24 Ekim 2014 Cuma

SA948/KY5-PT30: Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü/ 2- III. ve IV. Asır Mutasavvıfları

 بسم الله الرحمن الرحيم

Bismillahirrahmanirrahim

“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür. 

2. III. VE IV. ASIR MUTASAVVIFLARI [1]

İlk zâhidlerden sonra, 3. ve 4. asrın mutasavvıfları; vecd, ilâhîlikte yok olma, O'nda devam etme, birlik ve erime v.s. gibi yeni terimler ilâve ederek  Rabia’nın yüce aşka dair sözlerini geliştirdiler,Nimet ve azab konusunda, bu iki asrın mutasavvıfları onlar için az veya çok mücerret bir görünüş bulmaya başladılar. Bu devirde, Mutasavvıflar dinî ilimleri zahir ve batın diye böldüler. ‘Zahir ilim’le Hukukçularla, dış görünüşü müşahede eden kelâmcıların ilmini; Batın ilim’le kaynak olarak Keşfi, kalb gözü ile görme ve ince sezgiyi alan kendi öz ilimlerini anlıyorlardı.

Fakat bu devirde, Mutasavvıflar pek fazla idi. Onların görüşleri bütün şehir merkezlerinde ve bilhassa Bağdat'ta gelişti, hal tercümesi ya­zarlarının muhafaza ettiği bu Sofiler topluluğu tarafından söylenen bütün sözleri nakletmek, çok uzun ve faydasız olacaktır. Onların fikirlerinin belli başlı vasıflarını tahlil etmek bize kâfi gelir.

«Tasavvuf asıl hakikatlere göre imanı ikrar etmek ve kulların iktidarında olana hiçbir umut bağlamamak,» diye Ma'rûf el-Kerhî (ö. 200 veya 201/815 veya 816) tarafından verilen Tasavvufun meşhur ve ilk tarifinden hareket ederek, 3. ve 4, asrın Sofileri zevklerin ve azabların ötesinde olan hakikati tanımaya gayret ediyorlardı. Onu «Zühd alıştırmalarında» bulduklarına inanıyorlar­dı. 

(Riyâza) Bu Hakikat Allah'tır. Allah'tan baş­ka hiçbir şey onlar için hesaba değmez. Ümme­tin geri kalanının saadeti araması ve kötülükten kaçınması, onları ilgilendirmez. Onların arzu et tikleri Allah'a vasıl olmaktır. Ebû Süleyman ed Dârânî, (ö.2l5/829) Haris b. Esed el-Muhâsıb (ö. 245/859) Seriy es-Sakatî (ö. 253/867) Yezid b. Mu'az er-Râzi (ö. 258/872) Ebû Yezid el-Bistâmi (ö. 261/875) 'Ali b. el-Muvaffak (ö. 265/879) Ebûl Salih el-Kussâr en-Nişâburî (ö. 127/882) ye Cüneyd el-Bağdadî’nin durumları böyledir.

«Sert, aşk ve şevk sahibi » zâhid Ebû Yezîd Bestâmî'nin dualarındaki olağan dışı bazı gurur füzeleri gözden geçirilirse, bu sofilerin «muammalı deyişlerinden» bir fikir sahibi olunabilir.

Rabia gibi Bestâmî de «Cennet’in seçkin kullarının Cennet'te kalmalarından dolayı, Cennet'i yüce perde olarak» görüyordu ama ilâve ediyordu, «Cennet'te olan kimse Allah'la olamaz, zira o perdelenmiştir» Allah'ı gizleyen bu perde bizzat Allah tarafından dokunmuştur.

Daha ileri giderek, Ebû Yezîd, «Hz. Muhammed'den (s.a.v.) daha geniş bir sancağa sahip olduğunu ve bütün insanlara şefaatte bulunduğu halde»  Hz. Peygamber'in şefaatinin kendi ümmetine has olacağını kabul ediyordu.

