23 Ekim 2014 Perşembe

SA947/TG64: Asghar Bukhari- Sonun Başlangıcı: Batı Neden IŞİD’i Asla Yenemez?

“Batılı elitler 100 yıldan beri Müslüman dünyanın yükselişini ve yeniden kendilerine muhtemel rakip bir güç haline gelmesini engellemeye çalıştı.” 
Asghar Bukhari, İngiltere Müslüman Kamu İşleri Komitesi (MPACUK) Kurucu Üyesi

Sonsuz Ark'ın Notu: 

Aşağıdaki analiz septik-bilimsel bir düşüncenin eseri değildir ve analizin sahibi Asghar Bukhari, İngiltere'de mukim bir müslümandır. Analizinde 'Biz' diyerek içselleştirdiği 'Batılılar'la birlikte, IŞİD gerçeğini 'tepkisellik' yüklü bir analizle müslümanlara ait kılmaya çalışmaktadır. 

Yazar analizin içeriğini, IŞİD'in, Pentagon liderliğindeki Batılı ve Ortadoğulu Koalisyonun ürünü olduğunu görmezden gelerek, IŞİD'le ilgili Batı Stratejilerinin neden uzun süreceğini temellendirme gayreti yüzünden, tarihsel perspektifini zaafa uğratmıştır. Analiz aynı zamanda Türkiye'nin bir müslüman ülke olarak güç merkezi hâline gelişini ve Türkiye'nin 11 yıldır kesintisiz bir şekilde müslüman kanı döken Batı'ya karşı itirazlarını gözardı ederek İslam dünyasının büyük tepkisini IŞİD'le sınırlı tutmaya çalışmaktadır. IŞİD bir Terör Yalazı'dır ve Türkiye güçlendikçe özelliğini yitirecektir.

Seçkin Deniz, 23.10.2014, Sonsuz Ark
***
Savaşa girmemiz noktasında sebep olarak halka gösterilenlerin başında, bu vahşi grubun son derece barbar, tam anlamıyla şeytanî olması ve onları durdurmanın biz Batlılar için ahlaki bir görev olduğu mazereti bulunuyor. Gerçekten öyle mi?
Fransızların Cezayir'deki Müslüman katliamlarından bir kare...

Eğer gerçeklere bakacak olursak IŞİD’in, bölgede 100 yıldır hâkim bulunan Batılı elitler tarafından desteklenen diktatörlerden daha barbar olmadığını görebiliriz.

Nispeten yakın geçmişte IŞİD’in şu an tehdit etmekte olduğu bölge yakınlarında 1953 Mordad darbesi gerçekleşiyordu.


Muhammed Rıza Şah Pehlevi, Mi6 ve CIA tarafından kral olarak yerleştirilmişti. Kısa bir süre içerisinde kendisine muhalefet eden herkesi sistematik olarak öldürmeye ve işkence etmeye başladı.

Pehlevi bir halk devrimiyle devrildiğinde Batı, Saddam’ı İran’la savaşması için öne sürdü ve bu savaş sonucunda milyonlarca Müslüman can verdi.

Saddam’a ihtiyaçları kalmadığını anladıkları zaman onu da devre dışı bırakmaya çalıştılar. Yaptırım uygulayarak Irak halkını açlığa mahkûm ettiler ve tıbbi yardım sağlamayı reddettiler.

BM raporuna göre 1.5 milyon çocuk yetersiz besleniyordu ve sonuçta bu çocuklardan beş yüz bini ölecekti.

BARBARCA DEĞİL: Madeleine Albright aşağıdaki videoda beş yüz bin çocuğun ölümünün (elde edilene) değdiğini söylüyor.[https://www.youtube.com/watch?v=R0WDCYcUJ4o]

Ödüllü araştırmacı gazeteci John Pilger’in belirttiği gibi:

“Sanki bir ortaçağ kuşatması gibiydi. Modern bir devletin varlığını sürdürmesi için gerekli olan her şey neredeyse “bloke edilmişti”. İçme suyu için kullanılan klordan okul kalemlerine, röntgen cihazları için gereken parçalardan günlük ağrı kesicilere ve kanser ilaçlarına kadar her şey.”

İngiliz Hükümeti, Iraklı çocukları difteri ve sarıhumma hastalıklarından korumak için gerekli olan aşıların ihracatını kısıtlamıştı.

Blair hükümeti bunun sebebini şöyle açıklıyordu: “Çocuk aşılarının kitlesel imha silahlarında kullanılması mümkündür.”

