3 Eylül 2014 Çarşamba

SA867/KY9-NK27: Bugün 28 Şubat

“Bugünkü rüzgar tersine döndüğünde başörtülülerden yüz çevirecek olan alçaklara da şimdiden hakkımı helal etmiyorum!”
***


Bugün 28 Şubat ve benim içimden hiçbir şey yazmak gelmiyor.  Yalnızca Twitter'da yazdıklarımı buraya aynen alıyor ve kaçıyorum.

28 Şubatta başörtülü kızlara "fahişe" diyen sonra da başörtülü yazarlara yamanan, yaltaklanan adama hakkımı helal etmiyorum!

Üzerimizde ince ayar çalışan Batı Çalışma gurubunun elamanlarına hakkımı helal etmiyorum!


Bizi üç dakika içinde defolun diyerek kovan "namazlı abdestli" kurum müdürüne hakkımı helal etmiyorum!

Topyekûn savaş manşeti atan gazetecilere hiç hakkımı helal etmiyorum!

Bu arada mümkünse beni ve diğer başörtülü arkadaşlarımı Hasan Karakaya'nın savunmamasını rica ediyorum!

Kanser olmamda eşsiz katkıları olan 28 Şubatçıların hiçbirine hakkımı helal etmiyorum!

28 Şubat döneminde tırsıp bizden vebalıymışız gibi kaçan "mütedeyyin"lere de hakkımı helal etmiyorum!

Başörtülü kızlar yardım istediğinde onlardan ikinci eşleri olmalarını isteyen şerefsizlere yine hakkımı helal etmiyorum!

Bütün 28 Şubatçıların canı cehenneme! Onlarla konjonktür gereği dost olan hiç kimseye hakkımı helal etmiyorum!

28 Şubatta kabiliyetli başörtülü kızları üç kuruş maaşla çalıştırıp bununla övünen şerefsizlere de hakkımı helal etmiyorum!

Bugünkü rüzgar tersine döndüğünde başörtülülerden yüz çevirecek olan alçaklara da şimdiden hakkımı helal etmiyorum!

Ben Twitter'da bunları yazarken sevgili kardeşim Zeynep Zelan da cevaben şunları yazıyordu:

"Söylediğin her söze sonuna kadar katılıyorum. Ben de hakkımı helal etmiyorum, etmeyeceğim"

"Üniversitenin kapısına dikilip görevi olmadığı halde bizi okuldan atmaya çalışanlara hakkımı helal etmiyorum"

"Yanlış anlamayın benim annem/anneannem de başörtülü deyip başörtülülere cüzzamlı muamelesi yapanlara da hakkımı helal etmiyorum"

"Biz okulun kapısında çaresizce beklerken bizden köşe bucak kaçan, milliyetçi, muhafazakar erkek öğrencilere de..."

"Gizli 28 Şubatçılar ki en az onlar kadar acımasızdı, bir biz biliyorduk, gözlerindeki imayı.."

"Biz 28 Şubat'ın arta kalan yıllarında Gerçek Hayat'a sığındık."

"Hakan Albayrak, Neşe Kutlutaş, Ebubekir Kurban, Murat Menteş, Gökhan Özcan ve gazeteye emeği geçenler yalnız olmadığımızı gösterdi"

"Birileri hâlâ bize inanıyordu, bizden umutluydu hâlâ.."

"Biz derslerde gizli gizli Gerçek Hayat okurduk masa altında, elden ele sayfaları okudukça birbirimize verirdik"

"Okudukça içimiz açılırdı, yüzümüz gülerdi, başörtümüzün üstündeki iğreti peruğu unutup insan olduğumuzu hatırlardık"

"28 Şubat kalıntısı yazım: "Başınızı açar mısınız?""

Başınızı açar mısınız?

17 yaşındaydım. Teoman’ın, “Daha 17 dediği yaşta…”

Dile yatkınlığım vardı. İngilizce kitaplar okuyor, sınavlarda en yüksek puanları hep ben alıyordum. Çevirmen ya da İngilizce öğretmeni olmak istiyordum. Ama tam sınava gireceğim yıl, İmam Hatip lise mezunlarının ilahiyat dışında üniversitelere girişi engellenmişti. Ne yapacağımı bilemedim ve çare olarak çok sevdiğim okulumu son sene bırakmaya karar verdim.