Bestâmî’ye göre, «Sidre-i Münteha  ilâhî haşmetin azametli sıfatlarının önüne konulan bir ayna gibi, Akl'ın basit bir seyir halinde  muhafaza edildiği bir ağaçtan başka bir şey değildir.» Hatta bu ağaç ve ondan bulunan her şey «aldatmadır.»

Fakat Bestâmî için en büyük aldatma «bu çocuk oyunları» olan Cennet'tir. Bu aşk, devrinin diğer mutasavvıfları bu gururlu karaktere sahip değildi. Bir 'Ali b. el-Muvaffak Allah'a olan aşkını ifade etmek için, bu mevzuda Rabia tarafından şekillendirilen sözleri tekrar etmekle yetindi. Bir Muhasibi de basit olarak : «İnsan hiçbir şey olmaksızın, insanı seven Allah’tır.» diyordu.

Oysa bu ilâhî aşk konusunda Muhasibi’nin sözleri, Cennet'te Allah'ın görülmesi tasviriyle sona eren Kitap et-Tevehhüm’ünün mücevherini, esasını teşkil ediyordu. Muhasibinin bu eseri Cennet'teki bedenî zevklerin tasviriyle dopdoludur.

O zaman Cennetlikler «Kalplerine inen tarifi imkânsız bir saadet hissederler ve yüzleri bu yüce saadetin yankısıyla ışıklanır.»

Bununla beraber, Muhasibin tarafından Allah'ın görülmesinin hatırlatılması yanında, nimet ve azapların müşahhas tasviri, Muhasibi devrinin Mutasavvıflarının işkence ve sevinçlerin müşahhas hakikatlerini ilgayı düşünmedikleri vakasını ispatlıyor.

Muhasibi’nin Cennetliklerin yıkandıkları berrak bir kaynaktan ve Cennet'e girmeden önce temizlenmelerinden, şatolardan, parfüm, inci, likör vs. bilhassa Cennet'i dolduracak Hurilerden bahsetmesi bundandır.

«İnsan bu kalabalık Hurilerin ışıldayan güzelliği karşısında vecde gelir; onlar inciden oyulmuş, altın ve gümüşten bardaklarda nefis şuruplar ve meyve sularını insana sunarlar, insana sarıldıkları zaman sağladıkları zevke gelince insanın yeryüzünde tanıdığının ve hayal ettiğinin ne kadar yavan olduğunu bunlar ortaya çıkarırlar. «Boyunu uzatan ve öfkeli olan Cehennem'den ve Cennetliklerin ve Cehennemliklerin geçmeye mecbur oldukları dar köprüden, Cehennemlikleri örten ateşten elbiselerden»  de bahseder.

Rivayet tefsirince daha büyük mübalağa ile kabul edilen bütün bu tasvirler, Muhasibi’nin düşüncesinin aslını teşkil etmiyorlar. Maalesef bazı aktarmalarla bize kadar gelen Aşk üzerine risalesi, “Fasl Fil-Muhabbe”, bu mutasavvıfın asıl fikrini bize veriyor. «Denir ki aşk ateşli bir arzudur, çünkü ancak sevilen şiddetli bir şekilde arzulanır. Aşk ile ateşli arzu arasında fark yoktur, şiddetli arzu bu büyük aşkın bir koludur...»

«Sahiptir O nadir seçkin kullarına, Gerçekte O'na sevmek için esinlenmiş, Onları, sadece, bunun için seçti. Çok zaman, çöz zaman önce Seçilmişler, eğer onları Aşkının vazoları için Sekilendirmemişse Nimetlerinin belgesi olarak...»

Bu aşk temi Muhasibi’nin talebesi el-Cüneyd'de Beka’nın «O'nda, devam etme» karşı Fena'ya «İlâhî olanda yok olmaya» dönüşüyor. el-Cüneyd, “Tasavvuf; O'nda yaşamak için Allah'ın insanın benliğini öldürmesinden ibarettir.” diyor.

Bu fena doktrini üstadı Muhasibi gibi Cüneyd’in de Cennet'e ait zevklerin müşahhas karakterini kabul etmesine engel olmadı. Cennetliklerin ruhlarının «yeşil çayırlardan, güzel görünümlerden ve yeşil bahçelerin serinliğinden sonra bitkin hale gelmelerini normal buluyor.»