Sahtece düzenlenmiş bir “insani” yiyeceğe karşılık Petrol Programı [Oil for Food Programme (OIP)] kapsamında her bir Iraklı’ya yaşamlarını devam ettirmeleri için yıllık 100$ verilmesi kararlaştırıldı. Bu miktar tüm toplumun altyapı ile enerji ve su gibi zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacaktı. Hasta olan insanların büyük çoğunluğu tedavileri için bile güç yetiremediler. Ve şüphesiz ki bu kasıtlı olarak yapılmıştı.

BM Koordinatörü Von Sponeck şöyle diyor:

“Geçmişte soykırım kelimesini kullanmıyordum, fakat şimdi bu kelimeyi kullanmam kaçınılmazdır.”

Bu olaylar neticesinde durumdan nefret eden Von Sponeck Irak’taki BM İnsani Koordinatörlük görevinden istifa etti. Aynı şekilde değerli bir üst düzey BM yetkilisi olan selefi Denis Halliday de istifa etmiştir.

Halliday şöyle diyor:

“Soykırım kelimesine karşılık gelecek bir politikanın gerçekleştirilmesi için vazifelendirilmiştim; içinde çocuk ve yetişkinlerin yer aldığı bir milyondan fazla insanın ölümüne sebep olan kasıtlı bir politika.”

Saddam’ı yerinden etme girişimleri başarısız olunca bu sefer Irak’ı bombalayarak taş devrine döndürdüler. Milyonlarca Müslüman’ın hayatına mal olacak başka bir savaş başlamıştı.

Cehennemi yarattık; milyonları öldürdük, bölge halklarına zulmettik ve sonrasında küllerinden doğan insanları şairler ve filozoflar gibi davranmadıkları için suçladık.

Bölgeye ardı ardına acımasız diktatörler yerleştirdik. Bunların hiçbiri IŞİD’ten daha makul veya insancıl değildi. Ve bu diktatörler her zaman Müslümanlara karşı şiddet uyguladı.

IŞİD, gaddarlığıyla beraber her şeyiyle bizim uygulamış olduğumuz politikalarla ilgili bir olgudur. Ne kadar inkâr etmeye çalışsak da IŞİD, bizim oluşturduğumuz gaddarca, zalimane bir düzene karşı ortaya çıkmış gaddarca ve zalimane bir tepkidir.

Gazze sahilinde İsrail tarafından öldürülmüş başka bir Müslüman çocuk.

Şok edici gerçek şu ki; Amerika ve İngiltere, IŞİD’i bombalama kararı almalarından haftalar önce İsrail’e ve onun kendini savunma hakkına desteklerini bildirmişlerdir. 501 tanesi çocuk olmak üzere 2100 Filistinli sivili katletmiş olmasına rağmen. (İsrail saldırıları) sonunda 11.000 erkek, kadın ve çocuk yaralanmış, şiddetli bombardımandan kaçacak yer bulunmayan 1.8 milyon nüfuslu Gazze’deki açık hava hapishanesinde kapana kısılmış insanlardan 520.000 tanesi, mülteci konumuna gelmiştir.

IŞİD’in en vahşi rüyaları, parası Amerikan vergi mükelleflerince ödenen İsrail’in ölüm silahları ile yarışamaz.

Savaşın ahlaki niteliği gerçekte propagandadan başka bir şey değildir. Mark Curtis, Web of Deceit (Sahtekarlık Ağı) ismini taşıyan kitabında, İngiliz Savunma Bakanlığı’nın insani savaşlardaki halk desteğinin kendilerine nasıl yardımcı olduğunun farkında olduğunu vurgulamaktadır.

Kullanılan ikinci argüman şudur: “Biz orada onlara saldırmazsak onlar burada bize saldıracak.”

Gerçekte ise bunun tam tersi doğrudur. Batılı hedeflere karşı gerçekleştirilmiş tüm terör saldırıları bizzat teröristlerin görüşüne göre Batılıların dış politikası sebebiyle gerçekleşmiştir. Bin Laden bile Batı ile savaşma sebebini dış politika uygulamalarına bağlamıştır.

Bu konu hakkında daha fazla bilgi edinmek için, Bin Laden Birimi CIA sorumlusu Michael Scheuer tarafından yazılmış olan “Emperyal Kibir” (Imperial Hubris) isimli kitaba bakılabilir. Eğer gerçekten Müslüman terörizmini anlamak istiyorsanız bu kitabı okuyun.