28 Şubat’ın en fırtınalı günleriydi. İmam Hatip Lisesi’nde önce öğretmenlerimizin başlarını açışına şahit olmuştuk. Gözlerimize inanamamış, saygı duyduğumuz öğretmenlerimizin gözlerini bizden kaçırıp, başları önde başörtülerini çıkarışlarını izlemiştik. İnandığımız tüm değerler bir bir yıkılıyordu.

Herkes, “Yok artık öğrencilere de dokunmazlar, burası Müslüman bir ülke” diyordu. Başörtüsü yasağı birçok üniversitede dalga dalga yayılıyordu. Oturma, yürüme, susma, el ele tutuşma…

Her türlü eyleme katılıyor, eylemlerde önümüzde bekleyen polislere bisküvi veriyorduk. Polise taş atmadık, onunla çatışmaya girmedik hiç. Hiç başımızı belaya sokmadık. Ama yine de o dönem, PKK’dan daha tehlikeli ilan edildik. Sinemalara, basketbol maçlarına, konserlere giden neşeli bir gençken, bir anda kendimizi “Anne, ben dersten sonra… eylemine katılacağım. Merak etme” derken bulduk.

Olanları şaşkınlıkla izleyen ailelerimiz, bize hiç karışmadı, hiç korkmadılar. Hep arkamızda durdular. O zamanlar üniversitede okuyan ablalarımız için, öğretmenlerimiz için eylem yapıyorduk. Biz hiç başımızı açmayacağız, yasak hiç bize dokunmaz sanıyorduk. Daha doğrusu umuyorduk. Ülke karıştıkça biz büyüdük. Babalarımız hayatın bu ucu sivri yanıyla nasıl baş edeceğimizi anlatmaya çalışsa da anlayamadık. Gençliğimizin baharındaydık. Okuyacağımız daha çok şiir vardı. Dünyayı daha yeni tanıyorduk.

Ama henüz büyümemiştim. Bana ilk kez “Hanımefendi başınızı açar mısınız?” dediklerinde büyüdüm ben. Hayatımın en zor, en kuytu, en heyecan verici, en yalnız, en yalnız anıydı.

Açıköğretim lisesi sınavlarına girmiştim. O zamanlar yasağın nerede uygulanıp nerede uygulanmayacağı net olmadığı için herkes kafasına göre takılıyordu. Sınava girerken yasakla karşılaşacağım aklıma hiç gelmemişti. Tek derdim, kalem, silgimin, suyumun tam olması ve çalıştığım yerlerden çıkmasıydı. Sınavın başlamasına 5 dakika kala, içeriye polis girdi ve gözetmene bir şeyler söyledi.

Ben hiç üstüme alınmadım. Sonra ikisinin gözünü bana diktiğini fark ettim. Derken gözetmen herkesin içinde bağırarak “Hanımefendi sınava böyle giremezsiniz. Başınızı açar mısınız?” dedi. Bir anda tüm gözler bana çevrildi. Benimki polise.

Ama biz ona bisküvi veriyorduk, eylemlerde hiç yaramazlık yapmamıştık. Bana da mı yasak? Bir anda kendimi 7 yaşında okulun ilk günü gibi yapayalnız, küçücük, minicik hissettim. Donakalmıştım. Gözetmen tekrarlayıp duruyordu.

“Hanımefendi başınızı açar mısınız?” Açar mıyım? Açmazsam ne olur? Gözlerimdeki soruyu anlamış olacak ki “Yoksa polis bey, tutanak tutacak”

Tutanak mı? O da ne? Ne oluyor ki, hapse mi girerim? Girsem annem ağlar kesin. Sonra donakalmaktan kurtardım kendimi, uğultular kesildi. Gidip babama sorayım dedim. Beni okula o getirmişti. Aşağı indim, başörtülü kızların hepsi benim gibi ilk şoku atlattıktan sonra ne yapacağını bilemez halde sınıfın dışına çıkmış. Baktım babam yok. Onu göremeyince elim ayağım boşaldı.

Okulun dışına çıkarsam sınava giremeyeceğim. Zaten az zaman kalmış. Çaresiz sınıfa döndüm. Gözetmen beni görünce tekrar etmeye başladı. “Hanımefendi…” 17 yaşındaydım. Ben daha hanımefendi değilim ki…
Sıraya doğru giderken camdan babamı gördüm. Arabanın içine oturmuş, beni bekliyordu. Hava soğuktu, ayazdı. Şubat sert geçmişti o yıl. Camları kapatmış, klimayı açmış, müzik dinliyordu. Cama yapışıp baba dedim, baba... Sınıftakiler beni izliyordu. Babama bağırıp sesimi duyurmak, ne yapmam gerektiğini sormak istiyordum.

“Baba!”, dedim. O beni duymadı. Gözlerim dolu dolu oldu, yutkundum. Bir sınıfa, bir babama baktım. Hayatımda hiç bu kadar onun yanında olmak istememiştim. Hiç bu kadar ona ihtiyacım olmamıştı. O kadar yalnız hissettim, o kadar çaresiz hissettim ki… Allah’a sığındım. Dedim, sen yol göster Rabbim, babam sesimi duymuyor. Yerime oturdum.

Gözetmen ve polis benden sıkılmışlardı. Önce iğnemi çıkardım. Polis başımı açacağımı anlayıp, sınıftan çıktı. Dediğim gibi yasak, o zamanlar vicdana göre uygulandığı için, benim “Hanımefendi” de insafa gelip, iğneyi çıkarmanın devamını getirmememe göz yumdu. Atlatmıştım. Ama ömrümden ömür gitmişti. Hâlbuki daha 17 yaşındaydım. Ömrümden ömür gidecek kadar bile yaşamamıştım henüz.

Sonra süreç hızlandı ve ben üniversiteyi kazanana kadar, yasak tüm ülkeyi kapladı. Fakültenin açılmasından bir süre önce eve telefon geldi. Bölümü birincilikle kazandığımı ve açılış töreninde plaket alacağımı söylediler. Bir cesaret, “Ama ben başörtülüyüm” dedim. Telefondaki ses yine aynıydı. “Hanımefendi biliyorsunuz, başörtülü olarak okuyamazsınız zaten…”

Daha önce ucuz atlatmıştım. Bu sefer öyle olmayacaktı. Köşedeki kuaförden peruk satın aldık. Ölü hayvan gibiydi. Dokunmaya korkuyordum. Bir de başıma takacaktım. Olanları bir türlü kabullenemiyordum. Tüm çabalarımız boşa gitmişti. Okulun ilk günü geldi çattı. Törene katılmadım tabii, annem gitti başörtüsüyle aldı plaketi.

Ben tuvalette peruğu takmak üzere başımı açtım. Her şey bitmişti. Eylemler artık yapılmıyordu. Ülke bizden sıkılmıştı. Ekonomik sorunlara ve işsizlik problemlerine geri dönülmüştü. 28 Şubat fırtınası dinmişti. Biz enkazdan çıkmaya çalışan yorgun gençlerdik artık. Başörtümüzü çıkardığımız gün büyümüştük. Yaşlanmıştık.

Şimdi ekrandaki başörtüsü tartışmalarını izliyorum. 28 Şubat’ın aktörlerinden Nur Serter’i falan görüyorum. Yine aynı konuşmalar… İnsan haklarından, özgürlüklerden, siyasi simge olmasından, dini açıdan zorunlu olup olmamasından falan söz ediyorlar. Ama hiç kimsenin aklına bir başörtülü kızı çıkarıp sormak gelmiyor: “Başını açarken ne hissediyorsun?” Arkadaşlarının gözü önünde nasıl utandığını merak etmiyorlar.

Fakülteye başladığım ilk ay başımı neredeyse hiç yerden kaldıramadığımı hatırlıyorum. İnsan buna hiçbir siyasi parti için katlanmaz. Bu sadece his ve inanç meselesidir. En yalnız hissettiğimiz anda şah damarımızdan yakın olan içindir yalnızca. Bu böyle biline...

Bütün mesajlarımızı okuyan sevgili ablamız Ayşen Gürcan okuduğu bu mesajlardan sonra şunu yazmıştı: "Büyümek herkese o yaşlarda nasip olmaz, ne mutlu size, aldığınız kararın kanıtını tek başınıza ilan ederken, yanınızda olmak isterdim."

Zeynep'in cevabı ise yürek yakan cinsten olmuştu:"büyümek güzel ve bir o kadar da acı verici olur eğer vaktinden önceyse..."

Son olarak Mazlum Der Ankara şube Başkanı Üstün Bol'da Zeynep'le karşılıklı yazdığımız  28 Şubat mesajlarından sonra şöyle bir mesaj atacaktı: "Galiba tweetleşmelerinizden bir basın açıklaması yazdım."
Sevgili Zeynep de "İlham verebildiysek ne mutlu..." diyerek bitirmişti o günü...


Neşe Kutlutaş, 03.09.2014, Sonsuz Ark,  (İlk Yayın Tarihi, 28.02.2012)





Seçkin Deniz Twitter Akışı