İlâhî olanda yok olma ve O'nda devam etme, saf aşk ve âşık arzu doktrinleri 3. asrın sonun­da, Seriyy es'Sakatî ve Zûn-nûn el-Misri'nin talebe ve arkadaşları tarafından geliştirilip yayıldı. O halde 4. asır boyunca bir asır öncesinin bütün karakterleri bulunursa bu şaşırtıcı olmamalıdır.

Esrarlı Allah aşkının şehidi ve şairi (309/921 de çarmıha gerilen) Hallac’ı bilhassa zikretmek lâzımdır. Diğer sofilerin ihtiyatlı bir şekilde iç dünyalarını maskeledikleri sırada, düşüncesini açığa vuran bu mutasavvıf, ateş, ıstırap ve mahrumiyet aşkını terennüm ediyordu. Bu dünyada olduğu kadar öteki âlemde de nimetler Allah ile yaratıkları arasındaki karşılıklı bu esrarengiz aşkın «parçalayıp yiyen» yanığını belirtmiyorlar.

Her zevkten yoksun bu aşkla, Hallâc’ın Allah'ın sevgilinin eşsiz, üstün güzelliğini maskeleyen korkunç bir perde olarak değerlendirilen Cennet nimetlerini reddetmesi veya hiç olmazsa ihlâl etmesi aşikârdır.

Hallâc'ın arkadaşı, Ebu Bekr eş-Şiblî (ö. 334–945)  üstadıyla aynı düşünceye sahipti. Daha ihtiyatlı olan Şiblî, bununla birlikte onu kurtaran görünür çılgınlıklar altında iç dünyasını gizliyordu. Diğer bazı aşırılıklarla, Şiblî'nin çağdaşı büyük Sofiler, Abdullah el-Murtaiş (ö. 328/939) ve el-Huldî (ö. 348/959)  ihtiyatlı bir biçimde tasavvufa karşı olan fıkıhçılardan gizlenmesini bildiler.

Geriye el-Mevakıf ve’l Muhatabât'ında  3. ve 4. asrın Cennet nimetleri ve Cehennem azabları mevzuundaki başlıca eğilimleri özetleyen Muhammed b. Abd el-Cabbâr en-Niffarî (ö. 350/ 961) kalıyor.

Eseri iki kısımdan müteşekkildir; “Mevakıf” adını taşıyan birincisi Allah'ın karşısında kulun davranışının tasvirine ayrılmıştır; “Muhatabat” adındaki ikincisi Allah tarafından kendisine hitap edildiğini söylediği sözler ve emirleri ihtiva eder.

«Vecd halinde Allah'tan alınan» her iki kısım karşılıklı konuşma tarzında geçilmiştir «O bana dedi, Ona cevap verdim» ve genel olarak hitabeden Allah’tır ve en-Niffari dinler. 77 Mevkıf in nimet ve azaplarla münasebeti olan yirmi bir parçası gösterilebilir.

Buna karşılık, 2. kısmın 31 Muhataba'sından bu neviden sadece 5 parça gösterilir. Bu muhavereden serbestliğe, kavuşan fikirler 5 tanedir:

1. Cennet ve Cehennem'in Birliği.

2. Cennet ve Cehennem Allah'tan başka değildirler.

3. Allah'ın görülmesi bütün Cennete üstündür.

4. Ahiret bizi Allah'tan ayıran bir perdedir; yani Ahiret hayatı düşüncesi bizi o kadar sarmış ki; Allah   fikrinden bizi uzaklaştırıyor, bize dalgınlık veriyor.

5. Allah'a korku ve ümidden dolayı ibadet etmemek lâzımdır, çünkü o Allah'tır.


<<Önceki                Sonraki>>


 Puran Tilmiz, 24.10.2014, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü





[1]  Prof. Dr. Suphi Salih, Ölümden Sonra Diriliş - Sırdaş Yay, İstanbul, Tarihsiz. (S.147–158)

Seçkin Deniz Twitter Akışı