Yazar, gerçekten neler olup bittiğini anlayan birkaç Müslüman olmayan beyaz adamdan biridir ve kendisine yöneltilen saldırılara rağmen gerçekleri söyleme cesaretine sahip bir kişidir. 

“Bush’un bizim onlara özgürlükten nefret ettiğimiz için saldırdığımız iddiasının tersine, bu bizim güvenliğimiz ile alakalı bir durumdur. Eğer özgürlükten nefret ediyorsak neden İsveç’i vurmadığımızı açıklasın.”/ Bin Laden Ekim 2004

[Michael Scheuer’in ABD’ye saldırı sebebinin hükümet olduğunu belirttiği videoya şu linkten erişilebilir: https://www.youtube.com/watch?v=udz5_FdoFGU  ]

Eğer maksat terörizmi durdurmak değilse öyleyse neden IŞİD’e karşı bir savaş açıyorlar?
Bunun sebebi fedakârlık değildir ve halkı kandırmak için kurumsal medyada gösterilen sebeplerin ötesindedir, ama bunu anlayabilmek için tarihe bakmanız gereklidir.

Batılı elitler 100 yıldan beri Müslüman dünyanın yükselişini ve yeniden kendilerine muhtemel rakip bir güç haline gelmesini engellemeye çalıştı.


Birleşik bir İslam İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altında gerçekleşen İspanya’nın fethini ve küçük düşürücü yenilgilerini asla unutmadılar. Bu yüzden I. Dünya Savaşı’nın ardından İngiliz Başbakanı Lloyd George’un şu meşhur sözünü gerçekleştirme kararı aldılar:

“İslam’ı zararsız hale getirmek.”

Böylece İslam dünyası ne zaman canlanacak olsa Orta Doğu’da doğal olarak çatlayan bir yapı inşa ettiler. Bunun için toplumlar arası dâhili gerilimler ve onları sürekli kırılma eşiğinde bulundurma yöntemi kullanıldı.

Kum üzerinde eski toplulukları birbirinden ayıran çizgiler çizdiler. Mezhepler birbirlerine karşı kışkırtıldı. Tüm bunlar, her zaman dâhili olarak kırılgan ve istikrarsız yeni uluslar oluşturmak için gerçekleştirildi. Onları bir arada tutmanın tek yolu baskıydı. Bu yüzden bir diktatöre veya güçlü adama ihtiyaç vardı. Şüphesiz bu güçlü adamlar güç dengesini sağlayabilmek için Batı’ya muhtaçtılar.

Her iki tarafın da mevcut düzeni sürdürmekte menfaatleri vardı çünkü gerçekleşebilecek herhangi bir uyanış, bu liderleri yerinden etmekle kalmayacak bizzat düzene karşı bir meydan okuma olacaktı.

Hayatî anlamda diktatörlerin ve Batı’nın herhangi bir anlamda bilinen Müslüman politik kimliği-İslam yanlısı (Pan-Islamic)  Müslüman kimliği silmeleri gerekiyordu. İnsanların geçmiş tarihi kimlik anlayışlarını değiştirerek ve bunun yerine ırkçı ve milliyetçi kimlikler yerleştirerek tek birleştirici unsur olan İslam’ı parçaladılar. Birleştirici bir kimlik olmaksızın Müslüman dünya asla ortak bir mücadeleye giremeyecek ve asla birleşemeyecekti.

Bu noktadaki diğer bir büyük menfaat de şüphesiz, İslam dünyasının zenginliklerinin özellikle de petrolün çalınmasına olanak sağlamasıydı.

Bu yüz yıllık oyun en sonunda bozuluyordu. Batılı stratejistlerin bakış açısından- ki bu Tony Blair’in hatasından dolayı ondan nefret etmelerinin gerçek sebebiydi- Blair, sürdürmekle sorumlu olduğu düzeni zayıflatmıştı.

Bölgedeki güçlü adamın devre dışı bırakılmasıyla yüz yıllık gerilim patladı.

Jonathan Cook’un, “İsrail ve Medeniyetler Çatışması” (Israel and the Clash of Civilisations’) adını taşıyan kitabında olduğu gibi bazı uzmanlar Batılı Elitler’in, İsrail’le birlikte bunu belirli bir amaca binaen gerçekleştirdiğini düşünmektedir. Orta Doğu üzerinde çok daha büyük bir paylaşım planı gerçekleştiriyorlardı, bir Sykes-Picot versiyon 2. planı.

