksel'de, Washington'da alarm zili çalmaya başladı. Şunu açıkça söylemeliyim ki Batı, NATO ülkeleri ve Alman hükümeti için Türkiye'de demokrasi gelişmiş, gelişmemiş o kadar da önemli değil. Onlar için önemli olan sermaye, gaz, petrol yatırım ve enerji yollarının güvenliği ve NATO ile olan askeri ilişkiler.  

CEMAAT GAZETECİLERİNİN TUTUKLANMASINDAN HEMEN SONRA MİT'ÇİLERİN ALMANYA'DA TUTUKLANMASI TESADÜF DEĞİL

Gülen cemaatine mensup gazetelerde çalışan gazetecilerin tutuklanması ile Almanya'da MİT ‘ajanlarının' gözaltına alınması arasında bir bağlantı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Neden?

Brauns: Kesinlikle. Türkiye'de Zaman gazetesinin bürosunun basılması, ‘Gülenci' gazetecilerin tutuklanmasından birkaç gün sonra MİT ajanlarının Almanya'da gözaltına alınması tesadüf olmasa gerek. AB ve Amerika söz konusu gazete baskınlarına yönelik operasyonları sert bir şekilde eleştirdi. MİT ajanlarının Almanya'da gözaltına alınması, Erdoğan'ın yurtdışındaki ‘paralel devlet' tehdidine karşı kendisine verilen bir yanıt olarak görünmekte. Gülen cemaati 1960'lı yıllardan beri Amerika ve CIA ile yakın ilişki içerisindedir. Bundan bir süre önce Sol Parti Federal Meclis grubu Alman hükümetine yanıtlanması istemiyle Gülen yanlısı şirketlerin, kurumların ilişkilerini soran soru önergesi hazırlamıştı. Gülen cemaati Almanya'da okulları, medya grubu ve dernekleri ile hızlı bir biçimde örgütlenmiştir.

Alman Anayasayı Koruma Dairesi, Alman İstihbaratı ve MİT arasındaki ilişkileri genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Brauns: Bunun için biraz tarihe bakmak gerekir. 19. yüzyıldan beri Bağdat yolu gerek Alman gerekse Türkiye açısından gerek güvenlik gerekse askeri yönden büyük önem taşımaktaydı. Birinci Dünya Savaşında ikili ittifak, 1950'li yılların Soğuk Savaş Döneminde NATO kooperasyonu kapsamında Türkiye ile Almanya arasındaki ittifak devam etti. Bu ilişki günümüz için de geçerli. NATO ülkesi olarak Türkiye'nin jeo-politik konumu Almanya için büyük önem taşımakta. Özellikle Orta ve Uzak Doğu; Kafkaslar için Türkiye adeta sıçrama tahtası konumunda.

Almanya'daki ‘casusluk davasına' Alman medyası fazla önem vermemekte. (Der Spigel, Focus gibi bazı dergi, belli başlı gazeteler dışında) Focus dergisi muhabiri Josef Hufelschulte dava ile ilgili geçtiğimiz hafta önemli iddialarda bulundu. Focus bu bilgileri nerden aldı? Yüksek Eyalet Savcılığı, iddianamenin basına verilemeyeceğini belirtirken, Focus dergisi iddianamede yer alan bazı bilgilere yer verdi!

Brauns: Josef Hufelschulte Alman İstihbarat Servisine ( BND) çok yakın biri. Kendisi 1990'lı yıllarda Spigel dergisinde çalışan gazeteciler hakkındaki bilgileri Alman İstihbarat Servisine sızdırmakla tanınmaktaydı. Hufelschulte hala BND ile sıkı bilgi alışverişinde. Genellikle manipüle haberler yapmakta. Örneğin Hufelschulte, bir kaç yıl önce ‘anonim haber kaynaklarından' aldığı bilgiye göre Sol Parti Federal Meclis Grubu tarafından verilip, Alman hükümetinin verdiği cevapları ‘aşırı sol' gruplara aktardığımı iddia etmişti. Üstelik Alman hükümetinin soru önergelerine verdiği yanıt internet sayfasında bile yer almakta. Önergelere verilen yanıt herkes tarafından okunabilir, kamuya açıktır. Hufelschulte Sol Partiyi ‘ güvenliği tehdit' edici olarak görmekte. Böylesine manipüle edici bir haberi sadece İstihbarat Birimlerinde çalışan biri yapar! ...

FOCUS'TAKİ İDDİALAR ALMAN İSTİHBARATINCA YAZDIRILDI

Ya Focus'ta yer verilen iddialar?

Brauns: Focus'ta yer alan iddiaların Alman İstihbarat biriminin direktifi doğrultusunda yazıldığını düşünüyorum. Manüplatif bir haber. Haberde davanın başladığı yazılı. Oysa Eyalet Yüksek Mahkemesi daha bugünlerde iddianameyi hazırlayacak ve duruşma tarihlerini belirleyecek. Alman savcısına yönelik davanın bir an önce başlanması için bir uyarı niteliğinde hazırlanmış bir haber olarak değerlendiriyorum. Haberin içeriğinin tamamen doğru ya da yanlış olduğunu da söylemek istemiyorum. BND'ye yakın olarak tanınan bir gazetecinin bu tür bir haberle neyi amaçladığını ve kime fayda getireceğini sorgulamak zorundayız.

Hufelschulte Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı ( NSA) MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın iki yıl önce Süleyman Şah Türbesine yönelik operasyonla ilgili Suriye planlarına ilişkin telefon görüşmelerinin dinlendiğini iddia etti. Ne derece inandırıcı bu iddia?

Brauns: Hufelschulte'nin İstihbarat birimlerindeki kontaklarından dolayı yazdığı idialar doğru olabilir. Türkiye'nin Suriye'ye savaş açmak için olası senaryoların konuşulduğu toplantılarına ait ses kaydının ‘cemaat' tarafından sızdırıldığı iddia ediliyor. Focus dergisinde çıkan haber ile ilgili olarak Today Zaman gazetesinde oldukça geniş makale yayınlandı ve hatta Gülenci basın adeta bilgilerin dışarıya sızdırılması kendilerini beraat etmiş hissettiler. Hufelschulte haberinde telefon görüşmesinin dinlendiğini söylüyor. Burda da manüpilatif bir yorumlama var. Çünkü telefon görüşmesi olmadı, aksine MİT Müsteşarı Hakan Fidan, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler bir araya gelerek gizli görüşme gerçekleştirdi. Yani telefon görüşmesi değil, yapılan bir toplantıydı. Ayrıca Hufelschulte Türk politikasını da çok iyi bilmiyor. Çünkü Gülen'in adını iki "l" ile ( Güllen olarak) yazmış. Ya bilerek ya da eksik araştırma yapmış. Sanki bu haber telefon görüşmelerinin sızdırılmasında iddia edilen Gülen cemaatini beraat ettirmek istercesine yazılmış. Ancak şunu söyleyebiliriz. Focus dergisi BND, MİT ve NATO arasındaki çelişkilerin ne kadar arttığını kanıtlamakta.

http://www.timeturk.com/almanya-nin-erdogan-a-uyari-atisi-iddiasi/haber-28146

Seçkin Deniz Twitter Akışı