3 Eylül 2013 Salı

SA388/YB13: İstisnâsız Sesler / Sınanmış Renkler 13

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

“İnsan, hep dinginlik arar, derinleşmeleri, kabarmaları bundan başka bir gaye için değildir.”

Geceler uzuyor; yatsı namazlarını erkenden kılmaya başlayanların zamanı bu zaman. Bir de sabah namazını kaçırmamaya başlayanların. Denizler hâla sıcak, gezintilerimiz sonbaharın serinliğini alıp getiriyor balık sürülerinden; sonra rüzgarlara emanet ediyor bizleri. Dalgalarla yol alıyoruz, saldığımız yelkenlerimiz olmadan. Dingin bir zaman bu zaman.

Dalgaların insana, insan ruhuna benzeyen yanları var. Derinleşir veya yükselirler, bazen de pürüzsüz bir atlas gibi dingin ve kımıltısız görünürler. Salınımları hayat üretir. Kadın ve erkek de öyledir. Birbirlerine muhtaç olan iki yaratılmış nefs, dalgalar gibidirler. İnsanı dalgaya benzetirseniz, birbirini söndüren ya da dinginleştiren karşı dalgalar diyebilirsiniz kadınla erkeğe… Biri kabarmışsa, diğeri o kabarıklığı alacak, dinginleştirecek şekilde yaratılmıştır.

Kadınla erkeği konuşalım bu gece. Bir cinsin, bedenen ve ruhen ne kadar yücelmiş, incelmiş ya da sefih bir seviyeye inmiş, kalınlaşmış bir ruha sahip olursa olsun, bedeninden ve ruhundan diğer cinse bağlı olmasının nasıl bir şey olduğuna bakalım.

Sizi bir limana götüreceğim bu gece.  İki karayı ayıran bir boğazın en sessiz köşelerinden birinde, küçük gezinti teknelerinin bulunduğu bu küçük limanda bir hikaye anlatacağım sizlere. Bakın hava nasıl serin, üşümeyin, sımsıkı sarının kendinizle.

Şehrin ışıklarını görüyorsunuz değil mi, çift yakasında boğazın? Bu ışıklar işte o küçük limanda yaşananların ne olduğunu anlamayan insanların sıkıntılarını aydınlatıyor her gece. Kavgalar geceleri çıkar hep, gündüzler onları beslediği için. İyi ki ışıkların dili yok, iyi ki kadının ve erkeğin içinden dışına, bedeninden ruhuna doğru sürüklenen derin insanî ızdırabın iniltilerini duyamıyoruz.

Duysaydık, belki ders alacaktık, ama duyduklarımız bize emanet edilen bedeni, bizdeki ruhu sarsacaktı ve biz kendimizin değil başkalarının yükünü de yüklenmiş olarak dayanılmaz bir hayatla baş başa kalacaktık. Her birimizin bedenimizden ve ruhumuzdan yüklendiği şeyler bize bile fazla gelmiyor mu? Başkasının derdiyle dertlenmek güzeldir, hoştur; ama gerçek değildir, sadece geçici bir merhamet gösterisidir.

İşte, şurada dalgaların okşadığı şu kıyıda durmuştu bir adam. Işıkları sönmüş şu caminin kıblesine bakan yönde durmuş ve denize bakmıştı. Denize bakmıştı, denizden  düşüncelerine ve insana bakmıştı. 

Oraya geliş sebebini anlattığı için biliyorum, size de anlatayım.

Adam, denize epeyce bakıp düşündükten sonra caminin karşısında bir kanepeye oturmuştu. Orada bir çay bir de kahve içmişti, caminin giriş kapısına bakarak. Sonra kalkmış, caminin bahçesindeki şadırvanda abdest almış ve iki rekat namaz kılarak çıkıp gitmişti o küçük limandan. O giderken, tekneler bağlı oldukları zincirleri dalgaların sesine vurup duruyorlardı.

Adam oraya bir iz bırakmak için gelmişti. O an orada olmayan, ama orada yaşayan bir kadına bir iz bırakmak niyetindeydi. Adam, gelecekte dokunacak duygudan halıların, hatıraların kendisine ait kısmı ile orada bir iz bırakmıştı. Kadın, onun oraya geldiğini bilecek ve zaman zaman gidip oturduğu yerde oturacaktı. 

Hepsi bu kadardı hikayede anlatılacak olan.

İki dalganın birbiriyle karşılaşmadan, kendi derinlikleri ve kabarmalarıyla yaşayıp gittikleri bir okyanus hatırası gibi bir hatıraydı bu. Dinginleşmenin rengine bakmayan bir ders vardı bu hikayede. Bedenlerinin ve ruhlarının koşturduğu atların birbirini arayan koşularından başka bir koşuydu.