Kitapta, şu anki Orta Doğu’lu ulusların çok daha küçük ve zayıf devletlere bölünmesinin amaçlandığı belirtiliyor (Batı müdahalesinden sonra Libya ve Irak’ın parçalanmasına dikkat ediniz).

Fakat toplumları cihada yönlendiren ve gittikçe büyüyen momentum bu planı tehdit ediyordu.

ABD kendisini kukla devletlerinden daha kuvvetli olan ve kendi kuralları ile oynamayan güçler karşısında bulmuştu.

Batılı politik uzmanların iki seçeneği vardı.


Bunlardan birincisi, bölgeden uzak durmak ve yüzyıldır üzerinde çalıştıkları planın dağılmasını izlemek. Bunun sonrasında yeni bir Müslüman İmparatorluğun yükselişinin ilk safhalarına şahitlik etmek ve ucuz petrolden vazgeçmek. İkinci seçenek olarak da savaşa girmek.

Savaşa girmemizin sebebi budur, basit matematik, fazla zekâya gerek yok. Bunun haricindeki sebepler propagandadan ibarettir.

Batı Neden IŞİD’i Yenemez

Peki, ben neden Dünya’nın en büyük askeri güçlerinin IŞİD gibi küçük bir silahlı fanatik grubu yenemeyeceğini söylüyorum?

Sebebi basitçe şu-Onlar IŞİD’le savaşmıyor. Onlar (IŞİD) esas meselenin sadece uç bir tezahüründen ibaret. Savaştıkları şey milyonlarca Müslüman’ın zihninde büyüyen bir FİKİR. Bu fikir son derece basit:

“Şu anki batılı düzen adil değildir ve bu düzeni barışçıl yollarla değiştirme imkânı, geriye tek bir yol bırakacak şekilde ortadan kalkmıştır; silahları ele almak. Müslümanlar başkaldırıya karar vermiştir.“

Batı’nın bu gidişi durdurmasını tek yolu vardı- Arap Baharı. Fakat pek çok genç insana silahlı mücadeleden başka seçenek bırakmayarak bu şansı harcadılar. Bu, felaket niteliği taşıyan bir hataydı. Silahlı devrimin yayılması an meselesiydi (savaş propagandacıları bunu ‘Cihatçı İdeoloji’ olarak adlandırıyor) çünkü halkın bunu anlamlandırmasını istemiyorlar.

Şu anda bize açık olan iki seçenek bulunuyor: Bölgeyi kendi haline bırakmak ve Müslümanlara Batılı güçlerce dayatılmayan kendi kaderlerini belirleme imkânı vermek veya savaş.

Evet, Batılı Güçler bölgeyi terk ettiği takdirde belirli bir süre boyunca çağdışı ve barbar silahlı grupların bölgede hüküm süreceği düşüncesi doğrudur. Ama zamanla onların yerini devlet yapıları ve gerçek uygarlık anlamında olgun yapılar alacaktır. Bütün devrimler kanlıdır fakat sonuçta tüm devletler olgunlaşır, Moğollar bile zamanla değişmiştir.

Dürüst olmak gerekirse şiddet içeren tepkiyi durdurmanın tek bir yolu vardır. Bu tepkiye sebep olan faktörleri ortadan kaldırmak.

“Cihatçılar”, “teröristler”, “aşırılıkçılar”, “İslamcılar” “nefret vaizleri” gibi tüm adlandırmalar veya politik olarak üretilmiş diyalog engelleyici diğer her bir kavram, savaş propagandacılarının sizin şu basit, somut ve çözülmez gerçeği asla anlamamanızı sağlamak içindir:

Bizden özgürlüğümüz için nefret etmiyorlar, bizden nefret ediyorlar çünkü biz onlarınkini inkâr ediyoruz.

“Bizim ülkelerimizi işgal edip kadınlarımızı ve çocuklarımızı öldürerek barış ve güvenlik içinde yaşamayı ummanız size göre nasıl doğru olabilir?...Denklem basittir: Bizi öldürdükçe siz de öldürülürsünüz ve bizi kaçırdıkça siz de kaçırılırsınız…” / Bin Laden/ Ekim 2010


Asghar Bukhari, 8 Ekim 2014


Tamer Güner, 23.10.2014, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri




Metnin orijinali:

Seçkin Deniz Twitter Akışı