Adam, sessiz bir geçmişin bedenine yüklediği yükleri azaltan biriydi, ruhundaki dinginliği yaymak isteyen bir bilişe sahipti. Kadın sesli bir geçmişin bedenine yüklediği yüklerin ağırlığını taşımaktan yorulmuş, ruhundaki dinginlik özlemini iyi tanıyan ve o özleme sonsuza dek bağlı kalmak isteyen, ama zorlanan biriydi. Hayat onu seçerek, titizlenerek yürüyeceği bir yola zorlamıştı. Yorgundu; adamın sesindeki dinginliğe vurgundu.

Kadın adamın aklındaki sözlere bakarken, bedenindeki seslerin kışkırttığı bir seçicilikle sınanıyordu. Adam iradesine değen görünmez zincirlerin, bedenine yüklediği seslerine bakıyordu arada bir; sonra dönüp derin ve kabarık dalgaları izleye izleye içine sindirdiği dinginliğin uzak sessizliğine çeviriyordu gözlerini.

İkisi de birbirinin gözlerine hiç bakmamışlardı. Sözler seslerle, harflerle gidip gelmişti dalgaların arasından. Kadın, renklerin kokusunu ve sesini istiyordu, adam renklerin kokusunu ve sesini yazıyordu; renkleri veremiyordu.

Kadına dua etmeyi öğretmişti adam. Kadına namaz kılmayı tavsiye etmişti, oruç tutmayı, yoksullara yardım etmeyi. Kadın karşılıksız aldığı bu şeylere karşılık olarak içindeki saygıyı hediye etmişti adama. Bedeninin seslerine bazen kulak tıkayarak bazen kulaklarını açarak, ruhunu sürmüştü seslerin sırtına. Saygı, bir şekilde dalgaların yönünü etkilemişti ve karşılaşmamışlardı hiç.

Adamın bu limanda kadına bıraktığı iz buydu. Kadın zaman zaman gelecek, onun oturduğu yere oturacak, ağlayacak ve gidecekti. Ağlamak dinginleştirecekti kadını. Her şeyin karşılıklı olarak yapıldığı bir limandı bu liman. Parlak, göz alıcı kadınların, zengin delikanlılarla göz süzüştükleri bir liman. Camisinde okunan ezanın her yerden duyulmadığı bir liman. Sakinlerinin çoğunun ölünce de gelmedikleri bir camisi olan bir liman.

Adam, kıldığı iki rekat namazdan sonra çıkıp gittiğinde, artık hayatın dalgalı hatıralarında hiç ölmeyecek bir saygı ürettiğini biliyordu, kadının içindeki heyecanı bastıran sorumluluk duygusu, adama verilmiş en büyük hediyeydi. Adam, bedeni ile ruhu arasında kalan ya da bedenine hapsolan geçmişin yüzlerce adamlarından biri değildi; o zaman ondan uzakta kalarak, ondan beklediklerini sınırlayarak ona saygı gösterebileceğini biliyordu kadın. Adamın kendisinin orada olmadığını bilerek oraya gittiğini de biliyordu. Tıpkı kendisinin adamın yaşadığı limana gidip orada havayı soluması gibi. 

Adam iade-i  ziyaret yapmıştı kadının ruhuna.

Gemimiz ne zaman bu limanın kıyısından geçse, bu hikayeyi hatırlarım dostlarım. Onların başında bir bekçi yoktu; onların bu yaptıklarından başka şeyler yapmalarına da bir mâni yoktu. Ama onlar Allah’ın her şeyi gördüğünü ve duyduğunu biliyorlardı.

Kadın ve erkek birbirlerine muhtaç olan iki yaratılmış nefs olarak, zıt dalgalar gibidirler. Biri kabarmışsa, diğeri o kabarıklığı alacak, dinginleştirecek şekilde yaratılmıştır. Bu yüzden siz hangi cinsten olursanız olun, bu yaratılışa karşı gelemezsiniz. Fakat hesaplarınız, bu karşı gelemeyişin seslerini Allah’ın rızasına uygun olarak yapılmakla itibarlı olabilir.

İnsan, hep dinginlik arar, derinleşmeleri, kabarmaları bundan başka bir gaye için değildir. Bu sebeple unutmayın dostlarım; âlim ile ümmî, ârif ile câhil bu hesapta istisna değildirler; hepsi birbirine denktir, üstünlükleri yoktur.

Nasıl, kahvenizi beğendiniz mi? Telvelere dikkat edin; sonra anlarsınız ne kadar güzel koktuklarını telvelerin.

Hoş ve hoşnut kalınız.

Selam ve sevgiyle.


<<Önceki                        Sonraki>>


Yaşlı Bilge, 02.09.2013, 23:53Sonsuz Ark, Peynir Gemisi'nden, Sınanmış Renkler 13



Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı